×
AFRİKA
1.09.2021
Çeviri: HASAN YALVAÇ

ANALİZ

Afrika’da Avrupa Sömürgeciliği Hala Yaşıyor -I

Avrupa'nın sömürgeci güçleri, Afrika'nın kaynaklarını yağmalayarak ve bölgeyi yapay devletlere bölerek bugüne kadar süren şiddet, yoksulluk ve otoriterlik sarmalını yarattı. Bu mirasın üstesinden gelmek, Bristol'daki heykelleri devirmekten çok daha fazlasını gerektiriyor.
GEÇEN YIL, Minneapolis polis memuru Derek Chauvin'in George Floyd'u öldürmesinin ardından ABD genelinde Black Lives Matter hareketi şiddetlenirken, Avrupa ırksal adalet konusunda kendi iç çatışmalarıyla karşı karşıya kaldı. Ve ABD'de olduğu gibi, kamusal semboller ve anıtlar çatışmanın merkezindeydi.

Bristol'da göstericiler, şirketi Batı Afrika'dan Amerika'ya 80.000'den fazla köle taşıyan 17. yüzyıl parlamenteri Edward Colston'un heykelini yıktılar (ve limanın sularına attılar). Oxford'daki öğrenciler, Afrika zenginliklerini acımasızca sömüren Avrupa emperyalizmiyle özdeşleşmiş Cecil Rhodes heykelinin Oriel Koleji'nin ön cephesinden kaldırılmasını (ilk defa değil) talep ettiler.

Öte yandan Belçika'daki protestocular, Kongo’yu Belçika sömürgesi haline getiren ve vahşet manzaralarının öfkeye yol açmasıyla bölgeyi terk etmeye mecbur kalana dek kendi özel derebeyliği olarak acımasızca yöneten Kral II. Leopold’un heykellerinin kaldırılması için baskı yaptılar. Ve Fransa'daki aktivistler, Fransız kolonilerinde köleliği ve zorla çalıştırmayı kurumsallaştıran Code Noir'in yazarı Jean-Baptiste Colbert'in heykeline saldırdılar.

Tabii ki, heykelleri kaldırmak tek başına çok fazla bir şey çözmez. Ancak bu durum, heykellerin kaldırmasının da sebepsiz olduğu anlamına gelmez. "Tarihsel Miraslar ve Afrika'nın Gelişimi"nde ele aldığımız onlarca yeni ampirik çalışma, anlatı ve vaka incelemesi, köle ticaretinin ve sömürgeciliğin mirasının hala çok canlı olduğunu gösteriyor. William Faulkner'ın deyişiyle, Afrika'daki Avrupa geçmişi asla ölmedi. Daha geçmiş bile değil. Ve kıtayı şekillendirmeye devam ediyor.

Köle ticareti

Avrupa'nın Sahra Altı Afrika'ya ilgisi, kıtanın sömürgeci güçler arasında 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına uzanan süreçteki keyfi paylaşım mücadelesinden çok öncesine dayanıyordu. Kristof Kolomb'un Amerika'yı "keşfinden" kısa bir süre sonra, Avrupalılar transatlantik köle ticaretini kurdular. Sonraki yüzyıllarda, en az 12 milyon Afrikalı yakalanarak (tipik olarak diğer Afrikalılar tarafında) köle haline getirildi ve daha sonra Batı Afrika limanlarındaki Avrupalılara satıldı. Bu limanlardan acımasız koşullar altında Karayipler, Brezilya ve Amerika Güneyi'ndeki şeker ve pamuk tarlalarında çalıştırılmak üzere taşındılar. Bu arada, sekiz milyon Afrikalı daha, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve ayrıca Reunion ve Mauritius’taki şeker adaları için işgücü sağlamak üzere Sahra'nın diğer tarafına Doğu Afrika'nın köle pazarlarına yönlendirildi.

15. ve 18. yüzyıllar arasındaki bu gelişmeler ne ölçüde ve hangi açılardan hala önemli? Bu sorulara dair önemli bir cevap, kölelerin etnik bağlantılarıyla ilgili sevkiyat verilerini, onların anavatanlarını betimleyen antropolojik haritalarla birleştiren Harvard Üniversitesi'nden Nathan Nunn'dan geliyor. Onun bu çalışması, örneğin Angola ve Nijerya gibi geçmişte köle ticaretinden en çok etkilenen bölgelerin, engebeli arazi veya kıyıdan uzak korunaklı bölgelere (mesela Bostvana’ya) oranla daha fakir olduğunu gösteriyor.

Daha sonraki çalışmalar, bu Nunn’un şablonu açıklamak için ilgi çekici mekanizmalar ortaya çıkarmıştır. Örneğin, orantısız bir şekilde erkekleri hedef alan köle ticareti, nüfus dinamiklerini etkiledi. Çok eşliliği pekiştirmenin ve cinsel şiddeti teşvik etmenin yanı sıra, cinsiyet oranlarındaki değişiklikler eğitim alanında düşük yatırıma yol açtı. Bugüne kadar, geçmişteki köle ticaretinden daha fazla etkilenen etnik grupların eğitime erişim oranlarının daha düşük olduğu görünüyor. 

Dahası, köleleştirme tarihi, büyük olasılıkla şiddetin nesiller arası aktarımından kaynaklanan toplumsal güvensizlik, otoriter normlar ve tutumlarla yan yana gidiyor.  Bu nedenle, Princeton Üniversitesi'den Leonard Wantchekon ile birlikte Nunn, "bugün Afrika'daki güven seviyelerindeki farklılıkların transatlantik ve Hint Okyanusu köle ticaretine kadar uzanabileceği" sonucuna varıyor.

Kıta gaspı 

19. yüzyılın başlarında ve ortalarında Avrupa'da köleliğin kaldırılmasıyla köle ticareti azalmaya başlasa da Afrika'yı etkileyen kötülükler kısa sürede başka bir şekil aldı. Afrika, Amerika Kıtası'ndaki kolonilere iş gücü sağlamak yerine, Batı sanayileşmesi için hayati önem taşıyan bir mineral ve hammadde kaynağı haline geldi. 

1884-85'teki kötü şöhretli Berlin Konferansı gibi toplantılarda Avrupalılar, altın, gümüş, kauçuk, palmiye yağı, yer fıstığı ve – I. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra – pamuk açlığını gidermek için büyük ölçüde keşfedilmemiş kıtayı sömürge ve kolonilere böldüler. Avrupalı liderler kıtayı bölmek için o kadar acele ediyorlardı ki, kaşiflerin bulgularını raporlamalarını dahi beklemediler. Dönemin İngiliz başbakanı Lord Salisbury'ye göre: “Hiçbir beyaz adamın ayaklarının basmadığı haritalar üzerinde çizgiler çizmekle meşguldük. Dağları, nehirleri ve gölleri birbirimize veriyorduk. Sadece önümüzde küçük bir engel vardı: Dağların, nehirlerin ve göllerin tam olarak nerede olduğunu asla bilmiyorduk.”

Sömürgecilerin yapay sınır tasarımı kalıcı sonuçlar doğurdu. Çünkü Berlin'de çizilen çizgilerin çoğu, bağımsızlıktan sonra kalıcı sınırlara dönüştü. Afrika haritasına üstünkörü bir bakış bu mirası göstermektedir. Afrika'daki ülke sınırları, diğer kıtalara göre enlem ve boylam çizgilerini daha yakından takip ederken, yüzlerce etnik kökene bölünür. Sınırlar, Hausalar'ı Nijerya ve Nijer'de, Masailer'i Tanzanya ve Kenya'da, Jolalar'ı Senegal ve Gine-Bissau'da vb. bırakır. Somali'nin ulusal bayrağı, doğrudan Avrupalı sömürgecilerin keyfi sınırlar çizmesinin ağır sonuçlarını simgeliyor. Beş kenarlı beyaz yıldız, Etiyopya'nın Ogaden bölgesi, Fransız Cibuti toprakları, İtalyan ve İngiliz Somaliland bölgesi ve Kenya'nın kuzey eyaletleri arasında bölünmüş insanları yeniden bir araya getirmek için Somali’nin arzusunu sembolize ediyor.

Sömürge dönemindeki bölünmeler uzun zamandır bölgesel çatışmaları ve istikrarsızlığı körüklediği için, Afrika sınırlarının yapaylığı, bu sınırlar içinde yaşayanların bünyesiyle ters orantılıdır. “Yapay devletler” literatürde, “siyasî sınırların sahadaki insanlar tarafından arzu edilen bir millet ayrımıyla örtüşmediği devletler” şeklinde tanımlanmaktadır.

Coğrafya kader olduğunda 

Hükümet güçleri, milisler ve isyancı gruplar arasında bölünmüş etnik grupların tarihi anavatanları sadece savaş alanlarına dönüşmekle kalmaz, aynı zamanda bu topraklardaki sivil şiddet, onların sınırına yakın ama bölünmemiş gruplara kıyasla daha yoğundur. 1960'ların başından bu yana, bölünmüş grupların kabaca üçte biri etnik iç savaş ve baskı sarmalına girerken, bölünmemiş gruplarda bu oran beşte bir olarak gerçekleşmektedir.

Ancak yapay sınırların yansımaları bununla da bitmiyor. Sömürgecilik mirası Afrika'ya, denize kıyısı olmayan çok sayıda ekonomi bıraktı. 49 ülkeden 16'sının denizle bağlantısı yok. Demokratik Kongo Cumhuriyeti yaklaşık olarak Batı Avrupa büyüklüğünde bir alana sahip olsa da Atlantik Okyanusu'na erişmek için 30 kilometrelik (18,6 mil) küçük bir şeride bel bağlamış durumda. Zambiya, Burundi, Uganda, Malavi ve Burkina Faso gibi tamamen karayla çevrili ülkeler uluslararası pazarlara ulaşmak için mücadele etmeye devam ediyor.

Dahası, Afrika'da komşu ülkelerdeki çatışmaların yaygınlığı nedeniyle, karayla çevrili olmanın zararları diğer kıtalara kıyasla tartışmasız daha üst düzeyde. Örneğin, Zimbabve ve Malavi, Hint okyanusuna erişmek için büyük ölçüde Beira ve Nacala koridorlarına bağımlı. Ancak buralar çoğunlukla Mozambik iç savaşı (1977-92) sırasında kapalıydı.

Son olarak, sömürgeci güçlerin Afrika mücadelesi, Senegal gibi “tuhaf şekilli”, Gambiya ve Togo gibi “küçücük” ya da Kongo, Angola ve Mali gibi “genişleyen heterojen topografya” olarak nitelenebilecek, devlet gücünün ilkel iddiasının bile (vergi toplamak ve güvenliği sağlamak) sürekli sorunlara neden olduğu birçok ülke üretti. Yatırım, kamu mallarının temini ve modernizasyona olan olumsuz etkiler ise gün gibi ortada.


Stelios Michalopoulos ve Elias Papaioannou tarafından kaleme alınan “European Colonialism in Africa Is Alive” başlıklı bu yazı, Project Sydicate’te 30 Temmuz 2021 tarihinde yayınlandı. Yazının ilk bölümünü Hasan YALVAÇ’ın çevirisiyle sunuyoruz. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.