×
ALMANYA

ANALİZ

Almanya’da Din, Birey ve Devlet İlişkisi

Kapitalist ekonominin hızlı çalışma ortamının getirdiği yoğunluk, insanların metafizik konular ile ilgili düşünme perspektiflerini daralttı. Bireyselleşme, insanların cemaatsel yapılardan, mobilizasyonsa köklerinden uzaklaşmalarına neden oldu.
DİN, DÜNYADA en çok tartışılan konuların başında geliyor. Martin Luther’in İncil’i Almanca’ya tercüme etmek istemesiyle Vatikan’a karşı aldığı cephe sonrası Avrupa’nın karşılaştığı korkunç savaş manzaraları; bugün acaba Almanya halkı tarafından nasıl değerlendiriliyor? İnsanlarda Tanrı inancı ne kadar elzem görülüyor? Dindarların sayısı Almanya’da neden azalıyor? Katoliklik ve Protestanlık aynı safta “dinsizleşmeye” karşı ne yapıyor?

Bu yazıda son tahlilde dinin, sosyoloji ve siyaset alanlarını nasıl etkilediğinin izleri sürülecek. Gelecek yazımızda ise Almanya’da İslam konusunu kaleme alacağız.

***
Öncelikle Almanya nasıl çok dinli bir hale geldi?
 
Bu soruya ortak editörü olduğum Dünya Siyasetinde Almanya-2 (2019) kitabındaki harika yazısında Yusuf Yıldız şu cevabı veriyor: “1960’lı yıllara kadar Alman halkının yaklaşık %60’ı Protestan, %40’ı Katolik iken, dini durumda bu dönemden itibaren hızlı bir değişim başlamıştır. Başta göç hareketlerinin etkisiyle Almanya’da çok milletli, dolayısıyla çok dinli bir toplumsal yapı ortaya çıkmıştır. Modern Çağ’ın sunduğu imkânlarla ön plana çıkan bireyin beklentilerinin değişimi ve bireyciliğin yükselişi, teknolojinin sunduğu imkânların transport ve iletişimi kolaylaştırması, sosyo-ekonomik faktörler, Almanya’daki laik devlet modelinin getirdiği dini özgürlük gibi nedenler çok dinliliği teşvik etmiştir. Bunun sonucunda İslam, Hinduizm, Budizm gibi dünya dinleri ve bunlara ait birçok tarikat ortaya çıkmıştır. Elbette Alman toplumunda en önemli yeri, özellikle Amerikan misyonerler tarafından getirilen ve bugün de hızla yayılmaya devam eden Yeni Havari Kilisesi, Yehova’nın Şahitleri, İsa Mesih’in Son Zaman Azizler Kilisesi (Mormonlar) gibi Hristiyan tarikatlar tutmaktadır.
*** 

Yazının ana konusunun analizine Almanya’da bir din haritası-aidiyet sayıları vererek başlayalım:
 
Alman Piskoposlar Konferansı'nın 2019 verilerine göre dindarların sayısı “rekor seviyede” geriliyor: Katolik Kilisesi'nden ayrılanların sayısı yüzde 26 oranında artarak 272 bine yükseldi. Protestan Kilisesi'nden ayrılanların oranı ise yüzde 22'lik artışla 270 bine vardı. Böylece Katolik Kilisesi'ne kayıtlı olanların sayısı 22 milyon 600 bine, nüfusa oranları ise yüzde 27’ye gerilemiş oldu. Protestan Kilisesine bağlı 20 cemaate kayıtlı olanların sayısı ise 20 milyon 700 bine, nüfusa oranları da yüzde 25'e düştü. 

Dünya genelinde Hıristiyanların sayısı aynı yıl yüzde 6 artmasına karşın, Almanya’da 543 bin kişi kiliselerden kaydını sildirdi. Deutsche Welle durumu şu şekilde özetliyor: 83 milyon nüfuslu Almanya'da iki büyük kilisenin yanı sıra Ortodoks ve diğer mezheplere bağlı Hristiyanlar da eklendiğinde Hıristiyanların toplam nüfusa oranı yüzde 55'e geriledi. Nüfusun geri kalanında en büyük bölümü, yüzde 45 ile hiçbir dine mensup olmayanlar oluşturuyor. Müslümanların oranı yüzde 5,6 olarak tahmin edilirken Yahudilerin sayısı 100 bin ile nüfusun yüzde 0,1'ine denk geliyor. 2005 yılında Almanların yüzden 62’sinden fazlası iki mezhepten birini benimsiyordu. 

YouGov isimli araştırma şirketinin güncel verilerine göre, Almanya’da insanların yüzde 61’i için din gündelik hayatta hiçbir rol oynamıyor ve davranış kalıpları için de bir ölçü değil. Pazar günü kiliseye gidenlerin oranı yüzde 7. Bununla birlikte toplumun yüzde 33’ü için din hayatın anlamlandırılması için kayda değer. Fakat toplumsal sorunların çözümünde dinin rolüne atıf yapanların oranı sadece yüzde 12. İlginç bir tahmine göre de kilise üyelerinin sayısı 2060 yılına kadar 22,7 milyona gerileyecektir.

Ezcümle, Alman toplumu geldiği nokta itibari ile seküler bir toplum. Din, insanların yaşamlarında bir yandan gerilerken, diğer yandan kültürel aidiyet ögesi olarak görülmeye devam ediyor. 

Deutschland.de sitesi konuya ilişkin şu bilgileri aktarıyor: Münster Üniversitesi araştırmacıları, Kiliseden ayrılma oranındaki artışın nedenlerini araştırıyor. Katolik ve Protestanlardan alınan kilise vergisi, nedenlerden biri olabilir. Profesör Detlef Pollack ve Gergely Rosta, bu durumun daha ziyade insanların bireysel yabancılaşma süreçleri kaynaklı olduğu görüşünde. Çoğu Alman, herhangi bir mezhebe ait olmasa da kendini Hıristiyan olarak tanımlamaya devam ediyor.

Kilise’den kaynaklanan eksiklikler-yozlaşmalar-hatalar (örneğin kürtaj ya da aktüel konularda kendini güncelleyememesi), din eğitiminin azalması, küreselleşme ile diğer inançların keşfi, tekliğin reddi ve bilimin etkisi gibi nedenler de ayrılmaların nedenleri arasında sayılabilir.

Alman Piskoposlar Konferansı Başkanı Georg Bätzing dinsel gerilemede temel neden olarak şu kanaatte: Kiliselerden ayrılanların sayısı, kilise üyeleriyle kilise topluluğunun inanç dünyası arasındaki yabancılaşmanın daha da güçlendiğini gösteriyor.

Diğer yandan: Almanya din-devlet ilişkisini ayırmış, devlet dinin yaptırım otoritesini eline almış. Tanrı’nın adaletini insanları tatmin edecek şekilde uygulama hedefi var. Hem seçme hem inanmama özgürlüğü bireylerin kazancı gibi duruyor. 

*** 
Sosyal bilimci Bülent Güven bu konuda bizimle şu görüşleri paylaştı: 

Alman toplumunun yüzde 60’dan fazla oranda sekülerleşmesinin nedeni; sadece Almanya’ya özgü olmayan, diğer Avrupa ülkelerinde de tecrübe edilen ve 1980’lerde başlayan bir sürecin yansıması. 1980’lerden itibaren başta İngiltere olmak üzere, Almanya, Fransa, İtalya gibi büyük Avrupa devletlerinde neoliberal ekonomik politikalar uygulandı. Bu ekonomik politikalar bireyselleşme, mobilizasyon gibi süreçleri hızlandırdı. Bireyselleşme, insanların cemaatsel yapılardan, mobilizasyon ise insanların köklerinden uzaklaşmalarına neden oldu. Bunun sonucu olarak insanların din, toplumsal dayanışma gibi duyguları gittikçe erozyona uğradı. Kapitalist ekonominin hızlı çalışma ortamının getirdiği yoğunluk, insanların metafizik konular ile ilgili düşünme perspektiflerini daralttı. Bu ve buna benzer süreçler, insanları hem pratik yaşamda hem de düşünce boyutunda dünyevileştirdi. Bugün Almanya’nın “dinsiz” tarafı bu sosyolojik süreçlerin sonucu olarak temayüz etmiş durumda. Bir kısım STK’lerin ve Bavyera gibi bir iki eyaletin dışında devletin dindarlaşma veya dini öğretme gibi bir eğitim politikası yok. Hamburg, Berlin gibi şehirlerde bu sekülerleşme Almanya ortalamasının üstünde. 40 yıl boyunca Komünist bir sistem ile yönetilen Almanya’nın doğusu zaten söz konusu sistemin yönergeleri itibarı ile 1980’lerden önce de din dışı bir toplumsal yapıya evrilmişti. Orta ve uzun vadede Almanya’nın bu seküler yapısından dindar bir yapıya dönüş olur mu, söylemek zor. An itibarı ile eldeki veriler bunun böyle olmayacağını gösteriyor. Dini kurumlar da son yıllarda kendi içlerinde yaşadıkları skandallardan dolayı itibarını kaybetmiş durumdalar. Ayrıca yaşanan toplumsal değerlerin dönüşümüne ayak uyduramadıklarından dolayı meşruiyet sorunu yaşıyorlar. Dolayısı ile kiliseler boyutundan bir dindarlaşma sürecinin başlaması da zor gibi görünüyor.

Ülkedeki dinsel transformasyonu oldukça isabetli bir şekilde resmeden Güven’in özellikle “yaşanan toplumsal değerlerin dönüşümüne adaptasyon” tespiti, kanımızca ilgili alanda temel sorunların başında geliyor. 

*** 
Hamburg’ta ikamet eden Dr. Atanur Kara ise Almanya özelinde bütün dünya için dinsel gerilemenin –siyasallaşmadan bağımsız– moral gücünü geriletebileceğini savlayıp, tatminkâr bir retorik ortaya konulmasını öneriyor:

Durkheim “Din, bir topluluğun meydana gelmesini ortaya çıkaran belli ritüel, ayin ve inançlar sistemidir” derken, Feuerbach’a göre ise “Din; dua, ibadet ve inanç ile kendini gösteren bir arzudur”. Din Almanya’da hangi aktüaliteyi sunuyor? Alman Anayasası herkesin kendi dinini serbestçe yaşamasını güvence altına alıyor. Bununla beraber devlet, dini toplumsal gruplarla işbirliği içinde hareket ediyor ve örneğin okullarda din derslerini organize ediyor. Bir kamuoyu araştırmasına göre gençlerin yüzde 80’i dini inanç olmadan da yaşayabileceğini belirtiyor. Bu durumun ortaya çıkmasında sosyo-ekonomik ve kültürel nedenler önemli rol oynamaktadır. Küresel ekonomik sorunların bütün dünyada etkisini gösterdiği günümüzde, işsiz sayısının çoğaldığı, iki milyon kişinin sokakta yaşadığı, milyonlarca kişinin kazandığı para ile geçinemediği bir süreç yaşanmakta. İnsanlar – ellerinde tuttukları güç – “Tanrı”larını kaybettiklerinde ortaya nasıl bir psikolojik kişilik çıkacağını ve bunun toplumlara, devletlere nasıl yansıyacağını her bir bilim alanı acilen düşünüp yeni yaklaşımlar ortaya koymalıdır. Güç tanrıların savaştığı günümüz dünyasında, teknolojinin getirdiği edebiyatsız, şiirsiz, aşksız ve felsefesiz bir dünyada din ile psikoloji birlikte hareket edip insanlığı ruhi dinginliğe kavuşturabilir. Yoksa gençleri (Durkheim ya da Feuerbach açılarından da) kazanmak zor görünüyor. Bütün dünyada cereyan eden bu sınavdan Almanya da geçiyor.

Dikkat uyandırır biçimde Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanı da aynı şeyi söylemişti; gençlere ulaşamıyoruz! Kara’nın işaret ettiği sorun, sanki biraz da zamanın ruhu. Çözüm mümkün mü?

*** 
Siyasallaşmış ve Aşırı Sağa Kulvar Açmış Din Yorumu mu?

Erfurt Üniversitesinde bir tartışmada insan hakları doktoru şunu söylemişti: Bush Irak’a demokrasi getirecek, girebilir, yani savaş açabilir. 1 milyon insan öldürüldü, demokrasi gelmedi. Bu doktor lise eğitimini Katolik Din Lisesi’nde almıştı. İnsanın aklına gelmiyor değil; siyasallaşan din, gerektiğinde insan haklarına böyle mi bakar? “Sevgi dini” olarak nitelenen “Hz. İsa’nın kendini insanlığa-inananlarına feda etmesi, yani Hıristiyanlık”, hâlbuki örneğin kiliseye sığınanların ölümüne cevaz vermiyor.

Eğer Avrupa’da neredeyse her ülkede bir şekilde temsil bulmuş aşırı sağ, din kanalıyla da yumuşatılmaz, hatta örneğin İtalyan Meloni gibi “Din elden gidiyor” sloganları atılırsa, gelecek endişe verici. Bu bağlamda Almanya'da Merkel kucaklamasına ihtiyaç var.

***

Sonuç: Dinsel Keşif; Yeni Bir Dil Gerekliliği

Doktora yaptığım Erfurt şehrinde Martin Luther’in çalışma ofisine bakıp tarihsel bir yolculuk yaptığımda hep Reform Hareketlerinin Avrupa için önemini düşünürdüm. Kiliseye giden mutlu yaşlı insanlar gördüğümde bizim coğrafya ile örtüştürürdüm. Teknolojik ve bireyci kırılmanın yaşandığı günümüzde, sanki “Zamanın Ruhu” (Zeitgeist) ile daha sarsıcı şekilde mücadele etmek zorunda dünyadaki dinler. Yani dinsel gerilemeye karşı yeni bir dil geliştirmesi gerekiyor. Alman Piskoposlar Konferansı Başkanı Georg Bätzing gayet isabetli şekilde öneriyi sunuyor: Kilise bugün insanına ulaşmak için doğru dili kullanıp kullanmadığını kendine sormalıdır. Kilise, inanılırlığına yönelik büyük güven kaybını, şeffaflık ve dürüstlük yoluyla geri kazanmak zorundadır.

Gelecekte de “Almanya’da din ve bireyleşme Alman toplumunu nasıl etkileyecek, ne tür politik etkileşimler doğuracak?” sorusu, illa merak edilecektir. Ama o günün koşullarında. O koşullarsa bugünlerden inşa edilecek.

İSMAİL ERMAĞAN

Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olan Prof. Dr. İsmail Ermağan, lisansını Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde, yüksek lisansını Hamburg Üniversitesi Sosyoloji ve Siyaset Bilimi Bölümlerinde yaptı. Ermağan doktora derecesini Erfurt Üniversitesinin Max Weber Yüksek Araştırmalar Merkezi’nde aldı. Başlıca çalışma alanları şunlardır: Avrupa Birliği entegrasyonu, Türkiye-AB ilişkileri, Türkiye-Almanya İlişkileri, Almanya’daki Türkler, Afrika, Latin Amerika ve Asya-Pasifik okumaları, göç ve göç yönetimi. Yurt içinde ve yurt dışında 70 civarında makalesi/kitap bölümü olan yazarın şu kitapları yayımlanmıştır: Almanya Türkleri’nin Uyum ve Ayrılım Eğilimleri; Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Üyeliği: Türk Partilerinin ve Avrupa Parlamentosundaki Partilerin Politikaları; Türkiye’nin Yönü Avrupa Birliği’ne mi: Türkiye’de AB Şüpheciliği; Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütlerinin AB Üyeliğine İlişkin Davranışları; 21. Yüzyılda Uluslararası İlişkilerde Yeni Trendler: İnsanımız İlk 10 Yolunda mı?; Dünya Siyasetinde Almanya 1-2; Dünya Siyasetinde Latin Amerika 1-2; Dünya Siyasetinde Afrika 1-8; Dünya Siyasetinde Doğu Asya.