×
ÇİN

ANALİZ

Amerikan Karşıtlığı ve Nükleer Kriz Ekseninde Çin-İran İlişkileri

Çin’in İran’a yönelik dış politikasını etkileyen temel dinamiklerden biri devrimci tecrübe diğeri de Amerikan karşıtlığıdır.
ÇİN DIŞİŞLERİ BAKANI Wang Yi’nin altı ülkeyi içeren Orta Doğu ziyaretinin Türkiye’den sonraki üçüncü durağı İran oldu. Suudi Arabistan ve Türkiye gezilerinde manşete çekilebilecek büyük bir haber ya da gelişme olmazken İran ziyaretinde şaşaalı bir şekilde 25 yıllık kapsamlı bir anlaşma imzalandığı kamuoyuna açıklandı. Aslında bu anlaşma 2016 yılında Xi Jinping’in Tahran ziyareti sırasında duyurulan ancak imzalanmayan anlaşmanın yeniden gündeme gelmesinden ibaretti. Birçok uzmana göre imzalanmış olsa bile bu anlaşmanın uygulanması çok da kolay değil. Peki, dört senedir bekleyen bu anlaşma neden şimdi imzalandı? Bu anlaşma Çin ve İran arasında yeni bir ittifakın habercisi mi? Çin Orta Doğu’da yeni bir stratejik açılım planı mı yapıyor? Çin Orta Doğu’da daha etkin bir dış politika mı uygulayacak?

Uluslararası medyanın manşet peşinde koşma telaşından dolayı bu sorulara ateşli cevaplar aradığını biliyoruz. Ancak Çin’in Orta Doğu’daki stratejik önemi ve rolü ile ilgili atılacak o manşetler için çok erken. Son üç soruya da olumlu cevaplar üretmek zor görülüyor. Yani duyurulan anlaşma medyada abartıldığı kadar büyük bir anlaşma olmamakla birlikte, Çin tarafının henüz dış politikada “ittifak” stratejileri uygulamak konusunda çok kararlı ve istekli olduğunu ifade etmek de zor. Ayrıca bu anlaşma Çin’in ne yeni bir stratejik açılımı ne de agresif bir dış politika örneği. Bu yazıda da belirtileceği gibi Çin ve İran arasında imzalandığı duyurulan bu kapsamlı anlaşma her iki ülkenin de ABD’ye vermeye çalıştığı konjonktürel bir mesajdır. 
 
Peki, bu mesaj neydi? Mesaj yerine ulaşır mı? Bir başka deyişle mesajın ABD tarafından ciddiye alınması için yeterli sebep var mı? Bu yazıda kısaca Çin-İran ilişkilerini etkileyen iki temel faktör (ABD ve Nükleer Enerji) üzerinden bu sorulara cevap verilmeye çalışılacaktır. 

Çin-İran İlişkilerinde ABD Karşıtlığının Karmaşık Yapısı 

Çin’in İran’a yönelik dış politikasını etkileyen temel dinamiklerden biri devrimci tecrübe diğeri de Amerikan karşıtlığıdır. Aslında iç ve dış politikada reform yanlısı bir Çin hükümeti için devrimci karakteristiği çok belirgin ve Amerika karşıtlığı çok keskin bir ülke ile ilişkilerini çok yakın bir seviyede tutması rasyonel görünmüyor. Çünkü İran Çin’in anladığı anlamda bir devrim tecrübesinin çok ötesinde bir ülke. Çin’in sosyalist devrim retoriğinin altında yatan ideolojik dinamikler İran ile taban tabana zıt politikaları gerekli kılıyor. Örneğin devrim sonrası İran’da sosyalistlere karşı uygulanan politikalar ve Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali İran’da İslam devrimi dinamikleri ve sosyalizm arasında ciddi kırılma noktaları oluşturmuştur. Bunun yanı sıra, Çin’in pragmatik Amerikan karşıtlığının yanında İran’ın Amerikan karşıtlığı daha varoluşsal bir önemde. Tahmin edilenin aksine, gerek farklı devrim tecrübeleri gerekse de Amerikan karşıtlığının niteliği iki ülke arasında uyumdan ziyade çatışmayı daha fazla ortaya çıkarıyor. 

O halde kamuoyuna yansıyan ve her iki tarafın da resmi açıklamalarında açıkça görülen yakın ve sıcak ilişki retoriği ne anlama geliyor? Bu sorunun kısa cevabı tamamen konjonktürel ve pragmatik ihtiyaçlar ile ilişkili olarak verilebilir. Örneğin bugün İran konusunda Trump dönemine göre daha dinamik ve değişime açık bir konjonktür var. Dolayısıyla taraflar bu değişimin yönünü belirlemek ve hatta yön vermek amacıyla yeniden birbirilerine daha yakın ve sıcak davranmaktadır. 

Çin ve İran arasındaki ilişkilerin en önemli handikaplarından biri dış faktörlerin ikili ilişkileri sürekli ve yoğun bir şekilde belirlemesidir. İran nükleer krizi gibi sorunlar dolayısıyla oluşan belirsizliklerden dolayı Çin, İran ile ilişkilerinde atacağı her adımı ince eleyip sık dokumaktadır. Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olan ve ABD ile dünyanın en büyük ikili ticaret hacmine sahip bir ülkenin İran konusunda hassas ve dengeli bir politika izlemesi kadar olağan bir durum yoktur. Ancak ABD ve Çin arasında yaşanan küresel siyasi ve ekonomik kriz alanlarının artmasından dolayı İran meselesi de farklı önem ve içerikte olsalar da Tayvan sorunu, Kuzey Kore nükleer krizi, Güney Çin Denizi tartışması vs. gibi gittikçe araçsallaşmaktadır. Devletler arasındaki kriz alanlarının araçsallaşması krizlerin bizatihi kendisinden ziyade ilişkili sorunlara odaklanarak krizleri daha da karmaşık hale getirmektedir.

İran nükleer krizi başta olmak üzere, İran’ın ABD ve İsrail karşıtlığı ile Suriye ve Yemen gibi Orta Doğu’daki nüfuz alanları İran’ı Çin’in gözünde ABD’ye karşı kullanışlı bir araç haline getirmektedir. Tabii bu araçsallaştırmanın sadece tek taraflı olmadığını da dikkate almak gerekir. Çünkü İran da Çin gibi bir ülke ile yakın ilişkiler kurabileceği imajını yaratarak ABD’ye, İsrail’e ve bölge ülkelerine de mesaj vermektedir. Kısacası Çin ve İran arasındaki ikili ilişkiler her iki ülkenin kendi iradesi dışındaki faktörlerce daha fazla belirlenmektedir. 

Çin-İran İlişkilerinde Nükleer Kriz Çıkmazı

Çin dış politikasının temel prensiplerinden biri kitle imha silahlarının yayılımı ve geliştirilmesine karşı olmaktır. Bu sebeple İran nükleer krizinin yanı sıra Kuzey Kore nükleer krizinde de bu prensip gereğince politikalar üretmiş ve bu zamana kadar bu politikaları tutarlı bir şekilde uygulamıştır. Yaygın kanaatin aksine Çin ne İran ne de Kuzey Kore nükleer krizlerinde ilgili ülkeleri şartsız ve mutlak bir taraftarlıkla desteklemektedir. Aksine bu ülkeleri müzakere süreçlerinde gerektiğinde yaptırımları bile destekleyerek uyarmıştır. Ancak Çin’in her iki ülkenin üzerinde hem ekonomik hem de siyasi bir etkisinin olduğu da bilinen bir gerçektir. Bu sebeple İran nükleer krizinde de Çin nükleer enerjinin barışçıl kullanımını desteklerken nükleer enerjinin silah teknolojisine dönüştürülmesini kesinlikle kabul etmemektedir. 

Yukarıda da vurgulandığı gibi Çin’in İran ile ilişkilerini belirleyen dış faktörler daha baskın olduğu için nükleer krizde de güncel şartlar Çin’in politikasını da belirlemektedir. Örneğin son haftalarda hızlanan İran nükleer krizi ile ilgili gelişmeler göz önüne alınmaksızın Çin ve İran arasında imzalanan anlaşmayı açıklamak da mümkün değildir.

Wang Yi’nin İran ziyaretinin hemen ardından, uzun bir süreden sonra, 11 Nisan akşamında İran’ın Natanz nükleer tesislerine yeniden bir saldırı gerçekleşti. Elektrik güç kaynaklarını devre dışı bırakan bu saldırının arkasında İsrail’in olduğu İran tarafından dile getirilirken İsrail kaynakları da en azından şimdilik bunu reddetmedi. Saldırıdan günler önce ise Viyana’da başlayan İran’a yönelik yaptırımlar ve nükleer krizle ilgili toplantılara P5+1’in üst düzey yetkilileri katılıyordu. Biden’ın anlaşmaya dönme ve yaptırımları kaldırma mesajlarının geldiği bir dönemde bu saldırılar aslında pazarlık sürecinin çok da kolay geçmeyeceğinin göstergesi oldu.

Bu gelişmeler yaşanırken, İran da geleneksel aktörleri yeniden yardıma çağırma telaşına girerek özellikle Rusya ve Çin ile geliştirdiği ilişkilerle nükleer krizde kendine alan açmak istemektedir. Çin ve Rusya kartı da aslında İran nükleer krizinin tarihinde ilk defa ortaya çıkan bir durum değil. İran nükleer krizinin tam anlamı ile ortaya çıktığı 2000’li yılların başından bu yana kadar gerek Birleşmiş Milletler (BM) gerekse de ABD’nin tek taraflı yaptırımlarında Rusya ve Çin, İran’ı desteklemişlerdi. Ancak bu desteğin boyutu bilinenin aksine lineer değil oldukça değişken ve inişli çıkışlı bir grafik çizmektedir. Bu sebeple de Çin ve Rusya’nın nükleer krizde İran’a desteği hiçbir zaman sınırsız ve şartsız olmamıştır. Hatta 2006 yılında başlayan BM yaptırımları Çin ve Rusya tarafından da onaylanmıştır. Nükleer krizin BM çerçevesinde ele alınması en azından kısa vadede sorunu ABD’nin tek taraflı müdahalelerinden çıkardığı için hem İran hem de diğer aktörlerce makul bir senaryo olarak kabul edilmiştir. 

BM yaptırımları süreci 2015 yılındaki tarihi anlaşma ile son buldu. Ancak Trump’ın anlaşmadan çekilmesi ile ABD’nin tek taraflı yaptırımları geri dönerken İran da uranyum zenginleştirmek gibi nükleer krizi kendi lehine çevirecek hamleler yapmaya başladı. 2021 yılında ise Biden’ın ABD başkanı seçilmesi ile İran nükleer krizi yeni bir kırılma noktasına ulaştı. Viyana görüşmelerinin sonucu ABD’nin anlaşmaya nasıl ve hangi şartlarda döneceği üzerine dair ilk girişim oldu. Muhtemelen ABD tarafı en az tavizle anlaşmaya geri dönmek isteyecektir. Bundan sonraki dönemde bu süreci sabote etmek isteyen İsrail gibi aktörler daha sık devreye girerken İran da Çin ve Rusya’nın desteğine daha fazla ihtiyaç duyacaktır.

Çin-İran İlişkilerinin Muhtemel Geleceği

Çin ve İran arasındaki 25 yıllık kapsamlı anlaşma yukarıda bahsedilen sebepler dolayısıyla Çin’i ve İran’ı takip edenleri aslında çok heyecanlandırmadı. Çünkü herkes Biden’ın nükleer anlaşmaya nasıl geri döneceğini, İran’ın buna nasıl bakacağını ve İsrail’in tepkisini daha çok merak ediyordu. Çin ve İran arasında imzalandığı söylenen ve bu yazının yazıldığı sıralarda hala yazılı bir metni olmayan bu anlaşma zaten 2016 yılından beri masadaydı. Hatta 2016 yılından beri anlaşmanın detayları ile ilgili somut bir adım atılmamasının en önemli sebebi de yine ABD’ydi. Zira Trump’ın İran konusundaki sert tavrı dolayısıyla yaptırımların hedefi olmak istemeyen Çin, İran kartını bir müddet rafa kaldırmıştı. 2021 yılının Nisan ayında oluşan yeni şartlar ise bu anlaşmanın retorik seviyesi yüksek ve abartılı ifadelerle yeniden raftan inmesini gerektirdi. Aslında anlaşmada olduğu iddia edilen ne 25 yıl ne de 400 milyar doların somut bir karşılığı yoktu. 

Yukarıda da bahsedildiği gibi güncel gelişmeler ışığında bakıldığında Çin ve İran ilişkilerinin en önemli iki gündemi ABD karşıtlığı ve nükleer krizdir. Her iki dış faktör de ikili ilişkilerin olması gereken seviyesinden çok farklı şekilde algılanmasına sebep olmaktadır. ABD karşıtlığı ve nükleer krizin ortaya çıkardığı enflasyonist baskı iki ülke arasındaki ilişkileri aşırı sıcak tutmaktadır. Halbuki normal şartlar altında Çin’in İran’dan alacağı enerji dışında ikili ilişkileri yapısal olarak değiştirecek güçlü bir ekonomik, sosyal ve kültürel bir alan yoktur. Aksine Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ile Pakistan üzerinde oluşturduğu gerilime ek olarak Çin’in Suudi Arabistan ve İsrail ile de çok yakın ilişkiler kurması İran’ı rahatsız etmektedir. 

Çin ve İran arasındaki ilişkilerin güncel değeri mecburen verili sorunların bir şekilde devam etmesini de gerekli kılmaktadır. ABD karşıtlığı ve nükleer krizin olmadığı bir ortamda Çin’in İran ile ilişkilerini belirleyecek unsurların başında enerji ithalatı ve KYG ile bölgede ortaya çıkan yeni siyasi ve ekonomik gerilimler olacaktır. Aynı şekilde İran için de özellikle ABD ile uzlaşarak nükleer anlaşma ile devam edecek bir normalleşme sürecinin yerel ve bölgesel sonuçları olacaktır. İran iç siyasetini ve ekonomisini de etkileme potansiyeline sahip böyle bir değişimin Çin ve İran arasındaki ilişkilerin de seyrini değiştireceğini göz önünde tutmak gerekir.

KADİR TEMİZ

2006 yılında Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Aynı yıl İstanbul Teknik Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Siyaset Çalışmaları yüksek lisans programına başladı. 2010 yılında “Konfüçyanizm ve Alternatif Haklar Teorisi” başlıklı tezi ile yüksek lisans derecesi aldı. 2017 yılında Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde “The Rise of China and the Middle East: Chinese Foreign Policy Towards Iran, Israel and Turkey, 2001- 2011. [Çin’in Yükselişi ve Ortadoğu: Çin’in İran, İsrail ve Türkiye’ye Yönelik Dış Politikası, 2001-2011]” başlıklı tezi ile doktora derecesi aldı. Çin Hükümet Bursu kapsamında Çin Halk Cumhuriyeti Peking Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü ve Şanghay Yabancı Diller Üniversitesi'nin Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde araştırmacı olarak bulundu. 2018 ve 2020 yıllları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalıştı. Boğaziçi Üniversitesi Asya Çalışmaları Merkezi’nde araştırmalarına devam etmektedir. Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde Çin Dış Politikası ve Uluslararası İlişkileri, Doğu Asya Siyaseti ve Çin’in Ortadoğu ülkeleri ile ilişkileri gibi konularda ders vermektedir.