×
AVRUPA

ANALİZ

“Bildiğimiz Dünyanın Sonu”: Savaş Avrupa’yı Nasıl Dönüştürüyor?

Ukrayna'daki savaş, AB içindeki mevcut fay hatlarını da derinleştiriyor. Geleneksel iç gerilimler, AB yönetiminin ABD'ye karşı kendi konumunu korumak için ihtiyaç duyduğu “bir zamanların güçlü ittifak yapısını” zayıflatıyor.
GEÇTİĞİMİZ HAFTA SONU Batı dayanışması ve ortak perspektif etrafında düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı'nın ana sahnesine sönük bildirilerin puslu havası hakimdi.

Batılı liderler Ukrayna'ya karşı sergiledikleri cömertlikten dolayı birbirlerini tebrik ederken, ülkenin silahlı kuvvetlerinin cephanesi, teçhizatı ve hatta askeri azalıyor. Cuma günü Kiev'den konferansı açan Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, özgür dünyayı daha fazla ve daha hızlı yardım göndermeye çağırdı. "Hıza ihtiyacımız var" dedi.

ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris’se konferansta, Rusya’yı "insanlığa karşı suç" işlemekle suçladı. "Hepimiz hemfikir olalım. Bilinen ve bilinmeyen tüm mağdurlar adına: Adalet yerini bulmalı!” dedi.

Rus yönetimi, Ukrayna söz konusu olduğunda, Nürnberg 2.0'a bakıyor gibiler. Asya'daki görünüm daha az endişe verici değil. Ülke, Çin'in bir sonraki hamlesini tahmin etmeye çalışırken Tayvan gergin durumda. Bu konuda da Münih'ten gelen haberler pek iç açıcı değildi.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, "Bugün Avrupa'da olanlar yarın Asya'da olabilir" dedi.   

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, bu anlatıyla çelişecek bir şey söylemiyor. Wang, Pekin'in özerk bir ada olan Tayvan’a ilişkin planları sorulduğunda , "Tayvan'ın Çin topraklarının bir parçası olduğunu ifade etmeme izin verin," dedi. Tayvan "hiçbir zaman bir ülke olmadı ve gelecekte de asla bir ülke olmayacak."

Bazı katılımcılar için, toplantının yapıldığı kalabalık Bayerischer Hof otelindeki atmosfer 1938'in yankılarını taşıyordu. O yıl, Bavyera başkenti, kötü şöhretli Münih Anlaşması ile sonuçlanan bir konferansa ev sahipliği yapmıştı. Anlaşmayla Avrupalı güçler, barışın korunacağına dair yanlış bir inançla Südet Bölgesi'ni Almanya'ya devretmişti.

Almanya merkezli Marshall Center'daki Uluslararası ve Güvenlik Çalışmaları dekanı Andrew Michta, "Dışarıda bir fırtınanın koptuğunu hepimiz biliyoruz, ancak burada, güvenlik konferansının yapıldığı Bayerischer Hof'un içinde her şey normal görünüyor," diye yazdı. "Her şey çok rutin görünüyor, ancak Ukraynalı bir parlamenter, dinleyicilere yeterince hızlı hareket etmekte başarısız olduğumuzu söylediğinde her şey birdenbire değişti."

Bu yılki güvenlik konferansında gülümseyen tek taraf savunma şirketleri olmalı. Silah satışları her açıdan patlama yaşıyor.

Son yıllarda NATO'nun savunma harcaması taahhüdünü yerine getirmediğini ifade eden Almanya, gidişatı tersine çevirme sözü verdi. Alman yetkililer ne kadar şahin olduklarını kanıtlamak için birbirlerini geçmeye çalışıyor gibi görünüyorlardı.

Şansölye Olaf Scholz, NATO'nun üye ülkeler için GSYİH'nın yüzde 2'si tutarındaki savunma harcaması hedefini “kalıcı olarak” karşılama sözü verdi.

Scholz gibi bir Sosyal Demokrat olan Almanya'nın yeni savunma bakanı Boris Pistorius, “yüzde 2 ile önümüzde duran görevleri yerine getirmenin mümkün olmayacağını” söyleyerek daha da fazlasını istedi.

Bütün bu açıklamaların üstüne, geçen yılın başında Sosyal Demokratların ABD'ye tüm nükleer savaş başlıklarını Alman topraklarından kaldırması çağrısında bulunduğunu unutmayın.

Başka bir deyişle, Almanlar bile dünyanın mevcut jeopolitik durumunun tehlikelerine uyanmışsa, bu gerçekten endişelenmeye başlamanın tam zamanı olabilir.

Büyüyen ABD hakimiyeti

Ukrayna'daki savaş, ucuz Rus doğal gazını Almanya için yakın gelecekte masadan kaldırdı ve hükümeti alternatif seçenekler aramaya zorladı. Aynı zamanda savaş, Alman devleti için muazzam maliyetler, büyük siyasi mücadeleler ve gerçek tehlikeler içeriyor. Berlin bu zorlukların üstesinden gelebilmek için, uluslararası ittifaklara her zamankinden daha fazla bağımlı.

Her şeyden önce, bir yıllık savaş Almanya'nın ABD'ye olan bağımlılığını doğalgaz ithalatından başlayarak büyük ölçüde artırdı. Almanya'nın Rusya'dan yaptığı gaz ithalatı, geçen yılki yüzde 55'lik orandan yüzde 22'ye düştü. Bu düşüş, ülkeye Hollanda ve Belçika üzerinden getirilen (çoğu ABD kaynaklı) sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ithalatındaki artışla telafi edildi.

Köln Üniversitesi Enerji Ekonomisi Enstitüsü tarafından geçen Eylül ayında yayınlanan bir araştırmaya göre, ABD gazının toplam AB ithalatındaki payı yüzde 40'lara çıkabilir. Bu, gelecekte AB'yi neredeyse bir zamanlar Rusya'ya olduğu kadar ABD'ye bağımlı hale getirecektir.

ABD'ye askeri bağımlılık da artıyor. Bu, her şeyden önce, Almanya'nın Ukrayna savaşına silah sevkiyatı ve Ukrayna birliklerinin eğitimi yoluyla fiilen katılımı konusunda böyle. ABD, Ukraynalı subaylarla birlikte Kiev'in savaş stratejisini şekillendirirken ve Ukrayna saldırıları için hedef verileri sağlarken, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, Nisan ayındaki ilk toplantısından bu yana Ukrayna'ya silah sevkiyatını koordine eden sözde Ukrayna Temas Grubu'na başkanlık ediyor.

Almanya'nın yeniden silahlanma hedefi ABD'nin Avrupa’daki konumunu ve etkisini destekliyor. Örneğin, Alman Ordusunu yeni silahlarla donatmak için tahsis edilen 100 milyar Euro'luk özel fonun önemli bir kısmı Avrupalı firmalar yerine ABD'li silah üreticilerine gidiyor. Bunun basit nedeni, Amerikan silahlarının, planlanan Fransız-Alman savaş uçağı FCAS (Future Combat Air System) projesinden farklı olarak büyük maliyetler gerektirmemesi. Yüksek teknoloji ürünü F-35 savaş uçağı gibi, Amerikan sistemleri de uzun süredir test ediliyor ve seri olarak üretiliyor. Ayrıca Alman hükümeti, bu 100 milyar Euro’luk özel fonu, maliyeti 8 milyar dolardan fazla olan otuz beş F-35'i, en az 6 milyar doları aşan altmış Chinook helikopterini ve ayrıca P-8A Poseidon deniz keşif uçağını ve “ABD yapımı” her türlü diğer silahları finanse etmek için kullanıyor.

Ancak bu bağımlılığın söz konusu olduğu tek alan kesinlikle silah alımları değil. Amerika Birleşik Devletleri, Almanya'nın en büyük ekonomik ortağı olarak konumunu güçlendirme sürecinde. Alman şirketleri hiçbir yerde Amerika Birleşik Devletleri'ndeki kadar yatırım yapmadı. Yatırım rakamları 2020 itibariyle toplam 450 milyar doları aştı. Amerika Birleşik Devletleri aynı zamanda 2022'de toplam 167 milyar $ ile Almanya'nın bir numaralı ihracat destinasyonu. O zamandan beri, Atlantik boyunca hem yatırımlar hem de ihracat hızla arttı.

Bunun bir nedeni, birçok Alman şirketinin yaptırımlar nedeniyle Rusya'daki işlerinde büyük düşüşler görmüş olması. Alternatif arayan şirketler için ABD bariz bir seçimdi. Özellikle de - örneğin Çin'den farklı olarak - Amerikalılarla iş yapmaya karşı herhangi bir yaptırım olmadığı için. Buna ek olarak Amerika Birleşik Devletleri, en bilineni önümüzdeki on yıl içinde enerji geçiş teknolojileri için yaklaşık 370 milyar dolar sağlayacak olan Enflasyon Azaltma Yasası (IRA) olan, milyar dolarlık yatırım programları sunuyor.

Bölünmüş bir ittifak

Geleneksel olarak Alman dış politikası tam olarak böyle bir bağımlılık geçişini önlemek ve bunun yerine ABD'ye karşı bir denge oluşturmak için AB'ye güvenmiştir. Brüksel'in kendi yüz milyar avroluk yatırım programlarıyla ABD'nin ekonomik çekimini yavaşlatmayı, hatta durdurmayı başarıp başaramayacağı açık bir soru. Her halükârda AB, en son olarak Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından açıklanan ve enerji geçiş teknolojilerini desteklemek için yüz milyarlarca dolar fon sağlamayı amaçlayan Yeşil Anlaşma Sanayi Planı ile elinden gelenin en iyisini yapıyor.

Ancak ABD ile karşılaştırıldığında AB, sürekli olarak üye devletler arasındaki iç bölünmelerle mücadele ediyor. Bunlar, endüstrinin Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etmesini engelleme girişimlerinde de görülebilir. AB'nin bu amaçla kullandığı araçlardan biri, şirketleri şimdiye kadar kabul edilemez miktarlarda yatırımlarla cezbetme izni. Ancak bu, Almanya ve Fransa gibi büyük yatırımlar yapma yeteneğine sahip zengin ülkelere, yetersiz devlet finansmanı olan daha fakir AB ülkelerine göre daha yüksek avantajlar sağladığı için, üye ülkeler arasında sürtüşmeye yol açıyor. Plan, AB içindeki eşitsizliği Almanya lehine daha da artırma, diğer üye ülkeleri ise daha fazla zayıflatma tehlikesi taşıyor.

Dahası, geleneksel iç gerilimler, AB yönetiminin ABD'ye karşı kendisini savunmak için ihtiyaç duyduğu “bir zamanların güçlü AB ittifak yapısını” zayıflatıyor. Çıkarları çoğu zaman birbiriyle çelişen, Birliğin en güçlü iki ülkesi olan Almanya ve Fransa arasındaki rekabet, pratik olarak AB'nin kuruluş temelleri arasında yer alıyor. En yakın örnek, Almanya nükleer enerjiyle üretilen hidrojeni “yeşil” olarak tanımayı reddederken buna karşın geleneksel olarak büyük ölçüde nükleer enerjiye dayanan Fransa'nınsa aksi yönde ısrar etmesi.

Ukrayna'daki savaş, AB içindeki mevcut fay hatlarını da derinleştiriyor, en önemli örneği Polonya. Yıllardır dış politikada ABD ile yakın çizgide olan ülke, başından beri Ukrayna'ya verdiği destekte diğer Avrupa devletlerinin çok ilerisindeydi. Diğerleri hala tank ve ağır silah göndermekte zorlanırken Polonya, Ukrayna’ya savaş uçağı sevkiyatı çağrısında bulundu. Aynı zamanda ordusunu Avrupa'daki diğer herhangi bir devletten daha fazla kitlesel silahlanmayla donatıyor.

Polonya bu yıl askeri bütçesini GSYİH'nın yüzde 4'üne çıkarmayı planlıyor. Uzun vadede rakamın yüzde 5'e çıkması bekleniyor. Varşova, 2035 yılına kadar ordu kapasitesini üç yüz bin askere çıkarmayı planlıyor. Karşılaştırıldığında, bugün Alman silahlı kuvvetlerinin sayısı yaklaşık 189.000 asker. Bazıları şimdiden Polonya'nın gelecekte AB'deki en güçlü askeri güç haline geleceği ve böylece etkisini - Alman hakimiyeti pahasına ve yakın müttefiki ABD'nin lehine olacak şekilde - önemli ölçüde genişleteceği konusunda spekülasyon yapıyor.


Bu yazı, Matthew Karnitschnig’in POLITICO’da 18 Şubat 2023 tarihinde yayınlanan “It’s the end of the world as we know it — and Munich feels nervous” başlıklı yazısı ve Jörg Kronauer’un 24 Şubat 2023 tarihinde JACOBIN’de yayınlanan “The War in Ukraine Has Exposed Germany’s Strategic Quagmire” başlıklı yazısından derlenerek hazırlanmıştır. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.