×
ÇİN

ANALİZ

Bir Jack Ma Hikayesi: Çin’de Devlet-Piyasa İlişkileri ve Büyük Güç Tartışmaları

Ma, devletin büyük şirketler üzerindeki kontrolünü hafifletmesi gerektiğini ifade eden ne tek müteşebbis ne de son olacak. Peki Ma tecrübesi bize ne anlatıyor?
GEÇTİĞİMİZ AYLARDA ALİBABA grubun sahibi Jack Ma’nın (Ma Yun) hükümet ile yaşadığı bir sorun gündeme geldi. Ma Yun hükümetin özellikle finans politikalarını ağır bir dille eleştirdi. Ardından yaklaşık üç ay boyunca ortalıkta görünmeyince ev hapsine mi alındı sorusu soruldu. Neyse ki üç ayın ardından Ma Yun bir röportajda partinin sadık bir üyesi olarak halka kalkınma ve refah konusunda “verilmesi gereken” mesajları verdi. Çin ve uluslararası medyada her ne kadar kabaca Ma nerede sorusu ile geçiştirilse de Ma’nın nerede olduğu sorusunun daha derinlikli bir soru olduğu açık. 

Ma Yun aslında Çin’in reform döneminin ortaya çıkardığı kapitalist bir müteşebbis. Parti üyesi olması bir yana sahip olduğu şirketlerin devlete ödediği vergiler dahi onu bu dönemin kahramanı yapmaya yeterliydi. Ancak finansal olarak kontrol edilmesi güç bir deve dönüştükçe bundan yirmi yıl önce çok normal karşılanması gereken eleştirileri Ma’yı hedef haline getirdi. Ma devletin büyük şirketler üzerindeki kontrolünü hafifletmesi gerektiğini ifade eden ne tek müteşebbis ne de son olacak. Peki Ma tecrübesi bize ne anlatıyor? Çin’de devlet ve piyasa ilişkileri açısından bu olayın önemi nedir? Bu olayla Çin’in nasıl bir büyük güç olacağı sorusu arasında bir ilişki kurulabilir mi?

Ma tecrübesi aslında Çin’de devletin piyasa ile ilişkisinin niteliğinin yanı sıra bu ilişkinin gün geçtikçe daha da karmaşık ve içinden çıkılamaz bir hale geldiğini anlatıyor. Bu yazıda da vurgulanacağı gibi bu bir tesadüf değil. Çin’in kendine özgü siyasal ve ekonomik yapısının kapitalist büyüme iştahı ile dönüp dolaşıp tıkandığı noktalardan birindeyiz. Çin kendinden önceki diğer büyük güçlerin de yüzleştiği bu sorunla nasıl baş edecek göreceğiz. Nasıl ki Almanya’nın 19. yüzyılın ikinci çeyreğindeki yükselişi ve Sovyetler Birliği’nin 1929 buhranından sonraki başarısı ekonomik model tartışmalarını ortaya çıkardıysa Çin’de de benzer bir tartışma ortaya çıkıyor. Tabii ki farklı siyasal, sosyal ve ekonomik şartlar altında. Almanya modeli kıta Avrupa’sında milli iktisat tartışmalarını alevlendirmiş ve Türkiye’ye de uzanan geniş bir coğrafyada yankı bulmuştu. Sovyetler Birliği tecrübesi ise büyük buhrandan sonra sosyalist ekonomik modelin başarısını dünyaya sunmuştu. Aslına bakılırsa bugün büyük iktisatçıların da sorduğu soru Çin’in benzer bir model tartışmasını küresel ölçekte meşru ve geçerli araçlarla gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğidir.

Ekonomik model tartışmaları, sosyalist market ekonomisinden devlet kapitalizmine ya da Çin tarzı sosyalizme kadar, iktisat teorisinin bir konusu olabilir. Ancak ekonominin siyaset ile ilişkisinin zorunlu bir sonucu olarak bu tartışmalar devletlerin dış politika reflekslerini ve ilişkilerini de belirliyor. Çin ekonomik büyümesini sürdürdükçe, yani büyük güç oldukça, bu modele uygun bir ilişki ağı, yatırım ortamı ve finansal kurumlar kuruyor. Kısaca mevcut düzene alternatif olma iddiasını üstü örtülü de olsa dile getirmeye devam ediyor. Bu da Çin dış politikasını uyguladığı modele göre bazı dönemlerde daha ılımlı ve yumuşak bazı dönemlerde agresif ve saldırgan hale getiriyor. 

Çin’de ekonomik modeli tartışmaları ve Ming’in Okyanus Seferleri

Çin’in son kırk yıllık reform sürecinde uyguladığı ekonomik politikaları tanımlamak için birbiriyle ilişkili birçok farklı kavram kullanıldı. “Çin karakteristiğinde piyasa ekonomisi”, “sosyalist piyasa ekonomisi”, “Beijing Uyumu” gibi kavramların bolca zikredilmesinin asıl sebebi dünya tarihinin şahit olduğu en büyük ekonomik dönüşümlerden birini anlamaya çalışma çabasıydı. Neredeyse bütün iktisatçıların üzerinde anlaştığı tek tanım şu: Çin modeli, reform süreci ile beraber devletin bütün piyasaya hakim ve sahip olduğu modelden piyasa aktörlerini kontrol ettiği ve düzenlediği aynı zamanda da dünya ile entegre olduğu bir süreçtir. Yani henüz tamamlanmış ve başarısı kesinleşmiş bir modelden bahsetmiyoruz.  Ancak bu süreç devletin piyasa üzerindeki rolünü ve etkisini tamamen ortadan kaldırmadığı gibi karmaşık mülkiyet ilişkililerini de içinde barındıran bir model ortaya çıkardı. Bugün Çin’i en iyi tanımlayan modelin “devlet kapitalizm”i olduğunda dair yeni bir konsensüs oluşmuş durumda. 

Çin tarihi boyunca devletin bazen güçlü aileler bazen de hadımlar gibi güçlü oligarşik gruplar ve bürokratik kurumların elinde farklı ekonomik modeller üzerine rekabet ettiği tarihi bir gerçek. Bu tartışmalardan en ilginci Ming dönemindeki okyanus seferlerinin hanedanın bir fermanı ile tamamen durdurulmasıydı. 15. yüzyılda Güney Çin Denizi, Hint Okyanusu, Hürmüz Boğazı ve Arap Yarımadası’na kadar uzanan toplam yedi sefer gerçekleştirildi. Bu seferlerin gerçekleştiği coğrafyalardan getirilen zenginlikler ve tecrübeler, devletin içinde ekonominin kontrolünü elinde tutmak isteyen merkezi bürokratik elitlerin tepkisini çekti. Bu seferleri mümkün kılan imparator Yongle’nın ölümü ile beraber merkezi bürokratik elitler bu seferleri durdurdu. 

Bu olay devlet içinde normal bir ekonomik rekabet sonucunda gerçekleşen bir güç mücadelesi hikâyesi olarak okunabilir. Ancak bu dönemde Avrupa’nın coğrafi keşiflerle beraber büyük bir ekonomik, siyasi ve sonrasında bilimsel ve kültürel bir dönüşüm sürecine girdiği hatırlanırsa Çin’in bu hamlesinin tarihin akışını nasıl değiştirdiği daha iyi anlaşılır. Ming döneminde okyanus seferlerini gerçekleştiren ve Kristof Kolomb’un gemilerinden daha büyük olduğu iddia edilen filoların bir daha kullanılmamak üzere ortadan kaldırılması sonucu Çin böyle bir tecrübeyi bir daha yaşamadı. Peki bu örneğin bugün Çin’de devlet ve piyasa tartışması ile ilgisi nedir?

Çin’de milliyetçiler ve komünistler arasındaki iç savaş sonucunda 1949 yılında devleti ele geçiren Çin Komünist Partisi (ÇKP) hem siyasal ve toplumsal bir taban oluşturmak hem de devleti yönetmek amacıyla güçlü bir “öncü parti” ama aynı zamanda da parti ile organik bağı bulunan güçlü bir bürokratik yapı kurdu. Bu yapı her ne kadar söylemde Marksist ve Leninist bir ideolojiden beslense de Çin’in binlerce yıllık tarihsel tecrübesinden radikal bir kopuş gerçekleşmedi. Bazı tarihsel anlatılar bunun tam tersini iddia etse de ne Mao Zedong tam anlamı ile “komünist” bir liderdi ne de ÇKP Leninist bir öncü partiydi. Devrimin hemen ardından büyük ailelerin birçoğu devrimcilerle anlaştı. Devlet yönetme tecrübesi olmayan devrimcilerin imdadına bürokrasi yetişti. Kısacası, hanedan yerine partinin liderleri ve merkezi bürokrasi yerine ÇKP kadroları devlet yönetiminde yerlerini aldı. Tek eksik halka büyük ve güçlü ailelerdi. Onlar da zaten kısa bir süre sonra reformun taşıyıcısı olarak tekrar sahneye çıkacaktı. 

Reform dönemi bir bakıma Ming’in okyanus seferlerini çağrıştıran bir yığın örnekle dolu. İhracat merkezli ekonomik büyüme, bugünlerde Kuşak ve Yol Girişimi ile Hint Okyanusu’ndan Afrika ve Avrupa’ya kadar kara ve deniz yolları ile ulaşan yeni bir ticaret ve finansal ilişkiler ağı öneriyor. Açılım reformları Çin’i yeniden dünya ile entegrasyona sürükledi. Çin dünyanın kaynaklarından ve zenginliğinden faydalanırken dünyaya da refah ve kalkınma sağladı. Reform süreci tabi ki sancısız değildi. Parti içinde ve devlet kurumlarında reform karşıtları her zaman oldu. Ancak bu zamana kadar bu gerilim çok iyi yönetildi. Bugün devlet ve piyasa ilişkilerini daha çok tartışmamızın en önemli sebebi Çin’in ekonomik büyümesinin artık Çin’in bir iç meselesi olmaktan çoktan çıkmış olması. Bu durum da bizi doğal olarak Çin modeli tartışmalarının nereye doğru evirildiği sorusuna götürüyor.

Çin Modeli Nereye?

Bugüne kadar yukarıda bahsedilen ilişki ağları Çin’de devlet ve piyasa arasında üç farklı modelin uygulanmasına sebep oldu. Devrimin ilk yıllarından 1970’li yıllarda gizlice başlayan reformlara kadar devletin (ÇKP elitleri ve kadrolarının) piyasaya bütünüyle hâkim olmasını sağlayacak ve böylece devrim öncesinde harap ve bitap düşmüş devrimcileri kısmen ayağa kaldıracak bir ekonomik model benimsendi. Başlangıçta planlı ekonomi ve devlet mülkiyeti gibi Sovyet sosyalizminin kopyası politikalar uygulansa da toplumsal meşruiyet arayışındaki ÇKP liderleri “Çin tarzı” bir model geliştirmek arzusunu ısrarla vurguladı. “İleri Doğru Büyük Atılım (Great Leap Forward)” gibi hatalı ekonomi politikaların bedeli de ağır oldu. Bazı kaynaklara göre milyonlarca insanın açlıktan hayatını kaybettiği bu dönem devletin yeni bir ekonomik modele doğru kaymasına sebep oldu. 

İkinci model ise her ne kadar 1978 yılları ile başlasa da aslında 1970’li yıllarda Deng Xiaoping ve yakın arkadaşları tarafından Şanghay gibi şehirlerde denenen karma ekonomik modellerin başarısı ile ortaya çıktı. Bu modelin varsaydığı temel argüman, devletin biraz daha piyasaya alan açması ve sahiplenme yerine kontrol etmesi ancak tamamen elden çıkarmamasıydı. Bu amaçla çeşitli düzenleyici kurumlar kuruldu, eski düzenin ağır ve sorunlu işleyen kurumları kaldırıldı ancak Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) gibi yapılar yeniden düzenlenerek korundu. Aslında bu yapı tam anlamı ile karma bir ekonomik model ön görüyordu. Bu aşamada devlet içindeki güçlerini koruyan ama dönüşen ÇKP elitleri ve kadroları hem içerideki hem de dışarıdaki sermaye ile bir anlaşma yaptı. Ekonomik büyüme sağlandığı müddetçe ne devlet ideoloji silahını ne de sermaye yatırım silahını kullandı. Bir Soğuk Savaş sonu ara krizi olarak Tiananmen katliamını saymazsak devlet içinde de ÇKP kadroları Mao sonrası ortaya çıkan meşruiyet krizini iyi yönetti. Devrimin ilk yıllarındaki ideoloji merkezli ve irrasyonel ekonomi politikalar yerini kâr, yatırım, teşvik vb. gibi piyasa kavramlarına bıraktı. Bu dönem Deng Xiaoping’in “Kedinin siyah veya beyaz olması önemli değildir. Önemli olan onun fareyi yakalamasıdır.” pragmatizmi ile anıldı. 

Bu model de 2000’li yıllarda birçok krizle karşı karşıya kaldı. Her ne kadar model sosyalist piyasa ekonomisi olarak tanımlansa da Çin’in mevcut küresel liberal ekonomik düzen ile girdiği ilişki biçimi bu modeli de dönüştürmeye başladı. Önce dünyanın üretim üssü oldu. KİT’ler bu ekonomik büyümenin ana motoru olsa da Çinli şirketler küresel kapitalizme ucuz iş gücü sağlayarak büyük kâr marjları ile büyüdüler. Bu model devletin sermaye ile ilişkisini yeni bir boyuta taşıdı. Çünkü bu şirketlerin bir kısmı artık KİT değil özel şirketlerdi. Bu şirketlerin sahipleri de kapitalist piyasanın taleplerini karşılamak için devletin ekonomi politikalarında ve son yıllarda özellikle finansal piyasalarda reform talep etmeye başladı. İşte Ma Yun bu talebin en somut örneklerinden biri olarak ortaya çıktı.

2008 yılında küresel ekonomik kriz ve 2012’de Avrupa borç krizi Çin’de devlet ve piyasayı başka bir modele doğru taşırken bu modelin ne olduğu uzun uzadıya tartışıldı. Her ne kadar Çin’in resmi belge ve söylemlerinde yoksulluğun ortadan kaldırılması, istihdam ve gelir adaleti gibi sosyalist içeriği olan kavramlar vurgulansa da dünyanın en büyük ikinci ekonomisinin büyümeye devam etmesi için kapitalist rekabetin gerekliliklerini uygulaması gerekiyor. 

Ancak herkesin merak ettiği soru Ming’in filolarını geri çağıracak bir imparatorluk fermanının çıkıp çıkmayacağı. Xi Jinping bugün Mao Zedong ile değil Ming’in okyanus seferlerini mümkün kılan Yongle ile karşılaştırılabilir. Zira bugüne kadar Xi Jinping’in elde ettiği güç ve karizmatik liderlik, reformların geleceğini de belirleyebilir. Şu ana kadar reformlardan geri dönüş mümkün görünmese de bu sefer içeriden değil dışarıdan gelecek bir fermanın yükü daha ağır basıyor. Tam da bu sebeple Çin dış politikaya ve dünya ile ilişiklerine bugünlerde daha fazla önem vermeye başladı. Nasıl ki Çin’in ekonomik modeli içerideki siyasal ve sosyal gerekliliklerle birlikte şekilleniyorsa bir bakıma bu modelin ortaya çıkardığı “büyük güç” de uluslararası sistem içindeki şartlara göre şekillenmeye devam edecek.   

KADİR TEMİZ

2006 yılında Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Aynı yıl İstanbul Teknik Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Siyaset Çalışmaları yüksek lisans programına başladı. 2010 yılında “Konfüçyanizm ve Alternatif Haklar Teorisi” başlıklı tezi ile yüksek lisans derecesi aldı. 2017 yılında Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde “The Rise of China and the Middle East: Chinese Foreign Policy Towards Iran, Israel and Turkey, 2001- 2011. [Çin’in Yükselişi ve Ortadoğu: Çin’in İran, İsrail ve Türkiye’ye Yönelik Dış Politikası, 2001-2011]” başlıklı tezi ile doktora derecesi aldı. Çin Hükümet Bursu kapsamında Çin Halk Cumhuriyeti Peking Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü ve Şanghay Yabancı Diller Üniversitesi'nin Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde araştırmacı olarak bulundu. 2018 ve 2020 yıllları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalıştı. Boğaziçi Üniversitesi Asya Çalışmaları Merkezi’nde araştırmalarına devam etmektedir. Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde Çin Dış Politikası ve Uluslararası İlişkileri, Doğu Asya Siyaseti ve Çin’in Ortadoğu ülkeleri ile ilişkileri gibi konularda ders vermektedir.