×
ARAP DÜNYASI
28.02.2023
Çeviri: HASAN YALVAÇ

ANALİZ

“Daha Fazla Güç!”: İsrail Siyaseti Karanlık Yolda

Netanyahu hükümetinin yargıyı zayıflatmaya yönelik son reformları, hükümeti geniş yetkilerle donatırken hem İsrail’de hem de işgal ettiği Filistin topraklarında daha fazla otoriterleşmeye yol açacak.
BENJAMİN NETANYAHU, Kasım 2022'deki beklenmedik seçim zaferinin ardından İsrail tarihindeki en sağcı hükümeti kurdu. Aşırı milliyetçi ve ultra Ortodoks hükümet üyeleri her konuda hemfikir olmasalar da İsrail yargısını zayıflatmak ve hükümetin mahkemeler ve bürokrasi üzerindeki kontrolünü güçlendirmek konusunda birleşmiş durumdalar.

Geçtiğimiz ay Netanyahu hükümeti tam da bu hedefe yönelik planlarını açıkladı. Her ne kadar ılımlı terimlerle ifade edilse de planlanan bu değişiklikler, siyasi sistem içerisindeki neredeyse tüm kurumsal kontrol ve dengeleri aşındırarak yürütmenin elinde muazzam bir güç toplayacak. Bu da hem İsrail'de hem de işgal ettiği Filistin topraklarında ülkeyi otoriterleşmeye sürüklemek üzere, koalisyonun üzerinde anlaştığı adımların atılmasını sağlayacak.

Netanyahu bu reformların yasama ve yargı arasındaki güç dengesini yeniden kurmak için gerekli olduğunu iddia ediyor. 21 Ocak'ta 130,000'den fazla gösterici, önerilen değişiklikleri protesto etmek için Tel Aviv ve diğer şehirlerde sokaklara döküldü. O tarihten bu yana, pek çok İsrail vatandaşı, yaklaşan diktatörlüğe karşı çıkmak üzere nedeniyle her gün gösteri düzenleniyor. 28 Ocak’ta düzenlenen gösteriye 100,000'den fazla İsrailli katıldı. Popülist taktik tahtasını takip eden Netanyahu ve müttefikleri, protestocuları elitist, dış destekli, radikal solcular olarak nitelendirdi. Ancak öğrenciler, akademisyenler, uzmanlar, sivil toplum üyeleri ve ekonomistler, ekonomiye zarar verebileceği ve İsrail'in yüksek teknoloji sektörü için yabancı yatırımı çekme kabiliyetini etkileyebileceği uyarısında bulunarak hükümetin planına karşı harekete geçti.

İsrail siyaseti hiç bu kadar kutuplaşmamıştı. Özellikle kendisine yöneltilen suçlamalar hız kazandıkça, Netanyahu ve partisi, yargı sistemi üzerindeki baskısını artırıyor. Netanyahu, planladığı değişikliklerin, ısrarla kendi davasıyla bir ilgisinin olmadığını iddia ediyor. Ancak bu değişiklikler yasalaşırsa Netanyahu, başsavcılık ve başsavcı ofislerini yeniden yapılandırma ve kendisiyle ilgili davaları inceleyecek yetkilileri yeniden atama yetkisine sahip olacak. Hükümetin, yargı atamaları üzerinde kontrol sahibi olması, Netanyahu'nun temyiz başvurusuna hangi yargıçların bakacağını belirlemesini de sağlayabilir.

Şu anda reformların geçmesi muhtemel görünüyor. Netanyahu parlamentoda istikrarlı bir çoğunluğa sahip ve koalisyon ortakları, muhalefetin yerleşik prosedürleri çiğnemekle eleştirdiği bir dizi yasa ile yargıya yönelik baskısını hızlandırdı. Yüksek Mahkemenin, reformlar parlamentoda onayladıktan sonra iptal yetkisini kullanması durumunda ülke büyük çaplı bir anayasal krize sürüklenecek. Ancak her iki durumda da Netanyahu hükümeti, ülkede bölünmeleri derinleştirmiş ve İsrail demokrasisini zayıflatmış olacak.

Yargı savaşları

1949'dan 1992'ye kadar Yüksek Mahkeme yürütme erkinin kabul ettiği kararların denetimini gerçekleştirdi, ancak bu dönemde, bireysel hakların ihlal edilmesi, yasaları iptal gerekçesi olarak sayılamıyordu. 1992 yılında Knesset bu haklarla ilgili iki temel yasayı kabul etti: Birinci temel yasa: İnsan Onuru ve Özgürlüğü, ikinci temel yasa ise İşgal Özgürlüğü. Bu yasalar sadece haysiyet, özgürlük, mahremiyet, mülkiyet, dolaşım ve işgal gibi belirli hakları korudukları için değil, aynı zamanda sayılan hakların ancak devletin değerleriyle uyumlu olması, uygun bir amaç için çıkarılması ve gerekenden fazla olmaması halinde sınırlandırılabileceğini belirten sözde sınırlama hükümleri içerdikleri için de yeniydi. Bu prensipten hareketle, üç yıl sonra Yüksek Mahkeme, temel yasaların olağan yasalardan üstün olduğuna ve dolayısıyla bunları ihlal eden her türlü yasayı iptal etme yetkisine sahip olduğuna karar verdi.

O tarihten bu yana Yüksek Mahkeme, sığınmacıların hapsedilmesi, cezaevlerinin özelleştirilmesi ve Batı Şeria'da Yahudi yerleşimlerini mümkün kılmak için Filistinlilere ait özel arazilerin kamulaştırılması gibi konularda 22 kanun ve hükmü iptal etti. Zaman içinde Mahkeme, temel yasada yer alan haysiyet hakkını, ifade özgürlüğü ve eşitlik hakkını da kapsayacak şekilde yorumladı.

İsrail’de, 1953 yılından bu yana Yüksek Mahkeme üyeleri, üç Yüksek Mahkeme yargıcı, iki bakan, iki Knesset üyesi ve iki İsrail Barolar Birliği üyesinden oluşan farklı kurulların katılımıyla seçiliyor. Bir Yüksek Mahkeme üyesinin atanması için dokuz üyeli komitenin yedi üyesinin oyu gerekir. Bu da hiçbir grubun tek başına hareket edemeyeceği anlamına gelir. Yargıçlar politikacıların istediklerini, politikacılar da yargıçların istediklerini veto edebilir. Bu durum, genel olarak merkeziyetçi nitelikte yargıçların seçilmesine zemin hazırlayan bir konsensus ve pazarlık sisteminin oluşmasına yol açar.

Ancak Yüksek Mahkeme, temel yasalar ve üyelerini savunmak için verdiği kararlar dolayısıyla giderek fazla liberalleşmek ve yetkilerini aşmakla suçlayan İsrail sağının hedefi haline geldi. Netanyahu ve müttefikleri, temel yasaların Mahkeme'ye yasaları iptal etme yetkisi vermediğini ve her halükârda Mahkeme'nin anayasal ve idari denetim yetkilerini olabildiğince geniş yorumladığını, aynı zamanda mevcut iç tüzüğünü genişlettiğini savunuyor. Sağcılar ayrıca Yüksek Mahkeme'nin ulusal güvenlik konusunda aşırı müdahaleci davrandığını da iddia ediyor.

Aslında Yüksek Mahkeme, özellikle ulusal güvenlik konularında ve hükümetin işgal altındaki topraklarla ilgili eylemlerini incelerken devletle oldukça uyumlu bir tavır sergiliyor. Mahkeme, Batı Şeria'da İsrail’in uluslararası hukuka aykırı yerleşimlerinin yasal olduğu yönünde karar vermeyi sürekli olarak reddetti. Diğer yandan savaş hukukunu ihlal eden Filistinli savaşçıların evlerinin yıkılmasına da izin verdi. Mahkeme, Filistinlilerin özel mülklerine sınırlı koruma sağlamanın ötesinde, 55 yıllık işgale uluslararası meşruiyet cilası çekerken, yerleşimlerle ilgili neredeyse her politikaya izin verdi.

Yüksek Mahkeme'nin yetkilerini elinden almaya kararlı olan aşırı sağcı koalisyon, yargı atamalarının yapıldığı süreçten, hükümetin hukuk danışmanlarının statü ve yetkilerine kadar her şeyi elden geçirmeye başladı.

Topyekûn bir saldırı

Hükümetin önerdiği plana göre, Yüksek Mahkeme ancak 15 yargıcın tamamının konuyu değerlendirmesi ve 12'sinin aynı fikirde olması halinde yasaları iptal edebilecek. Böylesine yüksek bir çıta, çok az sayıda yasanın iptal edileceği anlamına geliyor. Mahkeme bir yasayı iptal etmeyi başarsa bile, bu, yasanın sonu olmayacak. Zira reform tasarısı, Knesset üyelerinin salt çoğunluk oyuyla Yüksek Mahkeme’nin iptal kararını geçersiz kılmasına izin verecek sınırsız bir "notwithstanding maddesi" (parlamentoda salt çoğunlukla yargısal denetimi askıya alma) de içeriyor. İsrail parlamenter sisteminde her hükümet çoğunluğu elinde tutuyor. Dolayısıyla bu madde, temel haklar, siyasi katılımla ilgili haklar, hatta oy kullanma hakkı gibi her türlü hakkın geçersiz kılınmasına imkan tanıyacak. Reform planı, hükümetin yargı atamaları kurulunu tam çoğunluğa sahip olacak şekilde dönüştürmeyi de amaçlıyor.

Birçok demokratik ülkenin aksine İsrail'de yasama ve yürütme erki üzerinde çok az denetim vardır. Hükümet Knesset'i kontrol eder ve koalisyon genellikle bakanlar kurulunun aldığı kararlar doğrultusunda blok olarak oy kullanır; bu da başbakan liderliğindeki birkaç güçlü bakanın yasamayı kontrol ettiği anlamına geliyor. Sonuç olarak, yürütme gücü üzerindeki en önemli kontrol yargı denetimidir ve hükümetin planı bu denetimi fiilen sona erdirecek.

Hükümet bu reformların diğer ülkelerin düzenlemeleriyle uyumlu olduğu konusunda ısrar ediyor. Örneğin Kanada'da "notwithstanding" maddesi var ve Birleşik Krallık'ta mahkemeler yasaları iptal edemiyor. Ancak bu ülkelerde İsrail'de olmayan denge ve denetleme mekanizmaları var ve İsrail hükümetinin de bunları uygulamaya niyeti yok. Eğer herhangi bir uluslararası karşılaştırma yapılacaksa bu, Başbakan Viktor Orban yönetiminde liberal demokrasiden otokratik bir rejime dönüşen Macaristan ile yapılabilir. Ancak İsrail'deki durum potansiyel olarak daha tehlikeli. Macaristan, bu düşüşü tersine çevirmese bile yavaşlatabilecek güçlere sahip olan Avrupa Birliği'nin şemsiyesi altında. İsrail ise benzer bir uluslararası gözetim altında değil ve içinden çıkılmaz patlamaya hazır bir çatışmanın içerisinde.

Orban anayasayı, yargının yapısını ve yetkilerini, seçimleri düzenleyen yasaları değiştirerek iktidarını sağlamlaştırdı. Ayrıca bürokrasiyi partiye sadık kişilerle doldurdu, basın üzerindeki kontrolünü sıkılaştırdı ve hükümet fonlarını Orban yanlısı medya kuruluşlarına yönlendirdi. Şu anda sadece yüzde 20'si bağımsız olan Macar medya kuruluşları, sürekli siyasi, hukuki ve ekonomik baskı altında. Mahkemelerin gücünün azaltılması bunu mümkün kıldı, bu nedenle İsrail hükümetinin ilk olarak yargıyı hedef alması tesadüf değil.

Netanyahu hükümeti, yargıyı elden geçirdikten sonra, seçim yasalarını değiştirerek "terörizmi destekleyen" münferit açıklamaları bile yasaklamak istiyor. Bu yasak, İsrail'in işgaline yönelik ağır eleştirileri ve hatta Filistin direnişinin üstü kapalı bir şekilde teşvik edilmesini de kapsayacak şekilde yorumlanabilecek. Böylece birçok Arap'ın Knesset'e aday olmasını fiilen engelleyecek. Eğer bu yasa kabul edilirse, İsrail'in Filistinli vatandaşları arasında oy kullanma oranında önemli bir düşüşe neden olacak ve muhalefetin hükümet kurmak için gereken asgari 61 Knesset üyesine ulaşmasını zorlaştıracak. Böylece Netanyahu hükümeti daha da güçlenecek.

Medya düzenlemesi

Netanyahu hükümeti ayrıca medyada reform planlarını da açıkladı. İletişim Bakanı Shlomo Karhi, devlet destekli televizyon ve radyo istasyonlarını özelleştirme niyetinde olduklarını açıkladı. Bu hamle, çoğu gözlemci tarafından, eleştirel basını ve bağımsız haberciliği kısıtlamaya yönelik bir girişim olarak görülüyor. Başbakanlık Ofisi Bakanı Galit Distel Atbaryan ise daha da ileri giderek, devlet tarafından finanse edilen medyanın özelleştirilmesi yerine tamamen kapatılmasını desteklediğini “çünkü: ne zaman özelleştirirseniz sol içeri sızar” diyerek, ifade etti. Bu arada Kültür Bakanı Miki Zohar, "devletin imajına zarar veren" eserlerin finansmanını reddederek hükümetin sanat harcamalarının sınırlandırılması planını açıkladı. Bu iki aşamalı politika değişikliği hedefinin açık bir amacı var: Eleştirel içeriği kamusal alandan uzaklaştırarak ifadeyi bastırmak ve hükümetin iktidar üzerindeki hakimiyetini güçlendirmek. 

Önerilen medya reformları önemli bir tepkiye yol açtı ve şubat ayı başında hükümet bu reformları askıya aldığını açıkladı. Hükümetin bu U-dönüşü için gösterdiği gerekçe oldukça çarpıcı: Hükümet yetkilileri, yargı reformlarının en önemli öncelikleri olduğunu, dolayısıyla bu reformlar onaylanmadan, dikkatlerin dağılmaması gerektiğini ifade etti. Her halükârda, yargı reformları bir kez kabul edildiğinde, kamu televizyon ve radyo istasyonlarını dağıtmak daha kolay olacak.

Filistin topraklarında işgal tahriki

Son olarak, hükümet işgal altındaki topraklarda daha sert bir yaklaşım benimsemeyi planlıyor. Netanyahu, hükümet programını sunarken Yahudilerin Batı Şeria da dahil olmak üzere tüm İsrail toprakları üzerinde münhasır haklara sahip olduğunu belirtti. Bu da Filistinlilerin kendi topraklarındaki haklarını fiilen yok ediyor. Koalisyon anlaşmalarında Netanyahu, aşırı sağcı ortaklarına hükümetin Batı Şeria'da daha fazla yerleşimi teşvik edeceği ve nihai ilhak için zemin hazırlayacağı sözünü verdi. Ayrıca Filistinlilere ait özel araziler üzerinde kurulan yerleşim karakollarını öngören bir yasanın Yüksek Mahkeme tarafından iptal edilmesinin ardından Netanyahu bunları "düzenli hale getirme" niyetinde olduğunu açıkladı.

Netanyahu, İsrail'deki en aşırı Filistin karşıtı siyasetçilerden biri olan Bezalel Smotrich'i Savunma Bakanlığı bünyesinde Batı Şeria'daki sivil işleri denetlemekle görevli özel bakan olarak atadı. Netanyahu bu denetim yetkisini fiilen ordudan alıp siyasi bir isme devretmek suretiyle hükümetin ilhakçı niyetinin sinyalini vermiş oldu.

Bütün bunlar birlikte ele alındığında, Netanyahu hükümeti tarafından önerilen reformlar, İsrail'in zaten kusurlu olan demokrasisine bir saldırı anlamına geliyor. Hükümetin gündemi ve bunun işaret ettiği otoriter dönüş, şimdiden kitlesel protesto hareketlerine neden oldu. Ayrıca İsrail dışında Fransa ve ABD gibi ülkeler, yaklaşan değişikliklerle ilgili çekincelerini dile getirirken, uluslararası düzeyde geniş çaplı endişelere yol açıyor. Netanyahu ve koalisyonu İsrail'i Macaristan rotasına sürüklemeye devam ederse, sadece ülkenin demokratik kurumlarını değil, müttefikleriyle olan ilişkilerini de tehdit edecek.


Bu yazı 08 Şubat 2023 tarihinde Foreign Affairs’de “The End of Israeli Democracy?” başlığıyla yayınlandı. Hasan Yalvaç tarafından bölümler halinde çevirilen metinde editoryal düzenleme yapılmıştır.