×
EKONOMİ

ANALİZ

De-Dolarizasyonun Hali Ahvali ve BRICS

Son dönemde ABD'nin küresel hegemonyanın getirdiği yüklerden kurtulma isteği, uluslararası ticareti ve dolarizasyonu da etkiliyor. ABD orta ve uzun vadede artık kendisini ne jeopolitik ne de finansal “sorun çözücü” olarak görüyor.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI sona ererken kurulan düzenin en önemli ayaklarından birisi iktisadi alanda gerçekleşti ve Bretton Woods Sistemi olarak da tanıdığımız gelişmeyle ABD doları (dolar) küresel değer belirleme hüviyeti kazandı. Böylece dolar her merkez bankası için rezerv olarak tutulması gereken ve kendi para biriminin değerine müdahale etmeye yarayacak bir aygıta da dönüştü. Rezerv para birimi özelliği ve uluslararası ticaretteki baskın kullanımıyla birlikte dolar, ABD için küresel hegemonyasını dayandırdığı bir güç oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD grand stratejisinin üstün ve hakim olma yönündeki arayışına uyumlu olarak doların küresel para birimine dönüşmesi bu arayışa katkı verdi.

Doların devam eden hakimiyeti ise bir süredir hem meydan okumalarla hem de krizlerle karşı karşıya. 2008 krizi önemli bir kırılma olarak neo-liberalizmin geleceği için kuşku yarattı ve dahası bu süreç ABD’yi de küresel hegemonya yükünden vazgeçme noktasına getirdi. Geri kalan dünyada ise döviz kuru ve varlıklar riski ortaya çıktı. B. Obama dönemiyle başladığını söyleyebileceğimiz yeni grand stratejik süreçte ABD, “küresel polis” olmanın getirdiği maliyetten sıkılmış görünüyor ve odağını Pasifik’e çeviriyordu. Grand stratejideki dönüşümün dolar ile olan ilişkisine bakıldığında ise benzer biçimde ABD’nin uluslararası ticaretin sürmesine olanak veren kayıplarına daha fazla direnmek istemediği de anlaşılıyor. “Güvenli ortam” olan ABD’de, yabancı sermayenin akışı cari işlemler dengesizliğine olanak veriyor. Bunun kadar bir diğer dikkat çekici mesele ise dolara yönelik sürekli olan talebin aşırı değerlenme sağlaması. Dolar değerlendikçe ithalat kolaylaşabiliyor ancak aksine ABD kaynaklı üretim uluslararası piyasa için gittikçe daha pahalı oluyor. Bu durum geçtiğimiz yirmi yılın özellikle küreselleşmeye odaklı eleştirilerin sebeplerinden birisi. 

ABD ekonomisi için dolarizasyonun ne denli başarılı bir tercih olduğu tartışılabilir çünkü bu yapıdan kazançlı olanlar da yok değil; ancak bahsettiğimiz grand stratejik dönüşümün iktisadi ayağının ABD üretimine ve istihdamına olan bakışı ile Çin’e karşı yürütülen korumacı tutum Washington yönetiminin yönüne dair işaretler veriyor. D. Trump gerek kampanya sürecinde gerek başkanlığı sürecinde ABD üretiminin aldığı zarara vurgu yapmış ve işsizliğin yükseldiği ve imalatın zayıfladığı yerlerde oy alabilmişti. 2017 yılında göreve başladığı dönemde “Kendimizinki yerine diğer ulusların sınırlarını koruduk; Amerikan altyapısı çürürken denizaşırı ülkelere trilyonlarca dolar harcadık; ülkemizin zenginliği, gücü ve güveni ufukta kaybolurken diğer ülkeleri zengin ettik” ifadelerini kullanan D. Trump, ABD için grand stratejik dönüşümün iktisadi ayağının korumacı ve milliyetçi bir yöne evirileceğini işaret etmişti. Günümüzde ise J. Biden aynı şekilde bu tutumu sürdürmekte. Özetlenecek olursa ABD, hegemonyanın getirdiği yüklerden kurtulmak isterken bu tutum uluslararası ticareti ve dolarizasyonu da etkiliyor. ABD artık kendisini ne jeopolitik ne de finansal “sorun çözücü” olarak görüyor orta ve uzun vadede. 

Kısmen iç iktisadi etkisini yansıtan bu durumun ötesinde ise ABD tarafından doların bir silah olarak kullanılması var. ABD çıkarlarına uyumsuz politikalar geliştiren devletler, ilk olarak bu büyük gücün yaptırımlarına maruz kalırlar. Başta İran ve Venezuela olmak üzerine geliştirilen yaptırımlardan tanıdığımız üzere dolarla ticaretin yasaklanması, hesapların ve varlıkların (assets) dondurulması mümkün. ABD, uluslararası ticaret üzerindeki hakimiyetini ve temel rezerv unsuru olan dolara sahip olmasını bir siyasi silah olarak kullanarak de-dolarizasyon için bir çok ülkeyi çabaya sevk ediyor. BRICS bu konuda başı çeken grup olarak göze çarparken mensuplarından – aynı zamanda G20 üyesi olan – Rusya’nın Ukrayna savaşı sonrası karşılaştığı yaptırımlar her devlet için bir erken uyarı olarak algılandı. Daha doğrusu ABD’nin dolar ve uluslararası finans sistemi üzerindeki hakimiyetini Rusya’ya dahi bir silah olarak kullanabilmesi tüm ülkeleri rezervleri konusunda kuşkuya düşürdü. 

Tarafsızlığı sebebiyle rezervlerin rahatça tutulduğu “merkez bankalarının merkez bankası” namına sahip Basel’deki Bank for International Settlements tarafından dahi bu yaptırımlara uyulması Rusya’yı ciddi bir zarara uğrattı. Öte yandan bu banka böyle bir tutumu İkinci Dünya Savaşı’nda dahi herhangi bir üyesine karşı sergilememişti. Rusya’nın 300 milyar dolarını donduran bu yaptırımlar karşısında doların aşılması temel çıkış yolu oldu. Buna örnek olarak Rusya-Çin arasındaki ticaret renminbi üzerinden gerçekleşti ve Moskova yönetim Çin’in para birimi üzerinden rezerv tutma yoluna gitti.

De-dolarizasyon konusunda dünya çapında bir eğilim olduğunu söylemek gerekir. Verilere göre 1977’de merkez bankalarındaki rezervlerin %85’i dolar iken bu oran 2000’de %72’ye, günümüzde ise %59’a geriledi. Gerilemiş bu haliyle dahi dolar halen en ciddi rezerv unsuru; çünkü en yakın takipçisi %20 ile euro. Diğer yandan Uluslararası Altın Konseyi (International Gold Council) merkez bankalarının altın talebinin 2022’de bir önceki yıla göre %152 yükseldiğini bildirdi. Bu durumu merkez bankalarının Rusya ile benzer bir duruma düşmeme noktasında rezervleri çeşitlendirdiği şeklinde yorumlamak mümkün. Rezervlere ilişkin de-dolarizasyon konusunda halen çok erken bir dönemdeysek de bu durumu hızlandıracak başlıca unsur, ABD’nin doları bir silah olarak kullanmaya devam etmesi ve uluslararası ticarette diğer para birimlerinin kullanımı olacak. 

Birçok uzman ABD yaptırımları ve dolarizasyonun gücünü aşırı kullanılan antibiyotiğe benzetiyor ve böylece vücuttaki bakteriler gibi uluslararası finansın da dolara karşı bağışıklık kazanacağını belirtiyorlar. Doların rezervlerde daha az yer tutmasını bu eğilime benzetmek mümkün; ancak belirginleşen de-dolarizasyon adımı, ticarette farklı para birimlerinin kullanılmasıyla mümkün. Farklı para birimlerinin kullanımı için Rusya-Çin örneğinde değinildiği gibi BRICS bu kapsamı genişletme arzusunda. Yeni alınan genişleme kararıyla özellikle Çin ile kurulan ticari düzende yerel para birimleri ön plana çıkabilecek. 

Çin tarafından atılan bu adım sıklıkla dile getirilen çok-kutupluluğa geçişin uluslararası ticaret boyutu olabilir. Uluslararası sistem değiştikçe eskiye dair her düzen sorgulanıyor ve dolarizasyon da bunun bir parçası. Bu noktada BRICS’i G7’nin rakibi olarak da düşünmek mümkün. Soğuk Savaş’ın Kuzey Atlantik ve Varşova karşılaşmasına benzer şekilde bu iki örgütlenmeyi yeni-Soğuk Savaş’ın kutupları olarak varsayabiliriz; ancak durum bu sefer Batı’nın düşündüğü kadar kolay olmayabilir. Doların elde ettiği güç, tarihte hiçbir para biriminin erişemediği bir noktaya gelmiş olsa da BRICS ülkeleri hem nüfusu hem üretim kapasitesiyle Batı’nın sırtını dönebileceği bir grup değil. Dahası başta Avrupa devletleri olmak üzere G7’nin en önemli ticari partneri Çin, bu grubun liderliğini yürütüyor. 

BRICS için bir blok olarak hareket edemeyeceği; çünkü Asya’da hakimiyet için Hindistan, Rusya ve Çin arasında çok yönlü bir mücadelenin olduğu iddia ediliyor. Bu mücadele gerçek olsa da Batı’nın arzuladığı ölçüye erişmeyebilir. Batı tarafından yapılan yorumlar bir fikir gibi sunulsa da temelinde arzu var ve bu ülkelerin çatışarak birbirini yıpratması bu arzuyu ortaya koyuyor. BRICS üyeleri aralarındaki çatışma haline karşın bir uyum ortaya koyacaksa bunu G7 gibi ilkelere göre değil uluslararası siyasetin hakikati olan çıkara göre oluşturacaklardır. Diğer bir ifadeyle G7 bir inanç ürünüyken BRICS pragmatik bir grup. Bu haliyle bir bloklaşma olacaksa ki özellikle Çin sebebiyle olası görünmüyor; BRICS’in başarılı olması nispeten daha kolay. ABD’nin NATO’yu daha fazla ne kadar sırtlayabileceği ise meçhul.

MEHMET ÇAĞATAY ABUŞOĞLU

Doktora derecesini Anadolu Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler üzerine alan Abuşoğlu'nun başlıca çalışma alanları Grand Strateji, ABD Dış Politikası, Ortadoğu ve Orta Asya'dır.