×
KÜRESEL
1.02.2021

ANALİZ

“Dijital Devler” Siyaset ve Demokrasi

İfade özgürlüğü üzerindeki denetim Silikon Vadisi’ne bırakılmamalı.
6 OCAK'TA ALINAN KARARA pek çok kişinin ilk tepkisi açık bir rahatlama haliyle özetlenebilirdi. Çünkü görev süresinin sonlanmasına 14 gün kala başkan, yıllardır taciz, yalan ve saçmalıklarla dolu paylaşımlarla sosyal medyayı aktif olarak kullandıktan sonra Twitter’dan uzaklaştırıldı. Çok kısa bir süre içinde, yandaş ve destekçilerinin çoğu da Silikon Vadisi’nin politikaları nedeniyle aynı akıbeti paylaştı. Bu kakofoninin sonucu mutluluk vericiydi. Ancak bu barış hali, Amerika ve diğer tüm demokrasiler için korku verici bir durum olan ifade özgürlüğünün sınırlandırılması tehlikesinin üstünü örtüyordu.

Kongre Binası baskınını izleyen süreçteki yasaklar bir kaosa işaret etmekteydi. 7 Ocak’ta Facebook, Donald Trump’ın hesabını “süresiz” şekilde askıya aldı. Twitter bir gün sonra Trump’ı kalıcı şekilde yasaklayarak bu süreci devam ettirdi. Snapchat ve YouTube da benzer şekilde Trump’ın hesaplarını engelledi. İlerleyen süreçte bir dizi başka hesap daha askıya alındı. Google ve Apple, aşırı sağcılar arasında popülerlik kazanmış küçük bir sosyal medya uygulaması olan Parler’ı mağazalarından çıkardılar. Amazon ise Parler’ı bulut hizmetinden kaldırarak uygulamayı tamamen kullanılmaz hale getirdi.

Bu durum gerçekten de öfke dolu bir kalabalık karşısında kabul edilebilir miydi? Yasal olarak özel şirketler istediklerini yapabilme hakkına sahipler. Ancak yine de bazı kararlarda tutarlılık ve orantılılık olmadığı aşikâr. Twitter, Trump’ın “şiddeti daha fazla kışkırtma riskinden” bahsetmesine rağmen, bahsi geçen paylaşımlar anayasal ifade özgürlüğü hakkının kötüye kullanıldığını tanımlayan hukuki eşiği geçmiyordu. Aynı dönemde Twitter ve internet üzerinde Ayetullah Ali Hamaney’e gelen ölüm tehditlerine ulaşmak oldukça kolaydı. Şirketler, kışkırtma ifadesi için daha çok bireysel paylaşımlara odaklanmalıydı. Ancak bunun yerine, başkan da dahil olmak üzere tüm ayrık/uç sesleri ana akımdan uzaklaştırarak kullanıcıların sosyal medya hesaplarını engelleme yolunu tercih ettiler. Parler’ın yeterince denetlenmeyen ve şiddet içeren paylaşımlarındaki gibi bazı durumlarda harekete geçilmesi gerekliydi. Ancak ifade özgürlüğünün ne zaman engelleneceğine dair açık ve kapsamlı bir kriter yoktu. Tarafsız olması gereken bulut bilişim hizmetleri de dahil olmak üzere internet altyapısı, bölücü partizan mücadelenin içine çekilme riski ile karşı karşıya görünüyor.

Bir diğer sorun ise kararları kimin aldığı konusudur. Söz konusu teknoloji endüstrisi olduğunda bu, kontrolün birkaç seçilmemiş ve sorumsuz yöneticinin elinde olduğu anlamına geliyor. Belki de bu kişilerin niyetleri gerçekten demokrasiyi korumaktır ancak bundan daha az önemli başka güdülere de sahip olabilirler. Bazı Demokratlar mevcut durumu hoşnutlukla karşıladı, ancak herhangi bir yeni ifade özgürlüğü düzenini onun daha geniş uygulamalarını da hesaba katarak değerlendirmeleri gerekir. Aksi takdirde geçen hafta düşmanlarını susturan bir hareket, ileride onları da susturacak bir örnek halini alabilir. Bu durumu hoşnutlukla karşılamayanlar benzer bir ihtimale dikkat çekiyordu. Almanya Lideri Angela Merkel, özel firmaların ifade özgürlüğü kurallarını belirlememesi gerektiğini vurguladı. Rus muhalif Alexei Navalny, “kabul edilemez sansür eylemini” kınadı. Twitter’ın CEO’su Jack Dorsey bile bunu “tehlikeli bir örnek” olarak nitelendirdi.

Çevrimiçi ifade ve konuşma durumunu ele almanın daha iyi bir yolu var. Sektörü daha rekabetçi hale getirme fikri, firmaların nüfuzunu azaltarak ve viralliğe dayanmayan yeni iş modellerini teşvik ederek bu noktada yardımcı olacaktır. Ancak endüstrinin oligopol yapısı devam ettiği sürece farklı bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu aşikardır. İlk adım neyin sansürleneceğine dair bir kriter tanımlamak olmalıdır. Amerika’da bu kriter ifade özgürlüğünün anayasal olarak korunması esasına dayanmalıdır. Şirketler uyarılar ekleyerek veya yasal içeriği sınırlandırarak daha ileri gitmek istiyorlarsa, şeffaf ve öngörülebilir olmalıdırlar. Alınması gereken zor kararlar, insanlara temyiz hakkı sağlayan bağımsız özel kurullara düşmelidir.

Twitter ve Facebook kullanıcılarının %80’inden fazlası Amerika dışında yaşamaktadır. Çoğu ülkede teknoloji firmaları ifade özgürlüğü konusunda yerel yasalara -örneğin Almanya’nın nefret söylemiyle ilgili kurallarında olduğu gibi- uymalıdır. Belarus gibi otokrasilerde Amerika’da gözettikleri standartları temel almaları gerekir. Yine hangi ülkede hangi standartların geçerli olacağına ilişkin kararlar medya kurulları tarafından yönlendirilebilir. Mevcut durum Amerikan şirketlerine çok fazla yerde zarar verecektir: Bu hafta Uganda, çekişmeli bir seçim arifesinde Facebook ve Twitter’ı yasakladı.
 
Amerika yaşadığı anayasal krizi sansürle değil, siyasi bir süreçle çözüme kavuşturmalıdır. Dünya büyük teknoloji şirketlerinin temel özgürlükleri kontrol altına almasına izin vermemeli, aksine çevrimiçi ifade ve konuşma özgürlüğünün ele alınabileceği daha iyi bir yol aramalıdır.

Economist dergisinin 16 Ocak 2021 tarihli sayısında “The sound of silence” başlığıyla yayımlanan bu yazıyı, Uğur Altuntaş’ın çevirisiyle sunuyoruz.