×
ABD

ANALİZ

Eski Başkanı Yargılamak: Amerika’da Hukuk - Siyaset Gerilimi

Eski başkanın yargılanma süreci, Amerikan siyaset düzenini test edecek. ABD hukuk sisteminin siyasi bir silaha dönüştürülmesi ya da sağcı siyasi baskılarla yetkililerin hukuki denetimine engel olma riski arasında bir test olacak bu.
ÜLKE, UZUN YILLAR demokratik normlar ve hukukun üstünlüğünü çiğneyişini izledikten sonra, en sonunda, Manhattan Bölge Savcısı Alvin Bragg, eski Başkan Donald Trump hakkında, iş kayıtlarında tahrifat yaptığına ilişkin bir iddianameyi mahkemeye sundu. Trump'la ilgili başka iddianame ihtimalleri de var: Gizli belgeleri yasa dışı kullanmak, Georgia’daki seçim görevlilerine baskı yapmak ve 6 Ocak'ta Kongre Binası'na yapılan saldırıyı kışkırtmak gibi.

Ancak eski bir başkan ve şu anda da başkan adayı olan bir ismin ilk cezai kovuşturması, Amerikan demokrasisi için açık bir ikilem yaratıyor. Kutuplaşmanın son derece yüksek olduğu bir siyasal ortamda Trump'ın yargılanması, gerçek bir siyasal şiddet ve ABD hukuk sisteminin silaha dönüştürülmesi riskini taşıyor. Diğer yandan, savcı, yargıç ve jürilerin Trump'ı ülkedeki demokratik hukuk düzenine yönelik eylemlerinden dolayı sorumlu tutamamaları, demokrasi ve kamu düzenine yönelik daha cüretkar sağcı saldırıları teşvik etme riskini de taşıyor. 

***
Amerika'nın yakıcı siyaseti

Amerikan siyasetindeki kutuplaşma, eski bir liderin kovuşturulmasını diğer pekçok ülkede olabileceğinden daha tehlikeli hale getiriyor. Her şeyden önce, siyaset güdümlü yargısal süreçler, sert ve çekişmeli siyasi ortamlarda daha olasıdır. Örneğin Brezilya'da federal bir yargıç olan Sergio Moro, eski Cumhurbaşkanı Luiz Inácio Lula da Silva'ya karşı suçlamalarda bulunmak için savcılarla doğrudan işbirliği yaptı ve ardından Lula'nın rakibi Başkan Jair Bolsonaro'nun altında Adalet Bakanlığı görevini üstlendi.

Yine kutuplaşmış bir ortamda, kovuşturmayla karşı karşıya kalan liderlerin destekçilerinin bu duruma aşırı tepki verme olasılıkları da çok yüksektir. Trump'a karşı başlatılan yargısal süreç, Amerika'da destekçileri iyi silahlanmış ve uzun süredir siyasi mücadeleyi varoluşsal bir mesele olarak gören bir başkanlık adayını hedef aldı. Cumhuriyetçi Parti bugün, partinin siyasi tabanını oluşturan ve kimliğini tanımlayan kırsal, beyaz Hıristiyanların sayısındaki azalma dolayısıyla “seçim uygulanabilirliğine” yönelik bir tehditle karşı karşıya. 2006'da Amerikan nüfusunun yüzde 23'ünü oluşturan beyaz evanjeliklerin oranı 2020'de yüzde 14'e düştü. Kısmen bu değişimler nedeniyle, Cumhuriyetçiler son sekiz başkanlık yarışının yedisinde halk oylamasını kaybetti.

Aynı zamanda, ABD'de artan toplumsal çeşitlilik ve beyaz Amerikalıların toplumdaki statülerini beyaz olmayanlara kaptırma korkusu, Cumhuriyetçilerin önemli bir bölümünü radikalleştirdi. Trump döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi'nde görev yapan ve muhafazakar bir deneme yazarı olan Michael Anton, 2016 seçimleri sırasında Trump'ın siyasi destekçileri ile 11 Eylül saldırısında teröristler tarafından kaçırılan United Airlines Flight 93 uçağının kontrolünü geri almaya çalışan ve ölüme mahkum olan yolcular arasında bir paralellik kurduğunda bu perspektif netleşti. Anton, "Kokpiti değiştir yoksa ölürsün," diye yazmıştı.

Anton ve Trump destekçilerinin büyük bir kısmı için Amerikan yaşamının temelleri, aralıksız bir şekilde ülkeye dolmaya devam eden, "özgürlük geleneği, zevki ve deneyiminden yoksun Üçüncü Dünya yabancıları" tarafından varoluşsal olarak tehdit ediliyor. Bu yabancılar, ülkede sağı ezmeye niyetli solun kalıcı zaferine öncülük ediyorlar ve dahası bütün Batı medeniyetini yok ediyorlar. Bu görüş doğrultusunda, (Demokratlara göre yaklaşık iki kat daha fazla silah sahibi olma olasılığına sahip olan) pek çok Cumhuriyetçi, geleneksel Amerikan yaşam tarzını korumak için şiddetin gerekli olabileceğine inanıyor. 

Siyaset bilimci Rachel Kleinfeld'in belirttiği gibi, eskiden uç grupların görüş alanını oluşturan şiddet içerikli retorik ve beyaz üstünlükçü fikirler, bugün Cumhuriyetçi kesimin ana akıma haline geldi. Örneğin Fox News, Amerika Birleşik Devletleri'nde artan sosyolojik çeşitliliğin, yerli beyaz Amerikalıları göçmenlerle “değiştirmeye” yönelik bir üst planın ürünü olduğunu savunan büyük ikame teorisi hakkında yaygın tartışmalara ev sahipliği yapıyor. Cumhuriyetçi Parti seçkinleri, sık sık şiddet içeren söylemler kullanıyor. Hatta bazı muhafazakar liderler, 2022'nin sonlarında Meclis Başkanı Nancy Pelosi'nin kocasına yönelik saldırıyı kutladı. Trump, aşırı sağı harekete geçirmek için açık bir çaba sergileyerek, FBI tarafından silahlı bir dini tarikatın merkezine düzenlenen ve sonrasında ülkede sağcı milislerin büyümesini tetikleyen baskının yıldönümünde Teksas /Waco'da bir konuşma yaptı.

Cumhuriyetçiler arasındaki bu eğilimler göz önüne alındığında, siyasi şiddetin son yıllarda keskin bir şekilde artması şaşırtıcı değil. Kongre üyelerine yönelik tehditler son beş yılda on kat artmış durumda. Bu tür eğilimler, esas olarak aşırı sağcılar tarafından yönlendiriliyor. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi tarafından toplanan verilere göre, camilere, sinagoglara ve Siyahi kiliselere yönelik saldırılar da dahil olmak üzere son zamanlardaki yerel terör eylemlerinin büyük bir bölümü, aşırı sağcı gruplar tarafından gerçekleştiriliyor. Son on yılda siyasi saiklerle işlenen heme tüm cinayetler de aşırı sağcılar tarafından işlendi.

Bu arka planın üzerine, Cumhuriyetçi liderler, Manhattan Bölge Savcısının Trump'a yönelik iddianamesini aşırı terimlerle tasvir etme konusunda neredeyse yarışıyorlar. Meclis Sözcüsü Kevin McCarthy iddianameyi, benzeri görülmemiş bir “gücün kötüye kullanımı" olarak nitelendirdi. Yine Temsilciler Meclisinde önde gelen iki Cumhuriyetçi isimse bunu “siyasi bir cadı avı” ve “açık ve küstah bir siyasi baskı” olarak nitelendirdi. Trump'ın Cumhuriyetçi başkan adaylığındaki ana rakibi ise bunu “Amerikan karşıtı” olarak nitelendirdi. Önde gelen bir muhafazakar uzman bunu “Stalin'in tasfiyelerine” benzetti. Partinin diğer yönetici ve temsilcileri ise “Cumhuriyetçi seçmenin büyük çoğunluğunun iddianameyi siyasi amaçlı gördüğünü” düşünüyor.

Neyse ki, şimdiye kadar, iddianameye cevaben çok az şiddet belirtisi görüldü. Ancak yüksek derecede kutuplaşma ve şiddet içeren retorik göz önüne alındığında, Trump'a yönelik başlatılan yargı sürecinin eski başkanın destekçilerinin şiddete başvurmasına neden olduğu bir senaryo tasarlamak çok fazla hayal gücü gerektirmiyor. Trump’ın yakın bir mahkumiyet ve hapis cezasıyla karşılaşacağı ön görüldüğünde, bu saldırıların riskleri artabilir. Eylemler, mahkemelere saldırıları, artan toplumsal tacizi ve hatta yargı sürecini yürüten, destekleyen savcıların veya politikacıların öldürülmesini veya Trump aleyhine ifade vermeye hazırlanan potansiyel tanıklara yönelik saldırıları içerebilir.

***
Aslında, Trump ve destekçileri, kovuşturmayı durdurmak için açıkça şiddet tehdidini kullanmaya çalıştılar. Trump, Mart ayı sonlarında, kendisine yönelik suçlamalarda bulunulmasıyla ilgili "potansiyel ölüm ve yıkım . . . Ülkemiz için felaket olabilir,” gibi ifadeler kullandı. Sağcı medya bu mesajı yineledi. Fox News sunucusu Jesse Watters, “ülkenin buna katlanamayacağı” uyarısında bulundu “İnsanlar dikkatli olsa iyi olur" dedi. Bir başka Fox sunucusu Tucker Carlson, şu an "AR-15 silahlarınızdan vazgeçmek için muhtemelen iyi bir zaman değil,” dedi. Yoğun kutuplaşma ve artan sağcı şiddet bağlamına yerleştirilen bu tür tehditler, Trump ve destekçilerinin savcı, yargıç veya jüri üyelerinin, hükümet yetkililerini demokratik eylemler açısından denetleme yetkilerine engel olma konusunda gerçek bir tehlike yaratıyor.

Savcı Bragg'ın iddianemesi ve Trump'ın bugün karşı karşıya olduğu diğer olası suçlamalar, iddia edilen belirli suçlardan sorumlu tutulup tutulmayacağının çok ötesine geçiyor. Hukukun üstünlüğü, demokratik istikrar için çok önemli olsa da “beyaz yakalı bir suçtan paçayı sıyıran” zengin beyaz bir iş adamının cumhuriyeti yıkması pek olası değil. Ancak Trump ve destekçileri, hukuk ve yargı süreçlerine yönelik şiddet tehditlerinin etkili olduğunu fark edecek olurlarsa, daha şiddetli davranışlarda bulunmaları muhtemeldir. Bu şekilde, Trump'a dava açılmaması, demokratik sürece muazzam zarar veren bir kısır döngü yaratacaktır.

Dolayısıyla Trump'ın yargılanması, Amerikan demokrasisinin önemli bir sınavını teşkil ediyor. İddianame kesinlikle haklı olsa da artan kutuplaşma ve şiddete sağcı destek ortamında, başkanlık seçimlerinin önemli bir adayına yönelik bir yargılama süreci hafife alınamaz. Bununla birlikte, eski bir başkan ve destekçilerinin şiddetli şantajına boyun eğmek de hiçbir şekilde çözüm değil. Sonuçta, Trump'ı eylemlerinden sorumlu tutmanın gerçekten başkaca bir alternatifi de yok.


Bu yazı 18 Nisan 2023 tarihinde Foreign Affairs’de “The People v. Donald Trump” başlığıyla yayınlandı. Kısaltılarak belli bölümleri çevirilen metinde editoryal düzenleme yapılmıştır.

LUCAN AHMAD WAY

Toronto Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi Profesörü. Steven Levitsky ile birlikte Revolution and Dictatorship: The Violent Origins of Resistance Authoritarianism kitabının yazarı.