×
TÜRKİYE

ANALİZ

İktidar İçin Sinir Harbi: Türkiye Geleceğini Belirleyecek Siyaset İçin Yol Ayrımında

En başta "özgürlükler/küresellik" ve "otorite/yerlilik" arasındaki rekabetle biçimlenen seçim süreci, gelinen noktada, büyük oranda, muhafazakar milliyetçilik ile seküler/liberal milliyetçilik arasındaki rekabete evrilmiş durumda.
TÜRKİYE'NİN VE ULUSLARARASI KAMUOYU'NUN haftalardır beklediği Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri, geçtiğimiz Pazar günü yapıldı. Parlamento seçimlerinde Cumhur İttifakı başarılı bir performans sergiledi. Parlamento seçimlerinde, her iki parti de oy kaybına uğrasa da AK Parti ve MHP %45 civarında oy aldı. Seçim sürecinin en kritik maratonunu oluşturan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ise 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci tura kaldı. Açıklanan resmi sonuçlara göre ilk turda Cumhurbaşkanı Erdoğan %49.5 oranında oy alırken, Kemal Kılıçdaroğlu %44.9 ve Sinan Oğan %5.2 oy aldı. İkinci turda Erdoğan ve Kılıçdaroğlu karşı karşıya gelecek. Ve sonucu büyük oranda ilk turda Oğan’a verilen oyların yönü belirleyecek. 

Erdoğan ve İktidar Cephesi

Genel olarak seçim kampanyasının "özgürlükler/küresellik siyaseti" ile "otorite/millilik siyaseti" arasındaki siyasi rekabet etrafında biçimlendiğini söylemek mümkün. Bu rekabette Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan uzun zamandır izlediği yerli-milli siyaset paradigması etrafında, güçlü yönetim, dışa karşı açık güç rekabeti, özerk/bağımsız dış politika, milli ekonomi, dış güçlere karşı mücadele, bağımsız savunma sanayii ve yerli teknoloji üretimi üzerine kurulu bir kampanya izledi. Bu kapsamda Erdoğan’ın güvenlikçi bir kampanya hattı kurduğu söylenebilir. Mitinglerde kullandığı dil etrafında Erdoğan, kendi adaylığını ve Cumhur ittifakını “vatan, din ve aile” güvenliğinin teminatı olarak sundu. Bu kapsamda muhalefeti “teröristlerle işbirliği yapmakla, hainlikle, kitapsızlıkla, kıblesizlikle, LGBTci olmakla” suçladı. Bu söylemle muhalefeti esas olarak ülkenin güvenliğini/bekasını, dini değerleri ve aileyi tehlikeye atacak bir çevre olarak işaretledi Erdoğan. Bir anlamda muhalefeti, terör-dinsizlik-LGBTcilik arasına sıkıştırdı. AK Parti, bütün seçim kampanyası boyunca, “Bunlar gelirse Öcalan’ı serbest bırakacak, Güneydoğu’ya özerklik verecek” gibi söylemlerle seçmeni etkilemeye öncelik verdi. LGBT faaliyetlerinin yaygınlaşacağı söylemine yaslandı. Ayrıca Erdoğan ve parti, Ayasofya’da ibadet, İslami söylemler ve uygulamalar üzerinden seçmeni etkileme yolunu izledi.   Böylelikle, vatan, din ve aile güvenliği bağlamında bir beka siyasetiyle muhafazakar milliyetçi seçmeni kendi çevresinde toparlama yoluna gitti. Bu yaklaşım esas olarak ülkede kimlik siyasetinin konsolidasyonuydu.

Şüphesiz Erdoğan’ın son beş yıllık iktidarının ve seçim kampanyasının en zayıf karnı, özgürlükler, ekonomik sorunlar, depremin ortaya çıkardığı yapısal meseleler ve Avrupa’yla sağlıklı bir entegrasyon geliştirme sıkıntısıydı. Gündelik yaşam kalitesinin güçlendirilmesi, toplumsal refah, iyi yönetim, yüksek hayat standartları kapsamında önemli bir açık söz konusuydu. Ancak kampanya döneminde bir yandan (EYT, asgari ücretliye zam, öğretmen atamaları, maddi yardımlar vs. etrafında) izlenen “seçim ekonomisi” stratejisi; diğer yandan güvenlik, beka ve güç temelli söylem, gündelik hayata ilişkin talepleri ve sorunları hafifletici bir rol üstlendi. 

Doğrusu, seçime günler kala, başta The Economist olmak üzere Batı basınından Erdoğan’a yönelik saldırılar, Erdoğan’ın sandıkta devrilmesi gerektiğine ilişkin muhalif tutumlar, muhalefete yönelik destek açıklamaları, çok açık bir şekilde Erdoğan’ın yürüttüğü yerli milli siyaset ve güvenlikçi seçim kampanyasının altını dolduran bir işlev üstlendi. Bu da aslında yabancı basının, ülkelerin seçim süreçlerine yönelik taraflı tutumlarının ülke içinde bir dış müdahale olarak algılanarak ters yönde etki üretebileceği konusunda var olan “tarihsel cehaleti” izleme ısrarlarının güncel bir sonucuydu.

Muhalefet / Altılı Masa Cephesi

Diğer taraftan Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı etrafında toparlanan muhalefetse özgürlükler/küresellik temelinde bir seçim kampanyası izledi. Bu çerçevede bireysel, kültürel ve siyasi özgürlüklerin nasıl geliştirileceği, siyasi sistemin Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem etrafında nasıl dönüştürüleceği, ekonomik sorunların nasıl kısa sürede köklü bir şekilde çözüleceği, gençlere hangi maddi imkanların sunulacağı, dışarıdan nasıl yüksek/temiz yatırım getirileceği, asgari ücretin ve memur maaşlarının nasıl artırılacağı, hasılı ülkede refah düzeyinin, insani yaşam standartlarının nasıl güçlendirileceği, Avrupa ile nasıl sağlıklı bir entegrasyonun kurulacağı üzerine kurulu bir siyasi söylem kullanıldı. Demirtaş ve Kavala’nın serbest bırakılması, 15 Temmuz sonrasında görevden alınan KHK’lıların görevlerine iadesi, “Kürt sorunuyla ilgili” daha ileri adımların atılması, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kayyum uygulamalarına son verilmesi, Anayasa’da Türklük tanımı, hükümete yakın teknoloji ve savunma sanayii şirketlerinin üzerine gidilmesi, ulusal teknoloji konusunda yabancı şirketlerle işbirliği gibi başlıklar kampanyayı biçimlendiren parametreler arasındaydı. Kampanya’nın ana omurgası “ülkede otoriterleşen yönetime son vermek ve sistemi yeniden demokratikleştirmek” iddiası üzerine kuruluydu. Böylelikle muhalefet özgürlükler ve küresellik hattı üzerinden içerdeki ekonomik, siyasi, hukuki sorunları çözmeye talip bir cephe olarak kendisini topluma sundu; ülkede özgürlük ve hukuk üstünlüğü gibi normatif temeller üzerinden, siyasal kimlikleri aşan yeni bir toplumsal destek hattı üretmeyi hedefledi.  

Ne var ki bu siyaset paradigmasının yumuşak karnı ve temel handikabı ise savunulan özgürlükçü ve küreselci kampanya söylemi dolayısıyla ülkede düzen, güvenlik, istikrar, yönetim kapasitesi ve yerlilik gibi devlet otoritesine ve toplum bekasına ilişkin başlıklarda büyük boşluklar, belirsizlikler barındırmasıydı. Bu kapsamda muhalefetin bireye, topluma, siyasete, ekonomiye ve yönetime ilişkin bütün vaatleri, toplumsal tahayyüldeki bütün çağrışımlarıyla birlikte, iktidarın siyasi durum ve kampanyasında bir boşluk açmak yerine, onun kampanyasının altını dolduran bir arka fona dönüştü. Erdoğan ve Cumhur iktidarının güvenlik ve kalkınma temalı söylemine karşılık üretemeyen, bu açından boşluğa düşen, hatta belli düzlemlerde belirsizliğin ötesinde kaos ve krize işaret eden bir niteliğe büründü. Muhalefetin kampanyası en başından beri değişim üzerine kuruluydu. Fakat değişim siyasetlerinin en temel koşulu, toplumda bir değişim/belirsizlik korkusu yaratmamak için belli bir düzen ve süreklilik fikrine yaslanmaları, oradan hareket etmeleridir. Değişim talebini siyaseten etkili ve anlamlı kılan şey, belli bir düzen ve istikrar güvencesiyle birlikte sunulmasıdır. Seçim kampanyasından önce, daha mutabakat metninde şahit olduğumuz salt değişim talebi, hemen her şeyi sil baştan değiştirme iddiası, değişim hissi yerine güvenlik duygusuna çarpılır. Günün sonunda muhalefet kampanyasının çarpıldığı yer de işte bu güvenlik duygusu oldu.

Diğer yandan muhalefetin içinde bulunduğu parçalı yapı, hatta yönetim için önerdiği 7 yardımcılı Cumhurbaşkanı planı, üstüne istişareyle hareket etme iddiasıyla yola çıkmışken aday belirleme sürecinde ağır bir krizden geri dönülmesi gibi hususlar, kamuoyu ve seçmen nezdinde muhalefetin yönetme kabiliyetini sorunsallaştıran ve zayıflatan noktalardı.

Ayrıca metroda sakallı bir vatandaşa saldırma görüntüsü, önündeki başörtülüye “Arabistan’a gidin diyen” adamın videosu, AK Parti’ye oy vereceğini söyleyen kadına küfreden "kahraman" teyze videosu bütün bunlar, Whatsapp gruplarında ve sosyal medyada hızla yayıldığında, muhafazakar seçmende kimliksel bir varoluş kaygısı, ontolojik bir güvenlik duygusu üretti ve seçmeni Erdoğan etrafında toparlanmaya sevk etti.

Gelinen noktada muhalefet ikinci tur için, "terörle mücadele politikası, teknoloji ve savunma sanayii programı, kimliksel tutum, dış politika, hükümet kadrosu ve yönetim kabiliyeti" gibi temel başlıklardan oluşan bir meydan okuma çemberiyle karşı karşıya. Bu başlıklar için etkili cevaplar üreterek kamuoyunu ikna edici bir aday profili üretmek gibi bir meydan okuma bu. İlk turdaki sonuçların ardından siyasi rekabetin ekseninde önemli bir değişim söz konusu zira. En başta "özgürlükler/küresellik" ve "otorite/yerlilik" arasındaki rekabetle biçimlenen seçim süreci, gelinen noktada, büyük oranda, muhafazakar milliyetçilik ile seküler/liberal milliyetçilik arasındaki rekabete evrilmiş durumda. Bu, ikinci tur için, oyunu Cumhur ittifakının çizdiği alanlarda oynamak demek. 

Seküler Milliyetçi Hat ve Sinan Oğan

Öbür taraftan seçim sürecinde CHP ve İyi Parti’nin başı çektiği muhalefet içerisinde, özellikle “İslami muhafazakar çevrelerden gelen partilerle ittifak yapılmasını”, ayrıca “terörle bağlantılı parti ve hareketlerle ortak hareket edilmesini” eleştiren, bu anlamda ülke siyasetinde “Atatürkçülük ve milliyetçilikten” uzaklaşıldığını öne süren, “göç ve göçmen” karşıtlığına dayalı yerlici bir dalga etrafında kritik bir ayrışma yaşandı. Bu ayrışma, seçimde Sinan Oğan’ın adaylığı etrafında %5 gibi, seçim sonucunu etkileyecek bir seçmen desteği aldı. Bu oran aynı anda hem Erdoğan’ın hem de Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanmasının önüne geçerek seçimlerin ikinci tura kalmasına neden oldu. Bu noktada ikinci turu, büyük oranda seküler-milliyetçi seçmen içerisindeki ayrışma ve bütünleşme seyri belirleyecek.

Muhafazakar Siyasetin Diğer Aktörleri

Bu seçim sürecinde, muhafazakar siyaset içerisinden gelen, altılı masada yer alan, ancak siyasal başarıları ve etkileri ölçülemeyen/ görülemeyen hareketler var. AK Parti’nin siyaset tarzına bir itiraz ve alternatif olma iddiasıyla yola çıkan Gelecek Partisi ve DEVA Partisi bu hareketlerden. Ayrıca Saadet Partisi de bu partiler arasında.  Söz konusu üç parti, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak hareket ederek kendi ortak adaylarını gösterme tercihinde bulunmadı. Ayrıca parlamento seçimleri için de kendi amblemleriyle seçime katılma yolunu seçmedi.  Bu durum, söz konusu partilerin siyasi etkilerini muğlaklaştırdığı ve zayıflattığı gibi, muhafazakar seçmen nezdinde bir taban oluşturma fırsatını da yitirmelerine yol açtı. Bu da esas olarak hem söz konusu partilerin etki kabiliyetlerini CHP içerisinde eritirken hem de Erdoğan ve AK Parti oylarında bir bölünmenin oluşmasına engel oldu. Dahası, tam da bu ortamda kendi amblemiyle seçimlere giren Yeniden Refah Partisi, aldığı %2’den fazla oy ile İslami muhafazakar seçmen nezdinde, AK Parti dışında alternatif bir parti olarak sivrilmesine fırsat verdi.

İkinci Tura Doğru

Gelinen noktada Erdoğan, ilk turda aldığı %49.5’lik oy oranıyla ikinci tura psikolojik üstünlüğe sahip aday olarak giriyor. Kılıçdaroğlu’nun ikinci turu kazanabilmesi için mevcut oy oranını korumanın yanı sıra, ilk turda Oğan’a gitmiş olan seküler milliyetçi oyun neredeyse tamamını kendisine çekmesi gerekecek.

Sonuçta Kılıçdaroğlu ve muhalefet, ilk turda, seçim kazanmak için sağlam bir vizyon ve strateji geliştirmek yerine, Erdoğan ve Ak Parti'nin kendiliğinden kaybetmesini beklemeyi seçti. Şimdi önlerinde iki haftadan az bir süre var. Muhalefet, ikinci tur için yine aynı yöntemi seçecek olurlarsa o zaman, siyasi ittifaklar arasında iktidarı elde etmek için yürütülen iki haftalık bir sinir harbinin ardından, Erdoğan ve izlediği otorite/yerlilik temelli siyaset bir kez daha iktidara gelecek. Ve Türkiye, güçlü lider siyasetine dayalı bir paradigma üzerinden beş yıllık, yeni bir yolculuğa başlamış olacak.

ŞÜKRÜ MUTLU KARAKOÇ

Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi’de, yüksek lisansını İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde tamamladı. Doktorasını İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yaptı. Karşılaştırmalı siyaset, siyasi sistemler, siyaset sosyolojisi, Türkiye siyaseti ve muhafazakar siyaset konularıyla ilgileniyor.