×
İNGİLTERE
17.04.2021

ANALİZ

İşçi Partisi Joe Biden’dan Neler Öğrenebilir?

Bölünmüş bir Sol nasıl idare edilir?
İŞÇİ PARTİSİ, uzun zamandır, geleceği Atlantik’in karşı tarafındaki teleskoptan gözetliyor. Yeni İşçi Partisi Bill Clinton’un Yeni Demokratlarından ilham almıştı. Ed Miliband ise Barack Obama’nın seçim kampanyasının hevesli bir öğrencisiydi. Jeremy Corbyn ve Bernie Sanders da karşılıklı olarak birbirlerine hayranlık duyuyordu. Amerikan siyaseti bugünlerde Avrupa siyasetinden çok daha heyecan verici. Ki bundan mütevellit İşçi Partisi karar alıcıları, Avrupa’daki başbakanların isimlerinden daha çok Demokrat senatörlerin isimlerini ezbere biliyor. Kitaplıklarındaki rafları da Robert Caro biyografileri ve West Wing dizisinin dvd’leri süslüyor.

Yine de Britanya siyasetinde Amerika’nın yankıları zayıf duyuluyor. Britanya’daki partizanlık Amerika’dakinden çok daha az gürültülü ve Britanya’nın kültürel ve ırksal çatlakları çok daha sığ.  Her ne kadar Boris Johnson, Trumpizm merakı yüzünden mahcup olsa da Covid-19’u tedavi etmek için çamaşır suyu ve dezenfektan içmeyi önermemekte ya da bir isyan ateşini fitillememekte.

İki ülke siyaseti arasındaki en önemli benzerlik, Demokratların Hillary Clinton’un 2016 yılında seçimi kaybetmesini müteakip kendilerini içerisinde buldukları durumla İşçi Partisinin Jeremy Corbyn’in 2017 ve 2019 seçim yenilgileri sonrasında karşı karşıya kaldıkları kriz arasında kurulabilir. Her iki isim de seçmenlerinin ayrıştığını gördü: daha genç, daha çeşitli, şehirde yaşayan seçmenlerinin onlara sadık kalırken; endüstriyel merkezlerdeki seçmenlerin başka adreslere gittiklerine şahitlik ettiler. Kırmızı Duvar olarak (İşçi Partisinin kaleleri olarak) adlandırılan yerlerde İşçi Partisinin yaşamış olduğu üzüntü, Bayan Clinton’un Wisconsin, Michigan ve Pennsylvania eyaletlerinde yaşadıklarına benzer bir hikaye içerir. Merkez siyasetçisi Bay Biden’ın başarısı, İşçi Partisinin radikal siyasetçi Bay Corbyn yerine daha ılımlı olan Sir Keir Starmer’ı getirme kararını da tasdik eder niteliktedir.

Sir Keir ilk olarak Muhafazakar Partiye karşı büyük atılımlar gerçekleştirmiştir, ancak parti içerisindeki kaynaklar, pandemiye rağmen farkı açamadıklarından endişeliler. Dolayısıyla partisi bu hususta tavsiye almaya hevesli. Lisa Nandy, gölge dış işleri bakanı, yeni başlayan yönetime destek programına liderlik etmekte.

Sir Keir’ın ekibi “dünyanın kontrolden çıkmakta olduğu hissiyatında olan” alt-orta sınıf ailelerin güvensizliğini Britanya’nın değişken siyasetinin kökeni olarak görmektedir. Bay Biden bu seçmenlere “iş, itibar, saygı ve topluluk” sözü verdi.  Biden’ın ekibinden çıkarılacak anahtar bir ders şudur ki bir zamanlar Donald Trump tarzı bir devrimci değişime oy veren insanlar, şimdi istikrar özlemi içerisindeler.  Bay Biden gibi, Sir Keir de kendisini güvenilir bir kişi, hukukun üstünlüğünün ve Britanya’nın dünyadaki konumunun bir savunucusu olarak tanıtmaktadır (Bay Biden’ın “Palavra Yok” şeklindeki sloganı aslında idareci Sir Keir için biçilmiş kaftan).

Sir Keir’ın “aileyi önceleyen” politikalarına dair yapmış olduğu bir konuşma, Bay Biden’ın anketçisi John Anzalone’un işçi sınıfının oylarının nasıl geri kazanılacağına dair tavsiyesini yansıtmaktaydı: Bay Johson gibi bir retorikçi ile karşı karşıyayken, bir liderin kişisel değerleri göze çarpan politikalarından çok daha fazla önem taşımaktadır. Sir Keir’ın konuşmaları ahlakçılık açısından daha ağır basan, planlar üzerine ise daha az vurgu yapan bir nitelik taşımaktadır. Sir Keir televizyon mülakatlarında artık bir İngiliz bayrağı önünde oturmakta ve kraliçeye, askeri birliklere ve Britanya insanının kararlılığına duyduğu hayranlıktan bahsetmektedir (Bu çeşit bir deneyimli devlet adamı rutini 78 yaşındaki Bay Biden için çok daha kolay, zira İşçi Partisi lideri ortaokula giriş sınavlarına hazırlanırken Bay Biden Senato’daki koltuğunda oturuyordu). Seçilmiş Başkan Bay Biden gibi, Sir Keir da mütevazi geçmişine vurgu yapmaktadır: “Benim babam hayatının tamamını fabrika ortamında geçirmiş bir uzman aletçiydi” şeklinde bir ifadesi 11 Ocak tarihli konuşmasında bulunmaktadır. 

Ayrıca Bay Biden’ın Atlantik’i aşan boyutları olan kimlik siyasetini de nasıl yönettiğinden çıkarılacak dersler bulunmaktadır – trans hakları, Black Lives Matter hareketi gibi konularda. Demokratlarda olduğu gibi, bu tür meseleler parti üyelerini motive edici görülebilir. Ancak bu durum, seçmenler – özellikle de yaşlı seçmeler – tarafından bir ilgisizlik veya kuşku ile karşılanabilir.  Demokratlar ve İşçi Partisi için YouGov’da çalışmış bir anketçi olan Marcus Roberts’a göre, Bay Biden’ın çözümü, sevgi ve saygı dilinin kuşattığı bir sosyal liberal gündemi benimserken, aynı gemide olmayan seçmenleri fırçalamamaya dikkat etmekti. 

Bay Biden’ın seçim kampanyası aynı zamanda belirli uyarılar da sağlamaktadır İşçi Partisi için.  Pandemiye ilişkin fantastik sözleri ve yıkıcı tepkisine rağmen, Bay Trump 74 milyon oy aldı, yani 2016 yılında aldığından 11 milyon oy fazla aldı ki bu Bay Biden’dan sonra başkanlık yarışında bir başkan adayının aldığı en yüksek oy.  Bay Trump beyaz olmayan seçmenler arasındaki oy oranını arttırdı ve üniversite eğitimi olmayan erkek seçmenler arasında halen baskın bir üstünlüğü bulunuyor. Bay Johnson 2024 yılındaki seçimlerde kırmızı duvardaki oy sayısında benzer bir biçimde atılım gösterebilir. Kamara’da 87 kişilik bir çoğunluğu olan bir başbakanı seçimde yenmek, tek bir dönem başkanlık yapmış bir başkanı seçimde yenmekten daha kolay değildir. Bay Biden belki ilham verici olabilir, ancak pek rahatlatıcı bir ilham olmayacaktır bu.

Economist dergisinin 16 Ocak 2021 tarihli sayısında “What the Labour Party is learning from Joe Biden” başlığıyla yayımlanan bu yazıyı M. Malik Yavuz’un çevirisiyle sunuyoruz.