×
ALMANYA

ANALİZ

İşgalden Sonra: Avrupa’nın Pasifist Devi Uyanıyor mu?

Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı, Almanya'nın onlarca yıllık dışişleri ve güvenlik politikasını tersine çeviriyor. Avrupa'nın pasifist devi daha militarist bir yönelimin eşiğinde.
ALMANYA'NIN merkez sol Sosyal Demokrat Parti'li (SPD) yeni başbakanı Scholz, Paris ve Brüksel'e yaptığı ilk yurtdışı gezilerinde oldukça temkinli, sessiz ve zihni dağınık görünse de şimdi dünyayı bir kriz başbakanı olarak gezmeye özen gösteriyor; silahlı bir çatışmayı sona erdirmek gibi yüksek hedeflerin peşinde koşuyor.

Savaş, Avrupa kıtasına geri döndü. Şiddet, Berlin'e uçakla sadece iki saatlik bir uzaklıkta. Almanya bu çatışmada bir aktör haline geldi ve olası sonuçlara hazırlıklı olmalı. Pek olası olmayan bir nükleer saldırı olasılığına da. Tarihin sonu – demokrasinin diğer hükümet sistemlerine karşı barışçıl zaferi olarak tarihin sonu – kesinlikle sona erdi. Ve şimdi tarih geri döndü. Hem de o eski, son derece tehlikeli yolunda ilerleyerek.

Bütün Almanya şimdi bu tehlikeli yönde ilerleyen tarihe dahil oldu. Meydan okumayı kabul etti. Alman parlamentosunun Şubat ayı sonundaki özel oturumu öncesinde Scholz’un yaptığı konuşmanın mesajı buydu. Alman ordusunu güçlendirmek için özel bir fon, savaş bölgesine silah teslimatı, dünyada daha aktif bir rol: Scholz'un aniden ortaya çıkan son derece yoğun ve devrimci gündemindeki maddeler bunlardı. Bu maddeler, bütün bir ülkenin siyasi karakterini tamamen değiştirmeye yetecek kadar kritik. Savaş sonrasından bu yana oldukça pasifist bir paradigma izleyen ülke, yeniden askeri güce ve demokrasiyi aktif olarak savunma yeteneğine dönüyor. Bütün dünyanın onlarca yıldır cansız bir ekonomik güç merkezi olarak gördüğü ülke, şimdi küresel siyaset üzerinde çok daha büyük bir etkiye sahip olmak için adım atıyor.

Öte yandan, uzun süredir kullanımdan düşmüş gibi görünen bir kelime de son dönemde bir rönesans geçirerek yeniden canlanmış durumda: "Düşman." Alman nüfusunun önemli bir kısmı için, bu kelime 1989'a kadar Sovyetler Birliği için geçerliydi. O tarihten sonra Almanya, merkez sağ Hıristiyan Demokratlardan Savunma Bakanı Volker Rühe'nin dediği gibi, aniden kendisini "dost ülkeler tarafından kuşatılmış" buldu. 1992'de sosyolog Ulrich Beck, "Düşmanı Olmayan Devlet" başlıklı bir makale yayımladı.

Beck, orada şunları yazdı: "Bugüne kadar tüm demokrasilerde iki tür otorite vardır: Biri halktan, diğeri düşmandan kaynaklanır." Düşman tarafından temsil edilen tehdidin, entegrasyonu teşvik ettiğine ve "tüm diğer toplumsal uyuşmazlıkların örtülmesine" yardımcı olduğuna işaret etti. Ayrıca, düşmansız bir Almanya'nın nasıl görünebileceğine ilişkin "derin bir belirsizlik" öngördü.

"Yeniden bir düşmanımız var"

Ancak şimdi, bir kez daha kıtada Batı için önemli olan her şeyi (demokrasi, özgürlük, insan hakları, savaşın reddi gibi şeyleri) göz ardı eden ve onlara saldıran bir düşmana sahip olmanın, Almanya için ne anlama geldiğini düşünmek gerekiyor. Sosyolog Armin Nassehi geçtiğimiz günlerde Alman haber sitesi Zeit Online için yazdığı bir makalede Beck'in fikirlerine daha yakından inceledi ve şöyle yazdı: "Tekrar dikkat kesildiğimiz bir düşmanımız var." 

Almanya'nın silahlı kuvvetlerini, (Bundeswehr)'i finanse etme kararı, şansölye Scholz’un dünya sahnesine çıkışına damgasını vurdu. Bu, liderlik yeteneklerinden şüphe duyan herkesi susturacak türden bir hareketti. Hamburg belediye başkanıyken kullandığı ifadenin teyidiydi: "Benden liderlik beklerseniz, olacağı budur."

Scholz, Dışişleri Bakanı Baerbock dünyayı ve çatışmanın ön saflarını dolaşırken uzun süre sessiz kaldı. Ukrayna hayatta kalma mücadelesi verirken ve diğer ülkeler Ukrayna’ya silah göndermeye başlamışken bile ne yapacağından emin değildi. Hatta bir süre Rusya'ya karşı ağır yaptırımlar uygulamanın önünde duracakmış gibi görünüyordu. Zira ağır yaptırımlar, Alman ekonomisine ve Alman doğalgaz müşterilerine zarar verecekti. Bu noktada Scholz, eski Alman dış politikası oyun kitabını takip ediyormuş gibi görünüyordu: "Durum tehlikeli hale geldiğinde, başınızı aşağı eğin!"

Ama sonra ani ve güçlü bir geri dönüş geldi. İngiliz tarihçi ve kitap yazarı Timothy Garton Ash, Scholz'un, [dış politika ve güvenlik konusunda aktif tutum alan] konuşmasının kendisi için sürpriz olduğunu söyledi. Garton Ash, Almanya'yı son derece iyi tanıyor ve uzun bir süredir Berlin'in Avrupa'da ve Avrupa üzerinden dünyada liderlik rolü üstlenmesi gerektiği yönünde güçlü bir entelektüel yaklaşım sergiliyor. Son yorumlarında, Alman dış ve güvenlik politikasını "bir itici güçten" yoksun olmakla eleştiriyor. Almanya olmadan Avrupa'nın "Rusya, Çin ve diğer güçler tarafından yutulacağını" söylüyor.

Avrupa için yeni bir düzen

Garton Ash, Scholz’un yeni yaklaşımıyla ilgili "güçlü ve net bir konuşmaydı. Bir dönüm noktasıydı" diyor. Almanya için, bunun aynı zamanda bir yanılsamanın sonuna da işaret ettiğini söylüyor. Bu yanılsama, "Wandel durch Handel" olarak adlandırılan, ekonomik ilişkiler yoluyla siyasal değişimi gerçekleştirme ve Rusya ile bir modernizasyon ortaklığı kurma olasılığıydı. Galton Ash, “dürüst olmak gerekirse, bu yaklaşımlar 2014'te Kırım'ın ilhakıyla birlikte terk edilmeliydi," diyor.

Şimdi ise eski Avrupa düzeni yerini yeniye bırakıyor. Ancak Garton Ash, bu yeni düzenin odak noktasında sadece AB ve Rusya'nın değil, aynı zamanda aradaki ülkelerin de yer alması gerektiğine inanıyor: Belarus, Moldova ve Ukrayna. Scholz’un yeni yaklaşımı bu ülkeler hakkında çok az şey söylüyor. Garton Ash’e göre, “yine de bu ülkelerin geleceği, Olaf Scholz'un Doğu Avrupa'ya yönelik yeni politikasının yüzleşmek zorunda olduğu temel sorunu oluşturuyor." Ash, “Şansölyenin tarihe yeni bir düzenin mimarı olarak geçmesi için yanıt bulmak zorunda olduğu temel sorulardan biri bu”, diyor. Bu uzun soluklu bir görev ve sadece Scholz’un sorumluluğunda değil.

"Dünya farklı noktada, politikalarımız da farklı olmalı!"

Annalena Baerbock'un görev süresiyle ilgili öncelikleri açıklamak üzere Dışişleri Bakanlığı'nda basının karşısına çıkmasından bu yana 100 gün bile geçmedi. Daha yeni yemin eden Dışişleri Bakanı, Avrupa'nın stratejik egemenliğini nasıl inşa edebileceğine ilişkin "belirleyici sorunların" "öncelikle askeri alanla ilgili olmadığını" söylemişti. Bu aralık ayındaydı, ancak o zaman bile, Rusya'nın Ukrayna sınırındaki askeri yığınağı göz önüne alındığında oldukça anlamsız bir açıklamaydı. O zamandan bu tarafa yaşanan olayların ışığında, şimdi daha da anlamsız görünüyor.

Scholz tarafından son zamanlarda atılan adımlarla birlikte Alman dış ve güvenlik politikası, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana militarizasyon konusunda en büyük artışı yaşıyor. 27 Şubat'taki özel oturum sırasında parlamentoya yaptığı açıklamalarda Baerbock, "Belki de Almanya bugün dış ve güvenlik politikasında benzersiz ve tekil bir suskunluk dönemini geride bırakıyor," dedi. Ve ekledi: "Eğer dünyamız bugün farklı bir yer haline geldiyse o zaman politikalarımız da farklı olmalı."

Almanya’nın bu özel suskunluk biçimi uzun zamandır şöyle görünüyordu: II. Dünya Savaşı ve Holokost'tan sonra, (Batı) Almanya esasen pasifist bir ülke haline geldi. Elbette Batılı müttefiklerinin izniyle bir ordu kurdu. Ancak toplumunu hem kavramsal hem de politik olarak askerden arındırdı. Amerikan nükleer şemsiyesinin koruması altında, bunu yapmak nispeten basitti. Almanya Soğuk Savaş'ta savaşmak zorunda değildi.

Bu post-kahraman çağının romantik kahramanı Willy Brandt’dı. Brandt, Batı Almanya ve Sovyetler Birliği arasındaki yumuşama politikası "Ostpolitik"in mimarı olan SPD şansölyesiydi. Sovyetler Birliği'nin lideri Leonid Brejnev'le dostluk kurdu. SPD, o zamandan beri Brandt'e adeta tapıyor.

Bu süreç, yine bir SPD üyesi olan Şansölye Helmut Schmidt'in yeniden silahlanma politikalarının protesto edildiği ülkede, barış hareketinin yol gösterici ışığı oldu. Gerçekten de Schmidt nihayetinde kendi partisinden gelen ters rüzgarların üstesinden gelemedi. Romantik değildi, gerçekçiydi. Bu gerçekçiliği onu parti içerisinde “sevilmeyen adam” haline getirdi.

1990'da Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra, yeniden birleşmiş Almanya artık tamamen kenarda duramayacaktı. Fakat askeri operasyonlar söz konusu olduğunda nispeten temkinli olmaya devam edecekti. Almanlar sağda solda savaşmak zorunda kaldı. Alman askerleri savaş alanlarında hayatlarını kaybetti. Ancak dış politika ve güvenlik konusunda pasifizm ülkedeki temel ilke olmaya devam etti.

Dünyanın her yerinden sorular

Ancak Scholz'un bahsettiği dönüm noktası senaryoyu tersine çevirdi. Örneğin Yeşiller Partisi'nin değerlere dayalı bir dış politika konsepti. Baerbock, yakın zamanda çatışma bölgelerine silah sevkiyatına karşı olduğunun altını çizdi, ancak şimdi kendisini Ukrayna konusunda tam tersi bir yaklaşımın arkasına attı. Şimdi bu değişim, gelecekte benzer çatışmalar için ne anlama geliyor? Mesela, Putin'in tankları sınırı geçerse Almanya Moldova ve Gürcistan gibi diğer eski Sovyet cumhuriyetlerinin yardımına da koşacak mı? Berlin, saldırıya uğrarsa, Libya'daki uluslararası kabul görmüş hükümete de silah sevkiyatı yapacak mı?

Yeni Alman hükümeti dünyanın dört bir yanından gelen soru bombardımanıyla karşı karşıya. Geçen hafta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na yaptığı konuşmada Baerbock, bazı meslektaşlarının kendisine "Bizi Avrupa için dayanışma göstermeye çağırıyorsunuz. Ama geçmişte bizim için neredeydiniz?" dediğini söyledi. Daha sonra, "her zaman dünyadaki geçmiş ilişkilerimizi sorgulamaya istekli olmalıyız. Bunu yapmaya hazırım" diyerek devam etti. Başka bir deyişle, Baerbock'un kendi düşüncesi de bir dönüm noktası yaşıyor.

Yeni bir ulusal güvenlik

Koalisyon ortakları, her şeyden önce, odak noktalarının Almanya ve NATO'nun güvenliğini savunmak olması gerektiğini söylüyor. Ama bu, daha da fazla soruyu gündeme getiriyor. Scholz liderliğindeki SPD, Yeşiller ve Hür Demokratlar (FDP) koalisyonu için yapılan görüşmelerde, düğüm noktasını nükleer caydırıcılık doktrininin kabulü meselesi oluşturmuştu. Yeşiller ve SPD, FDP muhalefetinin üstesinden gelmeyi başardılar ve koalisyon anlaşmasına, Almanya'nın, Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması’na (TPNW) taraf devletler konferansında gözlemci statüsü isteyeceği bir pasaj eklediler.

Koalisyon görüşmelerinin sonuçlanmasından kısa bir süre sonra Almanya'nın NATO müttefikleri bu pasajı sorgulamaya başladılar. Ve şimdi Rusya devlet başkanı Putin’in, kendi nükleer silahlarını yüksek alarma geçirmesiyle birlikte, Berlin'in nükleerden arındırılmış bir dünyaya verdiği destek çok safça duruyor. FDP'nin konuyu tekrar gündeme getirmesi kaçınılmaz gibi.

Scholz hükümeti, Almanya için yeni bir ulusal güvenlik stratejisi geliştirme sözü vermişti. İklim politikasının merkezi bir rol üstlendiği geniş bir güvenlik tanımı benimsenmişti. Ancak şimdi, Avrupa'nın kendisini Rus tehdidinden nasıl koruyacağı sorusu, başlangıçta planlanandan çok daha merkezi bir yer tutacak.


Bu yazı, Der Spiegel dergisinde, 09 Mart 2022 tarihinde “Inside Germany's Foreign and Security Policy Revolution” başlığıyla yayınlandı. Bölümler halinde çevrilen metinde editoryal düzenleme yapılmıştır.