×
ARAP DÜNYASI

ANALİZ

İşgalden Yirmi Yıl Sonra: Irak’ta Siyasi Düzenin Kökenleri

Irak’ta bugün etnik-mezhepsel toplulukların kimliksel imtiyazlarına dayalı siyasi sistem ve güç paylaşımı, ülkede toplumsal bütünleşmeden şeffaf devlet kapasitesine, demokratik siyasetten merkezi ordu yapısına kadar pek çok yapısal sorunun temel kökenini oluşturuyor.
YİRMİ YIL ÖNCE bu ay, ABD ve bir avuç müttefik, “Saddam Hüseyin'in diktatörlük rejimini devirme ve yeni, gelişen bir demokrasi inşa etme” sözü vererek Irak'ı işgal etti. Saddam'ı hızla devirmeyi başardılar, ancak demokratik bir Irak inşa etmek çok daha zor oldu. Bunun yerine, 2003'ten sonra ortaya çıkan şey, yolsuzluğa, çıkarcılığa ve zaman zaman önceki rejimin şiddetini anımsatan acımasız baskıya dayalı bir siyasi sistemdi.

Kağıt üzerinde, son 20 yılda Irak, beş ulusal seçim düzenledi; farklı siyasi partiler ve başbakanlar arasında büyük ölçüde barışçıl beş güç devrine tanık oldu. Ne var ki, hükümetler vatandaşlara temel hizmetleri sağlayama konusunda başarısız oldu. Bunun yerine başbakan kim olursa olsun zenginleşen küçük bir elitin çıkarlarına hizmet eden bir yolsuzluk sistemini kutsadı. Iraklılar hayal kırıklığına uğradı. Her seçimde, katılım sürekli düşüş gösterdi. 2021 parlamento seçimlerinde seçmen katılımı yüzde 41 gibi rekor bir seviyeye düştü. Bu oran, hükümet tarafından şişirilmiş bile olabilir; zira birkaç yetkili gerçek katılımın yüzde 20'lerde olduğunu söylüyor.

Bu sistem, kendisini dışlanmış hisseden grupların ciddi meydan okumalarıyla karşı karşıya kaldı: O zamandan beri Irak'ın kuruluşunun kilit bir parçası haline gelen Şii din adamı Mukteda el-Sadr liderliğindeki ayaklanma; 2014 yılında hükümetin Sünnileri dışlamasına yanıt olarak IŞİD'in yükselişi; 2019'da genç Iraklıların temel hizmetlerin korkunç durumunu ve yönetim sistemini protesto etmek üzere sokaklara döküldüğü Tişrin protesto hareketi. Yetkililer yüzlerce protestocuyu öldürürken ve onbinlerce protestocuyu yaralarken, bu son meydan okuma uzlaşmaya değil baskıya ilham verdi. Irak'ın yönetici seçkinleri, ABD işgalinden sonra demokrasi inşa etme vaadiyle iktidara geldi; şimdi ise halkın hoşnutsuzluğunu sınırsız şiddetle karşılıyorlar.

Birleşik Devletler Geçici Koalisyon Gücü'nün (CPA), 2003 yılında utanç verici bir şekilde Irak ordusunu dağıttı, silahlı adamların geçim kaynaklarını elinden aldı. Şehirlerde ve sınır kapılarında bir güvenlik boşluğu yaratıldı. CPA'nın Saddam'ın Baas Partisi üyelerini tasfiye kararı, ülkede 40.000'den fazla üst düzey kamu görevlisinin kovulmasına yol açtı. Birçoğuna göre bunlar, şiddeti, kaosu ve Irak devletinin içini boşaltmayı sağlayan hatalardı. Keşke bu kararlar geri alınabilseydi, Irak bugün farklı bir yörüngede olurdu. 

İşgalden on yıl önce ABD, Saddam sonrası Irak planı için bir araya gelen bir grup Iraklı sürgünle çalıştı ve onları finanse etti. O toplantılarda sadece eski düzenin yerini alacak değil, iktidarlarını garanti altına alacak bir sistem kurmaya başladılar. Bu sistem artık Irak'ı yönetiyor. Yeni sistem, Saddam’ın bıraktığı boşluğu doldurmaya koşan siyasi elitlerin çıkarlarını korurken, mezhepsel bölünmeleri alevlendirdi, yolsuzluğu pekiştirdi ve muhalefeti ezdi. 

Kırılgan ve parçalı bir toplum

1990'larda ABD, çoğunlukla Kürt milliyetçisi ve Şii İslamcı siyasi partilerden gelen Iraklı sürgünler grubunu ve bir avuç laik grubu destekledi ve onlarla ortaklık kurdu. Bu gruplar, Saddam döneminde çok katı bir baskı ve zulme katlanmışlardı. ABD, Avrupa ve kuzey Irak'taki Kürt sığınaklarında yapılan toplantılarda, gelecekteki Irak devletinin ana hatlarını çizdiler.

Temmuz 2003'te CPA, yeni bir siyasi sistem kurulana kadar Irak'ı yönetmekle görevli bir organ olan Irak Yönetim Konseyi'ni kurdu. Bu konsey esas olarak geri dönen Iraklı muhalif sürgünlerden oluşuyordu. Konsey, aceleyle bir anayasa taslağı hazırlanması ve seçimlerin yapılması için baskı yaptı. Saddam'dan sonra Irak'ın yeni bir demokrasiye geçtiğini kanıtlamak istediler. Ancak yeni yasaların ve seçim prosedürlerinin vitrin süsü, demokratik olmaktan uzak bir gerçeği karartmaya çalıştı.

Onlarca yıl yurt dışında kaldıktan sonra Bağdat'a dönen Iraklı muhalifler, bir meşruiyet sorunuyla karşı karşıya kaldı. Bunca yıldır ülkeden uzaktayken Iraklılar adına nasıl konuşabilirlerdi? Cevapları, kendi seçmenlerini güvence altına almalarına ve güçlerini pekiştirmelerine izin verecek, kimliğe dayalı bir siyasi sistem oluşturmaktı. Sürgünde oldukları yıllarda, Saddam sonrası siyasi sistemin, nüfusun yüzde 55'ini temsil eden Şii Araplar, yüzde 22'sini temsil eden Sünni Araplar ve yüzde 19'unu temsil eden Kürtler arasında, etnik mezhepsel kotalara göre paylaştırılacağını zaten kararlaştırmışlardı. Irak'ta muhasasa olarak bilinen ve etnik-mezhepsel grupların orantılı temsiline/katılımına dayalı siyasi sistem, gerçekte belirli mezhepsel veya etnik toplulukları bireyler, temel sorunlar veya ideolojiler üzerinde ayrıcalıklı kılan bir etno-sekter güç paylaşımı düzenlemesiydi. 2004'ten bu yana Irak'ta görev yapan yedi başbakandan yalnızca 2022'nin sonunda iktidara gelen mevcut başbakan Muhammed Şii el-Sudani sürgünden dönen bir muhalif değil.

Yeni Irak'ta kimliğe dayalı koalisyonlar oluşturmak, geri dönen sürgün muhaliflerin liderliğindeki partilerin seçimleri kazanmasına yardımcı oldu. Birleşik Irak İttifakı, Ocak 2005'te Saddam sonrası ilk parlamento seçimlerini kazandı. Liderleri (en kıdemli Şii din adamı Ayetullah Ali el-Sistani'nin desteği de dahil olmak üzere) Irak'ın çoğunluktaki Şii nüfusunun ana temsilciliğini üstlenmek üzere dini çağrıları kullanan Şii partilerden oluşuyordu. İkinci sırada gelen Kürdistan Listesi, oy toplamak için Saddam'ın Kürtlere karşı işlediği korkunç suçların hatırasına güvenen baskın Kürt partilerini temsil ediyordu. CPA'nın orantısız bir şekilde Sünni Arap olan Baas partisini tasfiye etmesi, Iraklı Sünnilerin ilk Parlamentoda fazla temsil edilmediği anlamına geliyordu. O zamanlar birçok Sünni, oylamayı boykot etti. O seçimden çıkan hükümet, aslında Sünniler için asgari düzeyde uzlaşma sağlayan ortak bir Kürt-Şii ittifakıydı. Diğer yandan, Irak Komünist Partisi gibi kimlik siyasetine dayanmayan siyasi parti ve hareketlerin Irak'ın yeni seçim sisteminde hiç şansı yoktu. 

Yeni siyasi sistem Irak'ı mezhepselleştirdi. Kimlik, yeni bir pasaport veya ehliyet almak gibi günlük bürokratik işlemlere sızdı. Örneğin, belirli bir bürodaki pasaport yöneticisinin Sünni mi yoksa Şii mi olduğunu bilmek, başarılı bir başvuruyu hızlandırmaya yardımcı oldu. Pek çok şehrin fiziki haritası, mezhepsel farklılıkları yansıtacak şekilde değişti. Mesela, ağırlıklı olarak Şii olan mahalleler, Sünni mahallelerden duvarlarla çevrildi; mahalleleri mezhepleştirmek için eski yollar kapatıldı ve yeni yollar açıldı.

Batı medyası, eski tarihsel şikayetlerle parçalanmış, derinden bölünmüş bir ülkenin resmini çizdi. Anlatıya göre Saddam gerilimleri kontrol altında tutmayı başarmıştı ama onun yokluğunda tüm eski düşmanlıklar açığa çıkmıştı. Dökülen kanla ilgili endişelerini dile getiren dönemin ABD'li Senatörü Joe Biden, “ülkenin üç düzgün çizgiye bölünmesini, bir parçanın Şiilere, bir parçanın Sünni Araplara, bir parçanın da Kürtlere ayrılmasını tavsiye etti. Ülkenin geleceğine ilişkin böylesine Balkanlaştırılmış bir vizyon, tarihin cehaletini ortaya çıkardı: Iraklılar yüzyıllar boyunca mezhep çatışması olmadan birlikte yaşadılar. Elbette, bu gerilimlerin birçoğunu ülkeyi bölmek ve yönetmek amacıyla Saddam rejimi başlatmıştı. Biden'ın planı, siyasi olarak şiddetlenen bu bölünmeleri sağlamlaştıracaktı. Saddam'ın ardından gelen (ironik bir şekilde kapsayıcı ve ülkedeki çeşitliliği temsil edecek şekilde tasarlanmış) siyasi sistem ülkeyi parçalamasa da etnik ve mezhepsel bölünmeleri körükledi.

Politikacılar, sürekli bir “öteki” korkusunu körükleyerek seçmenleri mobilize etmek üzere kimlik siyasetini kullanırken, mezhepsel kimlikleri militarize ettiler. 2006'da Irak'ta El Kaide'nin ve Sadr'ın Mehdi Ordusu'nun yükselişiyle başlayan ve ardından 2014'te IŞİD'in yükselişiyle devam eden acımasız iç çatışmalara yol açtılar. Bu çatışmalar mezhepsel fay hatları boyunca alevlendi. Irak'ın işgal sonrası siyasetinin husumetini ve bölünmelerini yansıtan savaşlarda Şiiler ve Sünniler karşı karşıya getirildi.

Devlet yönetimi

Irak'ın muazzam petrol zenginliği yeni sisteme güç verdi. Baassızlaştırma tasfiyesi, ülkeyi yöneten eski kamu hizmetinin içini boşaltırken, Irak'ın yeni siyasi partileri artık bir zenginleştirme aracı olarak gördükleri içi boşaltılmış hükümet bürokrasisi için rekabet edebilirlerdi. Hükümet pozisyonları, birçok yetkiliye petrol zengini bir ülkenin kamu kasasından faydalanma fırsatı verdi. Partiler, kar elde etmek için kabine, yasama, hükümet bürokrasisi ve yargıdaki pozisyonlar için itişip kakıştı. Sadık isimlere, üst düzey kamu hizmeti görevleri verildi. Bu bürokratlar, hükümet sözleşmeleri ve satın almalar üzerinde kontrol sahibi oldular ve birçok devlet bütçesini, hükümet kurumları veya genel olarak halktan ziyade iktidar partilerinin çıkarı için kötüye kullandılar. Yolsuzluğun boyutu çok büyüktü: 2014 yılında, Irak parlamentosu finans komitesi başkanı olan Ahmed Çelebi, yolsuzlukların son sekiz yılda hazineden 551 milyar dolar götürdüğünü öne sürdü.

Siyasi seçkinler kendilerini zenginleştirirken Iraklılar acı çekti. Ülke, tüm insani gelişme ölçütlerinde düşük performans göstermeye devam ediyor ve şu anda dünyadaki en kötü yaşam beklentilerinden birine sahip. Evet, kırk yıllık savaşlar, dış müdahaleler ve iç çekişmeler bu yıkıcı gerçeğe yol açtı, ancak son 20 yılda geliştirilen yolsuzluk sistemi önemli daha ağır bir bedel üretti. Irak'ın yıllık bütçesi zaman zaman 100 milyar dolara ulaşıyor ama yine de hükümet sürekli olarak halka su ve elektrik gibi temel hizmetleri sağlama konusunda başarısız.

Siyasi yolsuzluğun Irak'ta ilaçların bulunabilirliğini nasıl etkilediğine bir bakın. KIMADIA olarak bilinen devlet ilaç tedarik şirketinin yıllık bütçesi yaklaşık 1 milyar dolar. Eski Maliye Bakanı Ali Allavi'nin 2008'de belirttiği gibi, ülkede "ilaçlar rutin olarak şirket yetkilileri tarafından istifleniyor ve ardından karaborsaya yönlendiriliyor ya da yasa dışı bir şekilde ihraç ediliyordu." Irak'ın yeni yönetici elitin mensup olduğu belirli partilerle bağlantılı şirketler, KIMADIA'nın bütçesinden kar elde ediyor. Bu görevi kötüye kullanmanın gerçek sonuçları oldu. Chatham House tarafından yapılan araştırma, bugün Irak'ta satın alınabilen ilaçların yüzde 70'inden fazlasının ya sahte olduğunu ya da son kullanma tarihlerinin geçmiş olduğunu ortaya çıkardı.

İktidardaki siyasi partiler, kendilerine yönelik soruşturma süreçlerini engellemek üzere yargı ve yolsuzlukla mücadele Dürüstlük Komisyonu gibi bağımsız komisyonlar da dahil olmak üzere hesap verebilirliği sağlamaktan sorumlu kurum ve mekanizmaları iş birliği ağına dahil ettiler. 2003 yılında her bakanlığın içinde yer almak ve üyelerinin davranışlarını izlemek üzere oluşturulan genel müfettiş ofisleri 2019'da feshedildi. Bugüne kadar, Bağdat'ın siyasi elitleri, yetkililerden hesap sorabilecek tutarlı ve etkili devlet kurumları kurmaktan çok, iktidarlarını sağlamlaştırmakla ilgileniyor.

Ordu ve siyaset

Irak'ın seçkinleri, yeni elde ettikleri güçlerini korumak için, Saddam gibi onları devirebilecek bir diktatörün dönüşünü engellemeye de ihtiyaç duyuyordu. CPA'nın 2003'te orduyu dağıtma kararını teşvik ettiler ve merkezi orduyu yeniden inşa etmek ya da kendi silahlı gruplarını silahsızlandırmak istemediler. Bunun yerine, her bir parti kendi paramiliter grubunu elinde tuttu. Bu da merkezi hükümetin, Kürdistan Bölgesel Hükümetinin ve diğer yerel yönetim yapılarının komuta ve kontrolü dışında silahlı grupların çoğalmasına yol açtı.

Bu paramiliter gruplar, siyasi seçkinleri isyan ve protesto hareketleri gibi tehditlerden izole ederek sistemin korunmasına yardımcı oldu. Resmi Irak ordusu, muazzam ABD yatırımına ve yardımına rağmen zayıf kaldı. IŞİD 2014'te ortaya çıktığında ordu dağıldı ve birkaç bin militan hızla ülkenin üçte birini ele geçirdi. Nihayet IŞİD'in ülkeyi daha da sarsma ihtimali karşısında harekete geçen siyasi seçkinler, kendi silahlı gruplarını konuşlandırdılar ve sonunda 2017'de IŞİD’i ülkeden kovdular. 

Sisteme yönelik daha derin bir iç tehdit, Ekim 2019'da hayal kırıklığına uğramış genç Iraklıların Bağdat'ın Tahrir Meydanı'nı ve ülkenin güneyinde bulunan şehirlerdeki diğer kamusal alanları işgal etmesiyle ortaya çıktı. Tek bir liderin istifasını istemek veya belirli bir partiyi protesto etmek yerine, ülkedeki etnik-mezhepçi siyasi sisteme ve bu şekilde ülkenin hiziplere bölünmesine tepki gösterdiler. Tahrir Meydanı'ndaki bir protesto pankartında şöyle yazıyordu: “Şii değil, Sünni değil, Hristiyan değil. Hepimiz tek bir Irak'ız." Ancak protestolara yanıt olarak yetkililer, gösterileri söndürmek için zorlayıcı ajanlarını (hükümet ve paramiliter gruplardan oluşan bir yamalı yapı) konuşlandırdı, yüzlerce kişiyi öldürdü ve on binlerce insanı yaraladı. Sistem ne için tasarlandıysa onu yaptı. Diktatör bir liderin darbeyle geri dönmesi veya popüler bir devrimci hareketin büyümesi gibi tehditlerden kendisini izole etti. Bu şiddet, yolsuzlukları kınayan, daha fazla demokrasi çağrısı yapan protestocular ve aktivistler için Irak’ı daha tehlikeli bir yer haline getirdi.

Ne pahasına?

Bu şekilde olmak zorunda değildi. En azından geleneksel bilgelik böyle söyler. İşgalin ardından Amerika'nın yanlış adımları, Irak'ın yeniden inşasını mahvetti. Irak ordusunun ana yapısının koruması ve yalnızca Saddam'a sadık üst düzey generallerin görevden alması doğru olurdu. Baaslaşmanın tasfiyesi kapsamında kamu görevlilerinin büyük bir kısmını ortadan kaldırmak yerine, hükümetin beşeri sermayesi elde tutulmalıydı. Zira Irak devletini ve ordusunu sindirmek, yalnızca gelecekteki kaosun tohumlarını ekti.

Irak'ın yeni oluşan kurumlarını -yeni hükümet kurumları, yargı ve Dürüstlük Komisyonu gibi bağımsız organları- daha iyi savunmak gerekirdi. Bu başarısızlık, Irak'ın yeni siyasi seçkinleri ile halk arasındaki uçurumu genişletti.

Son yirmi yılda, Irak'ın nüfusu neredeyse iki katına çıktı. Iraklıların çoğu 25 yaşın altında ve Saddam'a ya da yönetimine dair hiçbir anısı yok. Birçoğu, 2003 sonrası Sünniler ve Şiileri karşı karşıya getiren mezhepsel anlatılara inanmıyor. Yaşam standartlarının iyileştiğini görmek, onların en büyük endişesi. Gençler iş bulmak ya da geçim kaynaklarını sürdürmek için mücadele ediyor. Iraklı yetkililer, iktidarı sürdürmek için şiddete giderek daha fazla güveniyor ve iktidar için ülkedeki muhalefet her zamankinden daha tehlikeli hale geliyor. Irak devletinin inşası için çalışmaya devam eden uluslararası aktörler, son 20 yılın derslerini dikkate almalı. Kurumlar ve kamu yararı pahasına seçkinleri desteklemek Irak toplumunu güçlendirmeyecek, zayıflatmaya devam edecek.


Bu yazı 20 Mart 2023 tarihinde Foreign Affairs’de “Why Iraqi Democracy Never Stood a Chance” başlığıyla yayınlandı. Kısaltılarak çevirilen metinde editoryal düzenleme yapılmıştır.