×
ARAP DÜNYASI

ANALİZ

İsrail ve Batı'nın “Filistin Doktrini”: İnsani Bombalama, Hayırsever İşgal ve Haklı Saldırı

Sömürge güçleri uzun zamandır, sömürgeleştirdikleri insanlara karşı 'meşru müdafaa hakkı' talep ediyorlar.
ORTADOĞU'YU SARSAN şiddet, yürek parçalayan görüntüler ve istatistikler ortaya çıkardı. Bu yazı yazılırken, İsrail ordusunun yoğun nüfuslu Gazze'ye düzenlediği bombalı saldırılarda, aralarında çocukların da bulunduğu Filistinli pek çok kişi öldürüldü. Silahlı Filistinli gruplar tarafından İsrail şehirlerine roketler fırlatıldı. Bu arada, İsrail genelinde toplumlararası şiddet patlak verdi.

Bu gelişmeler karşısında, ABD Başkanı Joe Biden liderliğindeki Batılı hükümetler, Filistinli grupları roket bombardımanı nedeniyle hızlı ve kesin bir şekilde kınadılar; ancak İsrail'in Filistinli sivillere yönelik saldırılarını kınamak konusunda çok daha ihtiyatlı davrandılar.

Filistinlilerin ölümlerine ilişkin gönülsüz “dehşet” ve “ciddi endişe” ifadeleri, “İsrail'in güvenliğine ve meşru savunma hakkına sarsılmaz destek” beyanlarının arasına serpiştirildi. Ayrıca Filistinli gruplara, eylemlerinin, etkisi İsrail bombardımanlarının yol açtığı ölüm ve yıkımın yanında çok küçük kalsa da çok daha sakıncalı olduğunu ima eden bir “ahlaki açıklık” çağrılarında bulundular.

ABD'li kongre üyesi Alexandria Ocasio-Cortez gibi bazı ilerici politikacılar, İsrail'in meşru müdafaa hakkına ilişkin iddiaların ikiyüzlülüğüne dikkat çekerken, onlar İsrail’in haklılığının düpedüz reddedilmesine karşı çıktılar.

Sömürgeci işgalciler, uzun zamandır, toplu katliamlar da dahil olmak üzere, yerel toplulukların direnişine karşı kendilerini savunma “hakları” olduğunu öne sürüyorlar. Afrika sömürgecilik tarihi, askeri açıdan üstün Avrupalılara direnmeye cesaret edenlerin cesetleri ve toplu mezarlarıyla doludur.

Tarihçi Caroline Elkins, İngiliz Gulag adlı kitabında, 1950'lerde Mau Mau köylü ayaklanmasının ardından İngilizlerin, 1.5 milyon Kikuyu siviline yönelik toplama kampları da dahil olmak üzere, Kenya'da oluşturdukları "ölümcül kampanyaları" anlatıyor. Acımasız işkence kampları isyana kendilerini adadıklarından şüphelenilen on binlerce, belki de yüzbinlerce kişinin hayatına mal oldu.

Emperyal toprak gaspçılarının, topraklarını “meşru müdafaa” kılıfı altında çaldıkları kişileri terörize etme, vahşileştirme, işkence etme ve öldürme hakları olduğu fikri, BM Genel Kurulu'nun 1982 tarih ve 37/43 sayılı Kararı karşısında uçup gidiyor. Karar, halkların bağımsızlık, toprak bütünlüğü, ulusal birlik ve sömürgeci / yabancı egemenliğinden, yabancı işgalinden silahlı mücadele de dahil olmak üzere her türlü yolla kurtuluş için verdikleri mücadelenin meşruiyetine işaret ediyor”. Bu karar, Filistin’in mücadelesinde de bu hakkı ve meşruiyeti özellikle teyit ediyor.

Dolayısıyla, bugün Batı, Gazze'de “ahlaki açıklık” [normatif meşruluk] aramak yerine, bir sömürge gücünün mülteci nüfusa yönelik saldırılarını meşrulaştırmak üzere ahlaki karartmayı kullanıyor. O sömürgeci güç, mülteci nüfusu topraklarından çıkarıyor; aslında açık bir hava hapishanesi olan yerde ablukaya alıyor. Ve üstüne, bütün bunları sessiz, sakin bir şekilde yapma hakkına sahip olduğunu öne sürüyor.

Batı medyası bölgede bir “gerginlik artışından” nden bahsettiğinde, baskıyı, baskıya direnişle eşleştiriyor ve şiddeti, güvenlik ve toprak konusunda eşit taleplere sahip iki taraf arasındaki bir çatışma olarak sunuyor.  Filistinlilerin on yıllardır süren yasadışı ve ahlaksız işgale karşı, etnik - ırksal bir rejimin dayatılmasına karşı ulusal kurtuluş mücadelesi verdiklerini görmezden geliyor. Medyanın özellikle reddettiği bir raporda, İnsan Hakları İzleme Örgütü, İsrail’in bu uygulamalarının, uluslararası apartheit suçuyla örtüştüğünü, bu suç tanımına uyduğunu belirtiyor.

Röportajlarda İsrailli sözcüler, kendisini "dünyanın en ahlaki ordusu" olarak ilan eden İsrail ordusunun, sivillerin arkasına saklandıklarını söyledikleri Filistinli direniş liderlerini bulup öldürmekte yaşadığı zorluğu tekrar tekrar vurguluyor.

Batı basını, Hamas'ın ve diğer grupların liderlerinin meşru hedefler olduğunu kabul etmekten mutluluk duyuyor ve bununla birlikte, taktikleri biraz çirkin olsa da İsrail'in aslında meşru bir savaş yürüttüğünü ima ediyor. Bu çerçeveyi eleştirmeden kabul etmek, Batı medyasını, Filistinlilerin İsrail devletinin sömürge egemenliğine ve mülksüzleştirmesine karşı direnişinin gayri meşrulaştırılmasında suç ortağı haline getiriyor.

Ocasio-Cortez'in işaret ettiği gibi, baskı, [sömürü, mülksüzleştirme] bağlamını dahil etmeden, sürekli "İsrail'in kendini savunma hakkına sahip olduğu" tezini tekrarlamak, baskının artırılmasını mazur görür ve meşrulaştırır. Dahası, Batı medyası, politikacılar ve diplomatlar gerçekten bir ahlaki açıklık arıyorlarsa, İsrail gibi sömürge devletlerinin, baskı altına aldıkları toplumlara karşı kendilerini savunma hakkına sahip oldukları yönündeki çirkin önermeyi, bir manipülasyon ve “iki tarafçılık” olarak açıkça reddetmeleri gerekir.

Bu yazı ilk kez, 16 Mayıs 2021 tarihinde Al-Jazeera web sayfasında “The fallacy of the colonial ‘right to self-defence’” başlığıyla yayınlandı. Çeviride editoryal düzenlemeler yapılmıştır.