×
LATİN AMERİKA

ANALİZ

Latin Amerika’da Süper Seçim Haftası: Nikaragua, Arjantin, Venezuela ve Şili

Latin Amerika’da milliyetçi ve radikal partilerin oy/değer kaybettiği, geleneksel sağ/sol parti/siyasetçilerin ise meşruiyetlerini yitirdiği bir politik atmosfer geride kaldı.
LATİN AMERİKA ülkeleri Kasım ayı ile birlikte süper seçim mevsimine girdi. Orta Amerika’da Nikaragua ve Honduras, Güney Amerika’da Arjantin, Venezuela ve Şili’de başkanlık, kongre ve yerel seçimler yapıldı.

Nikaragua ve Şili'de başkanlık seçimleri, Arjantin ve Venezuela’da hem yerel seçimler hem de kongre seçimleri yapıldı. Honduras’ta ise halk dün başkanlık seçimleri için sandık başına gitti. Nikaragua’da Daniel Ortega tekrar başkan seçilirken, Şili’de başkanlık seçimleri ikinci tura kaldı. Şili’de çok adaylı seçim yarışının ilk tur sonucunda hiçbir aday %50+1’i sağlayamadığı için iki hafta sonra 2. tur oylaması yapılacak. 

Arjantin’de hükümet senato da çoğunluğu kaybederken sağcı muhalefet hem senato üstünlüğünü hem de yerel yönetimlerde ciddi başarılar elde etti.  Venezuela’da Başkan Maduro’nun partisi PSUV, ülkede yaklaşık 3.000 yerel yöneticinin belirlendiği seçimleri, seçime katılım düşük kalmasına rağmen 24 eyaletten 21’ni alarak kazanmasını bildi.

NİKARAGUA
Nikaragua’da Daniel Ortega, bir daha (4. dönem) seçilmek için Nikaragulılardan destek istedi. Katılımın oldukça düşük olduğu (yaklaşık %20) seçimlere halkın ilgisi oldukça cılız kaldı. Buna rağmen Ortega, siyasi ve hukuksal bir meşruiyet aramadan sandıktan çıkan sonucu fırsata çevirerek Nikaragua’da 4. kez devlet başkanı oldu.

Ülkede haziran ayından bu yana cumhurbaşkanlığına aday olan 7 kişi gözaltına alınırken Ortega üst üste dördüncü kez seçilerek 5 yıl daha göreve devam etme yetkisini aldı. ABD, AB, OAS ve küresel insan hakları örgütleri ve çeşitli uluslararası kuruluşlar, seçimleri eleştirdi. ABD Başkanı Biden, Nikaragua seçimlerini "sahte" olarak nitelendirdi.

Kanada, ABD, Şili, Kosta Rika, İspanya ve İngiltere, gözaltına alınan muhalefet liderlerinin serbest bırakılması çağrısında bulunurken; Küba, Bolivya, Venezuela ve Rusya, Ortega'ya desteklerini ilettiler.

Resmi açıklamaya göre seçimlere katılım yüzde 65 oranında kalırken; verilerin güvenirliği konusunda ciddi şüpheler vardı. Nitekim yerel araştırma şirketleri ve seçim gözlemevleri tarafından Nikaragua’da seçime katılımın yüzde 16-19 arasında kaldığı açıklandı. Bu bağlamda ABD, Kanada ve AB ülkeleri, ülkeye daha da katı yaptırımlar uygulamaya çalışıyor.

Sonuç olarak Daniel Ortega, Cumhurbaşkanı olmayı bir şekilde bildi. Ancak başkanlığının hem hukuken hem de siyaseten ciddi bir meşruiyet krizi doğurduğu açık.

ARJANTİN
Güney Amerika ülkesi Arjantin’de de Milliyetçi-Solcu Peronist Alberto Fernandez hükümeti; Senato’nun 3/1’i, Temsilciler Meclisi’nin yarısı ve yerel yönetimleri seçmek için sandık başına gitti. Sandıktan çıkan sonuç, Solcu hükümet için büyük bir fiyasko oldu. Peronistler yaklaşık 40 yıl sonra Senato’daki üstünlüğü ve Buenos Aires şehri gibi birçok metropolün yönetimini kaybetti.

Peronist hükümet, Arjantin ara seçimlerinde büyük bir darbe alarak 40 yıl sonra senatodaki üstünlüğü yitirdi. Başkan Alberto Fernández'in iktidardaki “Peronist Frente de Todos” koalisyonu, ara seçimlerde neredeyse 6 milyon oy kaybederek büyük bir yenilgi aldı. Bu, Fernández'in yüzde 55 oyla seçildiği 2019'daki seçimlerle %35 oy aldığı 2021 ara seçimleri karşılaştırıldığında Peronistler açısından büyük kayba karşılık geliyor. 

Ülke çapında yapılan seçimle Temsilciler Meclisi'nin yarısı ve Senato'nun üçte biri yenilendi. Seçimler de ayrıca il ve belediye meclisleri de yenilendi. Fernández koalisyonunun aldığı darbe, 10 milletvekili ve 2 senatörün kaybıyla sonuçlandı ve bu, Peronistlerin 1983'te sivil yönetime dönüşünden bu yana ilk kez Senato çoğunluğunu kaybetmesiyle neticelendi. Diğer bir ifadeyle Alberto Fernandez, görev süresinin geri kalanını "topal ördek" statüsünde geçirecektir. 

Dolayısıyla Arjantin siyasi kültüründe uzun zamandır görülmemiş bir durumla karşı karşıya kaldı. Üstelik 2 ay önce yapılan ve PASO adı verilen ön seçimlerdeki yenilgi sonucu 5 bakanın istifasından sonra, alınan bu son yenilgi, Arjantin halkı nezdinde Peronist hükümetinin büyük bir prestij kaybettiğini gösteriyor.

Merkez-sağcı Juntos koalisyonu senato da hanesine 14 koltuk daha eklerken solcu Alberto Fernandez hükümeti sadece 9 senatör kazanabildi.

Resmi sayıma göre, ülkenin en kalabalık şehri olan Buenos Aires eyaletinde sağcı-muhalefet yüzde 40,1 oy alırken, solcu "Frente de Todos" koalisyonu yüzde 38,4 oy aldı. "Juntos koalisyonu" Cordoba, Santa Fe ve Buenos Aires gibi önemli şehirlerde de birinci çıkmayı başardı. Arjantin seçim sonuçları, Buenos Aires, Chaco, La Pampa, Santa Cruz ve Tierra del Fuego gibi Peronist eğilimli şehirlerin yönetimini kaybeden solcu "Frente de Todos" için büyük ölçüde hezimet oldu.

Seçim hezimeti için birçok makul sebep gösterilebilir. Ancak bunu bir cümle ile ifade edecek olursak; Arjantin halkı 'kimi istemediğini' seçti şeklinde ifade edebiliriz. Sebeplerini analiz edecek olursak; Başkan Alberto Fernandez sevilmeyen bir figür. Coranavirüs karantina günlerinde eşine ‘doğum günü partisi düzenlemesi’ eleştirilerin başında geliyor. Ülkede ekonominin kötü olması; fiyatların, doların ve enflasyonun yükselmesi de eleştirilerin başında geliyor. Özellikle eski Cumhurbaşkanı ve partinin lideri olan Cristina Fernandez ile kamuoyu önünde polemiklere girmesi, siyaseten yanlış bir strateji olarak görüldü. Nitekim yalnız kaldı.

Böyle bir siyasi deprem, patlayıcı bir sosyal durumun zemininde ortaya çıkar. Yoksulluk, 2019'da yüzde 35 iken şimdi Arjantinlilerin yüzde 40'ından fazlasını kapsıyor. Bu, 2002-2004 döneminde GSYİH'nın yüzde 11’e düştüğü ülke tarihinin en kötü ekonomik krizinden bu yana en yüksek oran. Geçen yıl Arjantin, yüzde 10 ile tarihinin en kötü ikinci GSYİH düşüşünü yaşadı.

Arjantin bu yıl yaklaşık yüzde 10'luk bir toparlanma bekliyor; bu durum 2018 ve 2019'da GSYİH'de yüzde 2,6 ve 2,2'lik düşüşlere rağmen, üç yıllık durgunluktan sonra işçilerin kayıplarını dengelemek açısından olumlu bir katkı sağlayacak. Çocukların yüzde 60'ından fazlası şimdi yoksul, işsizlik ise yüzde 10. İstihdam edilenlerin üçte biri, emeklilik ve diğer sosyal haklara erişimi olmayan sözde kayıt dışı sektörde yer almaktadır. Enflasyon yıllık bazda yüzde 55'te seyrederken, hükümetin resmi döviz kurunun yarısı karşılığında karaborsada işlem gören ulusal para birimi olan peso'nun büyük bir devalüasyonuna razı olmak zorunda kalacağına dair işaretler artıyor. 

Eylül ayındaki ön seçimlerde (PASO) çarpıcı bir yenilgiyle karşı karşıya kalan hükümet, IMF karşıtı demagojiyi yeniden canlandırmaya çalıştı. Sendikalardan sözde “toplumsal hareketlere” kadar korporatist taban ve Peronist örgütlerde ağırlığı olan Cristina Kirchner, hükümetin tüm sorunlarını, Fernández'in kendisini dinlememesine bağlayan açık mektup yazdı.

"Alberto Fernández'i Arjantin devlet başkanlığına aday göstermek için bireysel olarak sorumluluk aldığı kararı onurlandırmasını" beklediğini belirterek, hükümetin sosyal harcamaları durdurmasını eleştirdi.

Kirchner, "radikalizm istemediğini", ancak hükümetin "Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'da pandeminin trajik sonuçlarını hafifletmek için hareket eden devletleri" izlemesini istediğini açıkça belirtti. 

Öte yandan Alberto Fernandez hükümetinin karaborsadaki gerçek devalüasyonu karşılamak için pesoda büyük bir devalüasyon yapmayı kabul etmesi bekleniyor, bu da daha fazla enflasyon ve yoksulluğu beraberinde getiriyor.

Özetle Alberto Fernandez hem Arjantinli seçmenleri hem de peronist-sol tabanı ikna edemedi. Ayrıca çözüm yolu bulma stratejisini doğru kurgulayamadı. Örneğin sosyal yardımları doğru finanse ve organize edemedi; böylelikle asgari ücret ve aile ödeneklerine seçimden hemen önce yapılan zamlar Arjantin halkı üzerinde etkili olmadı.

ŞİLİ
Şili, General Augusto Pinochet'nin askeri diktatörlüğünün noktalanmasından bu tarafa 30 yıldan fazla bir süredir demokrasi ile yönetiliyor. Bu sürede genellikle ılımlı siyasi partiler ülkeyi yönetti. Şili, o kadar çok ekonomik büyüme yaşadı ki, Güney Amerika'da izlenebilecek bir model olarak görülüyor. Ancak eşitsizlik açısından da eleştiriliyor. Dünya Bankası'nın Şili'de hukukun üstünlüğü, yönetişim ve siyasi istikrar konusundaki ölçümleri, onu büyük komşuları olan Brezilya, Arjantin, Kolombiya ve Peru'dan daha güçlü gösteriyor. 

Bu değerlendirme ışığında Şili ve Küresel finans piyasalarının en önemli endişesi, cumhurbaşkanlığı seçimini kimin kazanacağı değil; adayların özel mülkiyet ilişkilerini ve kapitalist piyasayı ne kadar savunacağıdır. Bu bağlamda açıkçası Kast ve aşırı sağ için bir zafer tercih edilebilir olsa da; her iki adayın sistemsel eleştiri yapması piyasaları ürkütüyor.

Bu bağlamda 21 Kasım’da gerçekleşen genel seçimlerde Şili askeri diktatörlüğünü savunan aşırı-sağcı milletvekili Jose Antonio Kast yüzde 28 oyla birinci, eski öğrenci lideri Gabriel Boric ise yüzde 26 oranında oy alarak ikinci oldu. Şili’de gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda hiçbir aday oyların yüzde 50'sini alamadığı için; en yüksek oyu alan iki aday 19 Aralık'ta tekrar karşı karşıya gelecek. 

ABD’de yaşayan ve karısıyla yaşadığı sorunlar yüzünden kampanya sırasında Şili'ye ayak bile basmamış ekonomist Franco Parisi, oyların yaklaşık yüzde 13'ünü alarak üçüncü sırada yer aldı.

Parisi'nin siyasi görüşlerinin Kast'a yakın olması; ikinci turda olası bir ideolojik ittifakı gündeme getiriyor. Bunun dışında merkez sağ adayı Sebastian Sichel ve merkez sol Yasna Provoste sırasıyla yüzde 12,7 ve yüzde 11,65 oranında oy aldı.

Şilililer ayrıca 155 üyeli alt Meclis’in tamamı, senatoda 50 sandalyenin 27'si ve 16 bölgesel konsey üyesini yeniden seçti.

Siyasi yelpazenin sağında yer alan Kast, kampanyasını muhafazakar sosyal değerler, güvenlik ve göç üzerine odaklarken; Solcu Boric, Şili için eşitlikçi, feminist ve ekolojik bir geleceği savunuyor. Kast, politik olarak eşcinsel evlilik ve cinsiyet eşitliğine karşı çıkarken Boric, seküler toplumsal değerleri zorluyor. Kast, eşcinsel evliliğe ve kürtajı yasallaştırmaya sert bir şekilde karşı çıkarken Boric destekliyor.

Bu bağlamda Kast ve Boric gibi Şili siyasetinde çok tanınmayan Hırvat ve Alman kökenli iki adayın seçimin favorisi olması ve 2. tura kalması, Şili'de siyasete egemen olan düzen/merkez partilere yönelik hoşnutsuzluklara işaret ediyor. Şili'nin değişen sınıf ilişkileri, koronavirüs salgınındaki ihmalkâr politikalarla açıkça görünür hale geldi. Devletin 2019'daki anti-kapitalist protestoları şiddetle bastırması ve son 18 ayda virüsün neden olduğu kitlesel ölümlere ve enfeksiyonlara karşı kayıtsız kalması, işçi sınıfında huzursuzluğu ve büyüyen bir radikalizmi ateşledi.

Latin Amerika ve Karayipler Ekonomik Komisyonu (ECLAC)’a göre, Şili'de iktidardaki %1'in ülke servetinin dörtte birinden fazlasını kontrol ederken en tepedeki yüzde 10'un üçte ikisini elinde tuttuğunu bildirdi. Buna karşılık, kabaca 18 milyonluk bir nüfusun yarısı, net ulusal servetin sadece yüzde 2,1'ine ulaşabiliyor.

Ancak Ekim 2019'da öğrenci ve sivil itaatsizlik protestolarına yönelik polisin şiddetli baskısı, işçi sınıfı, gençlik ve orta sınıfta kitlesel öfkeyi kışkırttı ve Şili devletine olan güvensizliği arttırdı. Bu dönüştürücü deneyim, kitlelerin on yıllar boyunca birikmiş şikayetleri, yerleşik toplumsal eşitsizlik, yoksulluk ücretleri, açlık, emekli maaşları, sorunlu bir halk sağlığı ve eğitim sistemi, artan öğrenci ve hane borçları, kredi borçları, yaygın polis ve askeri şiddet, toplumsal yaşamın kriminalize edilmesi olarak dile getiriliyor. Şikayetleri ve gösterileri dile getirme konusunda da bilinçli bir girişimin olduğunu vurgulamak gerekir.

İngiliz dergisi The Economist’e göre “Bu yüzyılın büyük bölümünde Şili, istikrarlı ekonomik büyümesi ve ılımlı siyaseti olan istikrarlı ve öngörülebilir bir ülkeydi. Yabancılar bunu bir başarı öyküsü ve Latin Amerika için bir model olarak gördü. Ancak bu istikrarlı Şili, iki yıl önce, kitlesel ve bazen şiddetli protestoların patlamasıyla ortadan kayboldu.

Bloomberg NewsŞili, açık piyasayı savunan Chicago Üniversitesi profesörü Milton Friedman'ın öğrencileri olan Chicago Boys tarafından 1970'lerde ve 1980'lerde hazırlanan bir ekonomik modelin geleceğini tartışırken son aylarda finansal piyasalar çılgınca sallandı,” diye yazdı.

Neredeyse tüm anketler, Silahlı Kuvvetler ve polise, mahkemelere, yürütme ve yasama organına; sağ ve sol partilere verilen desteğin üç yıl üst üste düşük tek haneli rakamlarda olduğunu gösterdi; Yine tüm anketler Şili devletinin tüm güvenilirliğini yitirdiğini ve tarihi bir yönetim kriziyle karşı karşıya kaldığını ifade ediyor.

Şili Merkez Bankası başkanı Eylül ayında Kongre'ye hitaben yaptığı konuşmada, işgücüne katılımın son beş yıllık ortalamanın altında kaldığını açıkladı. Hatta başka bir çalışmada ise şirketlerin büyük bir kısmının açık pozisyonları dolduramadıkları ve bazı açık iş ilanlarına hiçbir adayın başvurmadığı açıklandı.

Ayrıca madenciler, sağlık çalışanları, öğretmenler, liman işçileri, perakende personeli ve memurlar, bazıları korporatist sendikalara ve polis vahşetine karşı çıkarak, güvensiz koşullar ve yoksulluk ücretleri üzerinde sürekli olarak grev ve protestolar düzenlediler.

Sonuç olarak Şili’de sonun başlangıcı yaşanıyor. Siyasi olarak bölünmüş olsalar da Şili halkının Şili merkezi statükosunun değişmesi noktasında bir mutabakata vardığından bahsedebiliriz.

VENEZUELA
Venezuela’da bölgesel seçimler geçen hafta sonu yapıldı. Yaklaşık 3.000 vali, belediye başkanı ve kent konseyi pozisyonu için binlerce adayın yarıştığı seçimlerde Nicalas Maduro’nun Sosyalist partisi PSUV, 23 eyaletten 20’sini kazandı. Muhalefetin 4 yıldır boykot ettiği seçimlere katılması Venezuela demokrasisi açısından önemli bir kazanım olarak görüldü.

Venezuela Ulusal Seçim konseyi (CNE)’nin açıklamasına göre seçime katılım son 20 yılın en düşük seviyesinde kaldı ve %41.8 olarak gerçekleşti. CNE, ülkedeki 21 milyon kayıtlı seçmenin kabaca 8,15 milyonunun oy kullandığını söyledi.

CNE’ye göre ana muhalefet partileri 3 eyalette üstünlük sağlarken; 2017 seçimlerinde 4 eyalet, 2013’te 6 eyalet elde etmesiyle karşılaştırıldığında, muhalefetin yerel yönetim konusunda oldukça vasat ve isteksiz bir görüntü verdiğini vurgulamamız gerekir. Bu bağlamda 2024 seçimleri açısından Venezuela halkı nezdinde iyi bir performans göstermediği de aşikar gözüküyor.

2021 Seçimleri, yaklaşık dört yıl sonra Venezuela'nın ana muhalefet partileri tarafından boykot edilmeyen ilk seçimdi. Daha önceki seçimlerde bu partiler, “adil bir yarışma olmadığını” öne sürerek “seçmenlerin oy kullanmaktan kaçınmalarını” söylemişlerdi. Ancak son üç seçim ve toplum 12 yılda Venezuela muhalefetinin performansında ciddi bir ivme yakalayamadığını bilakis geriye gittiğini belirtebiliriz.

Buna rağmen muhalefet adayları, merkezi eyalet Cojedes, ada eyaleti Nueva Esparta ve petrol üretim şehri Zulia'da valilikleri kazandı.  Özellikle 20 yıldır iktidar partisi tarafından yönetilen Cojedes’de üstünlük sağlaması önemli bir adım olarak değerlendirilebilir.

ABD, Venezuela seçimlerinin “özgür ve adil olmadığını” söyledi. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, "Venezuelalıların sesinden ve oylarından korkan rejim, bu seçimin sonucunu belirleme sürecini büyük ölçüde çarpıttı," dedi ve "Maduro, Venezuelalıların kendi geleceklerini şekillendirme şanslarını çalıyor," diye ekledi.

Küba, sonuçlar açıklanmadan önce yakın müttefiki Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro'yu tebrik etti.

Maduro ve First Lady Cilia Flores oylarını kullandıktan sonra Maduro televizyonda verdiği mesajlarda Venezuelalıları sokağa çıkmaya çağırdı. Seçimin "siyasi diyaloğu güçlendireceğini, demokratik yönetimi güçlendireceğini, sorunlarla yüzleşme, çözüm bulma kapasitesini güçlendireceğini" söyledi. Ancak gazetecilere verdiği demeçte, muhalefetle diyaloğun şu anda devam edemeyeceğini söyledi.

ABD Dışişleri Bakanlığı ise Maduro hükümetinin ülkede özgür ve adil seçimleri “yok ettiğini” iddia ederek oylamayı “kusurlu” ve “büyük ölçüde çarpık” bularak seçimleri reddetti. Dışişleri Bakanlığı, ABD'nin ülkenin meşru lideri olarak tanıdığı Guaidó'ya atıfta bulunarak, "Bolivarcı Venezuela hükümeti ile Venezuela'nın aşırılık yanlısı Guaidosista muhalefeti arasındaki diyaloğu arkadan bıçaklayan ABD hükümetiydi," dedi.

Çoğunluğu Avrupa Birliği'nden olmak üzere 130'dan fazla uluslararası gözlemci, hukuk, medya erişimi, kampanya faaliyetleri ve adayların diskalifiye edilmesi gibi seçim koşullarını takip etmek üzere 23 eyaletin 22’sinde seçimleri gözlemledi. 

Sonuç olarak Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro'nun hükümeti bölgesel oylamada ezici bir zafer kazandı. Ancak milyonlarca Venezuelalı yoksulluk içinde yaşıyor, düşük ücretler, yüksek gıda fiyatları ve dünyanın en kötü enflasyon oranıyla karşı karşıya. Ülkenin düşen petrol üretimi ve fiyatlarıyla mücadelesi, siyasi, sosyal ve ekonomik krizleri, pandemi ile derinleşmeye devam etti. Özellikle ABD’nin siyasi ve ekonomik ambargosu, Venezuela’da telafisi zor kapanacak sosyal gerilimleri de beraberinde getiriyor.

Sonuç olarak Latin Amerika’da 5 ülkede seçimler gerçekleşti. Milliyetçi ve radikal partilerin oy/değer kaybettiği, geleneksel sağ/sol parti/siyasetçilerin ise meşruiyetlerini yitirdiği bir politik atmosfer geride kaldı. Artık daha spesifik konuları savunan aile, evlilik, ekonomi… gibi değerlerin öne çıktığı; buna karşı ekoloji, eşcinsellik, LGBT ve kürtaj gibi değerleri savunan 2 bloğun belirginleştiği çok sert bir politik atmosfer tesis ediliyor. 

Nikaragua’da solcu Ortega bir şekilde koltuğunu korudu. Ancak siyasi ve psikolojik üstünlüğü yitirmiş durumda. Arjantin’de solcu Fernandez hükümeti, yerel seçimlerde büyük bir darbe aldı ve 40 yıldır üstünlük sağladığı Senato’daki liderliği kaybetti. Bugün seçim olsaydı koltuğunu da kaybetmişti. Ancak Arjantin seçim sonuçları sağ-muhafazakarların bir zaferinden ziyade Covid-19 nedeniyle ekonomik şartların bozulmasının toplumda oluşturduğu derin hoşnutsuzluğa işaret ediyor.

Şili’de sağ-milliyetçi Pinera, anayasal nedenlerden ötürü seçime katılamamış olsa da; Şili toplumunda desteği %10-15 arasında kaldı. Özellikle Şili sağ/sol merkez partilerin toplumdan ilgi görmemesi yakından takip edilmesi gerek önemli bir detay oldu.

Venezuela’da kendisine özgü dinamikleri olan bir bölgesel seçim yaşandı. Muhalefetin cılız bir görüntü sergilemesine rağmen seçimlere katılmış olması Venezuela demokrasisi açısından sevindirici bir gelişme olarak değerlendirebilir. Ancak seçime katılımın %40’larda kalması iktidar partisi PSUV açısından üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olarak duruyor.

HÜSAMETTİN ASLAN

Lisansını Kamu Yönetimi, yüksek lisansını Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler, doktorasını da Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında ihtisas etmektedir. Çalışma alanı Latin Amerika, Ortadoğu ve Kuzey Afrika alanlarıdır. Prof. Dr. Mim Kemal Öke danışmanlığında yazmış olduğu “Brezilya’nın anatomisi ve Lula da Silva ile R.T. Erdoğan hükümetlerinin karşılaştırılması” tezi, Sosyal Bilimler Tez yarışmasında 1. olmuştur. Bir süre Sao Paulo Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak çalıştı. 2016-2017 yılları arasında Brezilya’da Yunus Emre Enstitüsü Sao Paulo müdürü olarak görev yaptı. Milat, Ortadoğu gazeteleri ve Gerçek Hayat dergisinde yüzlerce makale yayımladı. Halen İndependent Türkçe ve Gazete Damga’da köşe yazıları yayımlanmakta; TV ve Radyo programlarında aktüel siyaset ve dış politika konularında görüş beyan etmektedir.