×
ARAP DÜNYASI

ANALİZ

Muhammed bin Selman’ın Suudi Hukuk Reformu

Ülkedeki karar vericiler, ulemayı sistemden tasfiye ederek devleti yeniden yapılandırmayı, mevcut krizler karşısında ülkeyi selamete çıkaracak önemli bir tedbir olarak yorumluyor.
ŞUBAT AYI BAŞLARINDA Suudi hukuk sisteminde dört önemli alanda reform yapılacağı veliaht prens Muhammed bin Selman tarafından kamuoyuna ilan edildi. Reform taslağında Aile hukuku, medeni hukuk, ceza hukuku ve takdire bağlı ceza ve ispat konularının yer alacağı ve bu yıl içinde yapılması planlanan düzenlemelerin İslam şeriatı ilkelerine aykırı olmayacağı da yapılan açıklamada dile getirildi.
 
Reform planlamalarının Muhammed bin Selman tarafından kamuoyuna duyurulması, bu açıklamaların zamanlaması ve reformların geleneksel olarak ulemanın yetki alanına giren hukuk alanını kapsıyor olması, Suudi siyasetini yakından takip edenler için önemli ancak sürpriz olmayan mesajlar içermekte. Veliaht prensin ilan ettiği bu reform programı son beş yıldır devleti yeniden yapılandırma politikasında yeni bir sürece girildiğini de haber vermekte. 

Ulema-İbn Suud İttifakı

 Resmi olarak 1932 yılında kurulan ancak kökenleri 1750’li yıllara dayanan Suudi Arabistan’ın politik sistemi 1744 yılında iki Muhammed (Muhammed bin Abdülvehhab ile Muhammed bin Suud) arasında imzalanan pakta dayanır. Bu pakta göre dini işler Abdülvehhab soyunun, siyasi işler ise İbn Suud soyunun uhdesine bırakılmıştır. Günümüzde de büyük oranda geçerliliğini koruyan bu anlaşma uyarınca eğitim, hukuk, medya ve iletişim, yerel polis ve din hizmetleri ülkenin resmi uleması konumunda olan Vehhabi ulemanın yetki alanına girmekte. Sayılan kurumlar üzerinde ulemanın sahip olduğu denetimden ötürü bazı uzmanlar, ulemayı ülkenin fiili yöneticisi olarak tanımlamakta. Ulemanın Suudi politik sisteminde vazgeçilmez önemi, yöneticilere itaati dinsel bir çerçevede tanımlayarak İbn Suud hanedanının ülkeyi yönetme imtiyazına dinsel bir meşruiyet sağlamasından gelir. 

1950’li yıllarda başlayan Suudi petrol çağına kadar ülkede rejimin iki temel dayanağı bulunmaktaydı; İbn Suud hanedanı ve ulema.  1950 sonrası dönemde Suudi Arabistan’ın artan petrol gelirleri ile birlikte petro-dolarlar Suudi rejiminin meşruiyetini sağlamada önemli bir unsur haline geldi. Bu süreçte rejimin ekonomik imkanlarının genişlemesi, ulemanın Suudi politik sistemindeki öneminin giderek azaldığı bir süreci başlattı. Devlet bordrosuna alınan ulemanın politik sistemdeki ağırlığı azaldı. Ancak İran devrimi (1979), Cuheyman el-Uteybi’nin Kabe baskını (1979), Rusların Afganistan’ı işgali (1979), İran-Irak savaşı (1980-88), Körfez Savaşları (1990, 2003), 11 Eylül saldırıları (2001) ve Arap Baharı süreci (2010) gibi krizlerde rejimin yükselen güvensizlik algısı, ülke politik sisteminde ulemanın gücünün yeniden konsolide edilmesiyle sonuçlandı. Sayılan gelişmelerin rejimin meşruiyetinde yol açtığı sorunlar, ulemayı yeniden önemli bir meşruiyet dayanağı olarak ön plana çıkardı. 

2015 sonrası dönemde Selman’ın Suudi tahtına oturması ve oğlu Muhammed’i Suudi tahtı için hazırlamaya dönük politikasıyla ülke siyasetinde ulemanın rolü yeniden tartışılmaya başlandı. Muhammed bin Selman’ın gücü tek elde toplama, üretken bir toplum, güçlü bir ekonomi ve modern bir devlet inşa etme yönünde devleti yeniden yapılandırma girişimleri, ülke politik sisteminin “büyük ortağı” konumundaki ulemanın yetkilerinin tartışmaya açılmasının en önemli sebebidir. Çünkü ülkede püriten İslam yorumundan sorumlu olarak kabul edilen ulemanın politik sistemdeki ağırlığı, yeni dönemde büyük umut bağlanan ekonomik ve siyasi reformların, turizm ve eğlence endüstrisinin gelişiminin öndeki en büyük engel olarak görülüyor. 

Ulemayı Tasfiye Planı Olarak “Ilımlı İslam”

Muhammed bin Selman, 2015 yılında veliaht prens olarak atanmasını müteakiben kendisini Suudi tahtına taşıyacak üç önemli proje ortaya koydu; “Yemen savaşı”, “Ilımlı İslam” ve “Vizyon 2030”. 1979 yılındaki Kabe baskını öncesinde Suudi politik sisteminin ılımlı İslam’a dayandığını, Cuheyman ve adamlarının girişimlerinin ülke politik sisteminde püriten din yorumunu güçlendirdiğini savunan veliaht prens, ılımlı İslam politikası ile ülkeyi “fabrika ayarlarına” geri döndürmeyi vadediyor. Her ne kadar söylem düzeyinde reformist öğeler taşısa da ulemanın politik sistemde tasfiyesi anlamına gelen bu tür girişimlerin dört önemli sebebi bulunmakta.

Öncelikle hanedan içerisinde babası ve kardeşleri dışında hiçbir desteği bulunmayan Muhammed bin Selman, ülke nüfusunun üçte ikisinden fazlasını teşkil eden gençler arasında oldukça popüler bir figür olmayı sürdürüyor. Başta kadınların Suudi toplumundaki hukuki statülerinin güçlendirilmesi olmak üzere hukuk alanında yapılacak olan reformlar genç kitlenin veliaht prense olan sempatisini daha da artıracaktır. Bugün ülke nüfusunun üçte ikisinden fazlasını teşkil eden gençlerin önemli bir kısmının petrol fiyatlarının ve ülke milli gelirinin tavan yaptığı 2000 sonrası dönemde dünyaya gelenlerden oluşması ve bu genç kitlenin yüksek sosyoekonomik beklentileri, rejimi ciddi anlamda zorlamakta. Özellikle Arap Baharı sürecinde Mısır, Suriye ve Tunus gibi ülkelerde memnuniyetsiz gençlerin neler başarabildikleri göz önüne alınınca, rejimin, kendi istikrarı için, bu genç nüfusu memnun etme sorumluluğu daha da büyük önem kazanıyor. 

İkinci olarak katı bir İslam yorumu benimseyen ulema yeni dönemde ülkede en önemli ekonomik aktivite olması beklenen turizm ve eğlence sektörünün gelişimini sürekli olarak engelliyor. Dışarıdan ülkeye turist gelmesi bir yana Suudi vatandaşları hafta sonu tatilleri için bile yurt dışına gidiyorlar. Varlıklı Suudilerin ülkede turizm ve eğlence mekanlarının yokluğundan kaynaklı yurt dışı turizm merkezlerine yönelmelerinin yıllık maliyetinin yirmi milyar dolardan daha fazla olduğu hesaplanmakta. Bugün çoğu Suudi vatandaşı eğlence ve tatil için çoğunlukla Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi Körfez ülkelerine gitmekteler. Hem kendi vatandaşlarının tatil ve eğlence ihtiyaçlarını karşılayarak yurt dışına çıkışlarını azaltmak hem de ülkeyi Dubai, Maldivler, Havai gibi önemli bir turizm merkezi yaparak turizm gelirlerini planlanan düzeye çıkarmak isteyen rejim, ülkenin Kızıldeniz kıyısına dönük büyük turizm projeleri geliştirmeye başladı. İnşa edilmekte olan bu turizm merkezinin, yabancı turistlerin bölgeye rağbetini artırmak için, ulusal yargı ağının dışına çıkarılması da Vehhabi ulemanın yetkilerinin sınırlanması anlamına geliyor. 

Üçüncü olarak ülkede “Vizyon 2030” olarak ilan edilen kalkınma hamlesi, geleneksel olarak Suudi Arabistan’daki din adamlarının kalesi olan eğitim sisteminde geniş kapsamlı reformların yanı sıra ülkede eğlence ve turizm sektörünün büyümesini mümkün kılacak ölçüde sosyal liberalizasyonu hedefliyor. Çünkü ülkenin uzun vadeli büyüme hedeflerine ulaşması için geliştirilen ulusal altyapıyı güçlendirecek projeler daha kaliteli modern eğitim sayesinde mümkün olacaktır. Ülkedeki eğitim, yargı ve medya sektörünün geleneksel ulemanın kalesi olduğu gerçeği, kapsamlı reform çabalarına ulema kanadından bir direncin açığa çıkmasını kaçınılmaz kılmakta. 

Son olarak da ABD’de Joe Biden döneminin başlamasıyla Batıda, Yemen savaşı, Kaşıkçı Cinayeti ve insan hakları ihlalleri gibi hususlarda önemli bir imaj sorunu yaşayan rejim, yapılması düşünülen hukuk reformları ile Biden yönetimi ile uyumlu bir performans sergilemek istiyor. Çünkü Batıda İŞİD, El-Kaide gibi radikal unsurların ideolojik arka planının Suud kaynaklı selefi din yorumuna dayandığına dair kuvvetli bir inanç bulunmakta. Bugünlerde Riyad’da, Selefi din yorumunun ideolojik üretimini kontrol eden ulemanın Suudi politik sisteminden dışlanmasının, ülkenin Batı karşısında yaşadığı imaj sorununa önemli bir çözüm olacağı düşüncesi hakim. Nitekim üç yıldan fazla bir süredir Suudi Arabistan’da tutuklu bulunan insan hakları savunucusu Luceyn el-Hezlul’un Şubat ortasında serbest bırakılması bahse konu reform ajandasının bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Bugün küresel enerji piyasasında yaşanan radikal dönüşümlere de bağlı olarak azalan petrol gelirleri, çevresinde (Yemen, Suriye, Lübnan) yoğunlaşan iç savaş ve istikrarsızlıklar, hızla artan genç nüfus ve toplumun yükselen beklentileri Riyad’da ciddi güvenlik endişelerine yol açmakta. Ülkedeki karar vericiler, ulemayı sistemden tasfiye ederek devleti yeniden yapılandırmayı, mevcut krizler karşısında ülkeyi selamete çıkaracak önemli bir tedbir olarak yorumluyorlar. Ulemanın politik sistemden tasfiye edilmesi ya da en azından sistemdeki ağırlığının azaltılmasıyla son dönemde planlanan sosyoekonomik reformların daha kolay gerçekleştirileceği kanaati Riyad’da güçlendikçe hukuk, eğitim, medya ve yerel polis gibi alanlarda yeni reform hamlelerinin kaçınılmaz olduğunu söyleyebiliriz. Üç asra yakın bir süredir ülke politik sisteminin en önemli ortağı olmayı sürdüren ulemanın geleneksel yetki alanlarının kısıtlanmasına yönelik girişimler karşısında sessiz kalmayacağı bilinen bir gerçek. Riyad’da son dönemde Suud hanedanı ile ulema arasında başlayan bilek güreşinin ne tür sonuçlar doğuracağını önümüzdeki süreçte göreceğiz. 

NECMETTİN ACAR

Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanıdır.