×
KÜLTÜR
23.04.2021
Çeviri: UĞUR ALTUNTAŞ

ANALİZ

Netflix nasıl ortak bir Avrupa kültürü oluşturuyor?

Altyazılı yayın platformları yeni Eurovision’dur. Netflix ve benzer diğer yayın platformları aynı içeriği bir kıtadaki tüm evlere yayarak kültürü de sınır ötesi bir uğraş haline getiriyor.
2000 YIL ÖNCE antik Cermen döneminde geçen Netflix yapımı “Barbarians” dizisi, bazı modern klişeleri tersine çeviriyor. Dizide yer alan seksi ve atılgan Cermen kabile üyeleri, Latince konuşan Romalı soğuk ve rasyonel baskıcı bir üst devlet ile mücadele ediyor. Almanya yapımı bu dizi kuşku duyulmayacak şekilde Alman yapımı özelliklerine sahipken (bir bölümde karakter pislik dolu bir çukurda yüzüyor), parlak bir Amerikan dramasının da tüm izlerini (nedensiz şiddet ve itibar yoksunluğu) taşıyor. Bu popüler karışım ekim ayında bir pazar günü yalnızca Almanya’da değil, Fransa, İtalya ve diğer 14 Avrupa ülkesinde Netflix’in en çok izlenen yapımı oluyor. 

Avrupalıların oturup aynı şeyleri izlediği nadir anlar çok eskide kalmıştı. Eurovision Şarkı Yarışması ve Şampiyonlar Ligi futbol karşılaşmaları bu nadir anların istisnai örnekleriydi. Kıtada 58 milyon aboneye sahip olan Netflix gibi yayın platformlarının yaygınlaşması ile bu anların sayısı artmaya başladı. Televizyon çoğu zaman ulusal bir mesele olarak değerlendirildi. Yayıncılar, Fransızlara Fransız programları ve Danimarkalılara Danimarka programları gibi katı ulusal sınırların içine sıkışmış durumdaydılar. Bununla birlikte, Netflix gibi yayın servisleri Avrupa’yı her birinde ayrı içeriğin bulunacağı 27 ayrı pazar olarak değil, tek bir büyük pazar olarak ele alıyor. Avrupalıların birbirlerini yok etmesini engellemek için ulusal ekonomileri bir araya getirme fikrini ortaya atan ve birliğin kurucu babalarından biri olan Jean Monnet vaktiyle şu ifadeleri kullanmıştı: “Bunu yeni baştan yapacak fırsatım olsaydı, başlangıç noktam kültür olurdu.” Monnet döneminden 70 yıl sonra kültürel entegrasyon gerçekleşmeye başlıyor.

İtalyan yazar Umberto Eco, Avrupa’nın dilinin çeviri olduğunu söylerken haklıydı. Netflix ve diğer dev küresel şirketler bu dili çok iyi konuşuyor. Tıpkı AB’nin karmaşık yasaları veya Romanyalı Avrupa Parlamentosu üyelerinin konuşmalarını AB’nin 24 resmi diline çevirmek için küçük bir çevirmen ve tercüman ordusu çalıştırması gibi. Netflix şu anda 34 dilde dublaj ve birkaç farklı dilde altyazı sunuyor. Bunun sonucu olarak da AB tarafından tanınmayacak kadar mütevazı bir dil olan Lüksemburgca yazılmış bir polis draması olan “Capitani” İngilizce, Fransızca veya Portekizce (veya Lehçe altyazılı) olarak izlenebiliyor. Önceden en iyi Fransız şovlarından birinin ancak çok başarılı olması durumunda İngilizceye ve belki de Almancaya çevrilmesi beklenirdi. Şimdi artık bu denli çeviriler yayın platformları için bir kaide halini almış görünüyor.

Avrupa yapımlarının ekonomisi de daha cezbedici duruyor. Amerikalı izleyiciler bir yapımı dublajlı veya altyazılı izlemeye eskiden olduğundan daha fazla istekliler. Bu durum, Netflix’te bir Fransız suçlusunu konu alan “Lupin” gibi dizilerin dünya çapında hit haline gelebileceği anlamına geliyor. 20. yüzyılın başlarında Paris’teki bir mücevher hırsızı hakkındaki dedektif dizisinin Fransa’nın ötesinde büyük bir ilgi kazanma potansiyeli varsa, bu tarz pahalı yeniden anlatımlar için kumar oynamaya değer. 2015’te Netflix’in orijinal içeriklerinin yaklaşık %75’i Amerikan yapımıydı; şimdi ise bir medya analiz şirketi olan Ampere’ye göre bu sayı yarı yarıya gelmiş durumda. Netflix devam eden 100’e yakın yapımıyla, Fransa veya Almanya’daki büyük ulusal yayıncılarının hepsinden daha fazla içeriğe sahip görünüyor. 

Avrupalı yetkililer yatırımı teşvik etmek için adeta sert güç kullanıyor. Avrupalı film yapımcıları, en fazla üzerinde durulan Avrupa endüstrileri sıralamasında çiftçilerle rekabet halinde. AB’de faaliyet gösterebilmek için yayın şirketlerinin listelerinin en az %30’unun bloktan gelmesi ve onu tanıtması gerekir.  Ancak 1990’ların Belçika pembe dizilerin tümünü satın almak ve bunları dijital ortamda saklamak önemli değildir. Fransa, büyük medya şirketlerini gelirlerini tekrar yerli üretimde kullanmaları için zorluyor. Avrupa hükümetleri büyük Amerikan şirketlerini sarsmak veya yerinden etmek istiyorsa, paranın izlenebilir bir şeye harcanmasının herkes için daha iyi olacağını hesaba katmalıdırlar.

Her yapım sınırların ötesinde iş yapmaz. Komedi yapımları bazen bunun mücadelesini verir. Ancak Romalılar ve kibirli kabile üyeleri arasındaki kovalamaca ve kanlı mücadele daha evrensel bir cazibeye sahiptir. Bazıları bunu diğerlerinden daha başarılı şekilde yapıyor. “Barbarians” istisnası bir yana, bir yöneticinin de kibarca vurguladığı gibi Alman televizyonu yapım ihraç etmek için kurulmadı. Daha büyük bir sorun ise ulusal yayıncıların hala egemen durumda olmalarıdır. Netflix veya Disney+ gibi yayın hizmetleri, köklü oldukları pazarlarda bile tüm izlenme saatlerinin yaklaşık üçte birini oluştururlar. Avrupa, nüfusu yaşlanan bir kıtadır. Tüm gün gözü telefonlarda olan gençlerin sayısı, bir kutuya bakmayı tercih eden büyüklerinden daha azdır. 

Doğrusu, liderlik etmek istiyorum

Brüksel ve ulusal başkentlerde, Netflix’in kültürel bir hegemon olma ihtimali bir tehdit unsuru olarak görülüyor. “Kültürel egemenlik”, Amerikalıların kendi öğle yemeklerini yiyeceğinden endişelenen Avrupalı yöneticilerin ortak parolasıdır. Adil olmak gerekirse, Netflix içeriği bazen Mid-Atlantic içindeki tekinsiz bir vadide sıkışmış ve yerele dair tüm dinamikleri ortadan kaldırmış gibi görünüyor. Bir piyasa analisti olan Enders’e göre Netflix’in kendi yapımları (Netflix Originals) ulusal rakiplerinin ürettiği yapımlara göre yerel kültürlere daha az referans verme eğilimindedir. Şirket önceden Los Angeles’taki yöneticilerinin Fransızların beğenebileceği fikirler geliştirdiği bir emperyal model ile işlerini yürütüyordu. Şimdi ise Netflix Avrupa genelinde ofislere sahip ancak yine de bu büyük kararların Amerikalı yöneticiler tarafından alındığı gerçeğini değiştirmiyor. Bu durum da Avrupalı siyasetçileri tedirgin ediyor. 

Tedirgin olmamalılar. Avrupa entegrasyonunun ironik tarafı bunu kolaylaştıran şirketlerin çoğunlukla Amerikan şirketleri olmasıdır. Google Çeviri (Google Translate) hizmeti, kıtanın çok dilli olmayan üyeleri için Avrupa gazetelerini biraz hantal da olsa anlaşılır kılabiliyor. Amerikan sosyal medya devleri, Avrupalıların sınırların ötesinde bir siyaset iklimine girmelerini kolaylaştırıyor. (Birbirleri hakkında söyledikleri her şeyi duymaktan hoşlanmamaları ise başka bir konudur.) Şimdi Netflix ve benzer diğer yayın platformları aynı içeriği bir kıtadaki tüm evlere yayarak kültürü de sınır ötesi bir uğraş haline getiriyor. Avrupalılar bir para birimini paylaşacaklar, finansal ihtiyaç dönemlerinde birbirlerini kurtaracaklar veya pandemi döneminde aşıları paylaşacaklarsa, işte o zaman ortak bir şeylere (bahsettiğimiz dizideki gibi aşırıya kaçsa bile) sahip olmaları gerekir. Hayali kuzey ve güney Avrupalıların 2000 yıl önce birbirlerini parçaladıklarını izlemek, bunun gerçekte olmasından daha iyidir.

The Economist’te 03 Nisan 2021 tarihinde “How Netflix is creating a common European culture” başlığıyla yayımlanan yazıyı Uğur Altuntaş’ın çevirisiyle sunuyoruz.