×
KÜLTÜR
22.03.2022
Çeviri: UĞUR ALTUNTAŞ

ANALİZ

Pandemi ve Bozulan Toplum Sözleşmesi - I

Çağdaş toplumu ayakta tutan norm ve kurumların çoğu, geçmiş çağlarda ve o dönemler için oluşturulmuştu. Bu durum bugün insanların beklentileri ve gerçeklikleri arasında büyük bir uyumsuzluk oluşturuyor.
AŞI OLMAYA KARŞI isteksizlik münferit bir konu değil. Aksine çağımızın öncelikli bir hastalığının belirtisi: [Toplumsal sözleşmeler bozuluyor.] Birçok ülkede, toplumun kurumlara dair güveninin çökmesine neden olan, bozulmuş toplum sözleşmesi gerçekliğiyle [karşı karşıyayız.]

Toplum sözleşmeleri 101

Toplum sözleşmesi; bireyleri, kurumları, sivil toplumu ve devleti birbirine bağlayan temel kuralları, normları ve karşılıklı yükümlülükleri ifade eder. En genel tabirle toplum sözleşmesi, birbirimize borçlu olduğumuz şeyi tanımlar. Dar anlamıyla ele alındığında bir pandemi dahi bireysel tercihlerin kolektif çıkarlara ne ölçüde üstün geleceğini belirleyebilir. İnsanların aşı olmak, maske takmak veya enfekte olduklarında kendilerini karantina altına almak zorunda hissetmeleri epidemiyolojik bir problem değil, toplumsal ve siyasal bir konudur.

Toplum sözleşmesi aynı zamanda çok daha geniş bir dizi ortak kaygıyı da belirler ve çok çeşitli insan etkileşimleri için bir çerçeve oluşturur: Bir toplumda çocuk bakımını kim sağlamalıdır? Bunu tamamıyla çocuklarını evde yetiştiren aileler mi üstlenmeli, yoksa çocuk bakımı özel şirketler tarafından mı sağlanmalı ya da ücretli ebeveyn izni gibi politikalar vasıtasıyla devlet tarafından mı desteklenmelidir?

Sağlık hizmetlerine dair sorun da tıpkı çocuk bakımına benzer: Sağlık bakım masraflarını karşılama sorumluluğu devlete mi, bireylere mi yoksa sigorta şirketlerine mi ait olmalıdır? İşverenlerin düzenli çalışma saatleri ve hastalık izni-emekli maaşı gibi imkanları gözeten sözleşmeler sunması mı beklenmelidir? Yoksa işçilerden her biri kendi geleceğini güvence altına alarak bir işten diğerine geçen bir süreci mi takip etmelidir?

Geleneksel toplumlarda, toplum sözleşmesinin şartları aileler ve topluluklar tarafından sağlanma eğilimindedir. Modern toplumlarda ise piyasaya ve devlete daha kapsamlı roller verilir. Ancak her iki toplum yapısında da muktedir olan yetişkinler, genç ve yaşlıların bakımlarını garanti altına alacak bir ortak iyiye katkıda bulunmalıdır.

Kamu yararının amacı, bireylerin topluma katkıda bulunan üyeler olarak tüm potansiyellerini gerçekleştirmelerine ve başarılı olmalarına yardımcı olmaktır. Bu noktada ideal sistem, herkesin hem kendisinin faydalandığı hem de başkalarının faydalanması için katkı sunduğu bir sistemdir. Aksi halde muktedir biri, sisteme katkıda bulunmadan sadece fayda elde etmeyi sürdürürse [bu, sözleşmenin ihlali anlamına gelir.] Toplum sözleşmesinin ihlaliyse hem o bireyin aidiyet duygusunu hem de genel olarak toplumdaki güven ve ortak amaç hissini parçalayabilir. Bu tür ihlaller sadece bireyin yaşamını altüst etmekle kalmaz; aynı zamanda toplumları birbirine yaklaştıran bağları da aşındırır.

Kırılmanın temelleri

Bugün çoğu ülkede toplum sözleşmesi artık geçerli olması mümkün olmayan öncüller üzerine kurulu. Geleneksel bir toplumda tüm ailenin geçimini tek bir erkeğin sağlayacağı düşünülür, kadınların ise çocuk ve yaşlılara bakacağı varsayılırdı. İnsanların ölene kadar evli kalmaları ve sadece evlilik içinde çocuk sahibi olmaları beklenirdi. Erkekler istikrarlı bir kariyer için sadece birkaç işveren için çalıştıkları bir iş hayatına sahip olmalıydı. Okulda alınan eğitim ve beceriler muhtemelen hayatın kalanı için yeterli olacaktı. Emekli olmayı başaranlar ise ölmeden önce yalnızca birkaç yıllık bir desteğe ihtiyaç duyacaklardı.

Hayata dair bu varsayımlar günümüzle olan ilgisini hızla kaybetse de hala toplum sözleşmesindeki pek çok maddenin temelini oluşturmaya devam ediyor. Küresel ölçekte (her ne kadar bölgesel farklılıklar olsa da) kadınların neredeyse yarısı artık işgücü piyasasında yer alıyor. Dünyanın daha zengin ekonomilerinde evliliklerin üçte biri boşanmayla sonuçlanıyor. Gelişmekte olan ülkelerin çoğundaysa bu oran daha düşük olmakla birlikte, artış trendi göstermeye devam ediyor. Evlilik dışı çocuk sahibi olma oranı da benzer şekilde hızla artıyor.

Tüm bunların yanında günümüzde ortalama bir işçi geçmiş nesillere oranla hayatı boyunca çok daha fazla iş değiştiriyor. Kuşkusuz teknolojik değişim bu eğilimi hızlandırdı. Gelişmekte olan ülkeler daha fazla işçiyi kayıtlı istihdam sektörüne çekmek için çabalarken, güvencesiz ve faydasız işlerde, giderek daha fazla insanın istihdam edildiği zengin ekonomilerde ise kayıt dışı iş trendi yükseliş gösteriyor.

Cinsiyet ve teknoloji faktörleri

Bu değişimin birçok nedeni vardır; ancak özellikle iki faktör bu değişimi oldukça hızlandırıyor: Çocuk ve yaşlı bakımına dair geleneksel aile rollerinde yaşanan değişiklikler ve hem iş hayatını hem de eğitimi kesintiye uğratan teknolojik yenilikler. Her iki faktör de hala devam eden bir etkiye sahip ve daha fazla değişiklik için de etkilerini arttırmaktalar. Birçok ülke göç alıp verme ve nüfusun yaşlanması gibi etkenlerden dolayı demografik değişim yaşıyor. Daha da kötüsü iklim değişikliği artık tüm ekonomi ve yaşam biçimlerini altüst etme tehlikesi yaratıyor.

Birçoğu onlarca yıldır devam eden bu çalkantılı gelişmelere rağmen toplum sözleşmesinin mevcut şartları hiç güncellenmedi. Bunun sonucunda vatandaşların beklentileri ile gerçeklikler arasında kafa karıştırıcı ve giderek daha fazla savunulamaz bir uyumsuzluk hali ortaya çıktı. Toplum bir zamanlar vaat ettiği şeyleri artık sağlayamadığında ve bireyler katkılarının artık eskisi gibi ödüllendirilmediğini anladıklarında, bu gelişmeleri güvensizlik ve yabancılaşma takip edecektir. 

Düşen veya azalan yaşam standartları, günümüzde en önemli öfke ve huzursuzluk kaynaklarından biri olarak görülüyor. Ancak yukarıda bahsedilen türden bir bozulma bu sorunları yaşayan ülkelere dair çok daha geniş bir açıklama sunuyor. Her ne kadar azalan yaşam standartlarını merkeze alan açıklama yüzeysel olarak diğerine benzer olsa da nihayetinde yetersiz kalır. Eşitsizliğin ve yoksulluğun çok çeşitli toplumsal sorunlarla bağlantılı olduğuna hiç şüphe yok. Ancak bu açıklama düzeyi, zengin ülkelerde orta sınıf arasında görülen siyasi aşırılık, komplo teorileri, uyuşturucu bağımlılığı ve aşı karşıtlığının yükselişi trendlerini tek başına açıklamakta yeterli değil.

Varlıklı ve eğitimli nüfuslar arasındaki artan yalnızlık ve depresyon hali, toplumsal yabancılaşmanın maddi yoksunluktan daha fazlasını içerdiğini gösteriyor. Kişisel refah, büyük oranda kişinin bir topluma ait olma ve o topluluğa katkıda bulunma duygusuna bağlıdır. İşte bu da tam olarak bir toplum sözleşmesinden beklenen türden bir destektir.


Project Syndicate sitesinde 21 Ocak 2022 tarihinde “The Pandemic and Our Broken Social Contracts” başlığıyla yayımlanan yazının ilk kısmını Uğur Altuntaş’ın çevirisiyle sunuyoruz. Yazı bölümler halinde çevrilmiş ve belirli kısımlarda editoryal düzenleme yapılmıştır.