×
KÜRESEL

ANALİZ

Star Wars, Fan Club ve Siyaset: Demokrasiler Nasıl Geriler?

Zayıf hükümetler demokrasi için büyük bir tehlike oluşturur. Çünkü güçlü yöneticilerin ortaya çıkmasına yol açarlar. Salt yasallık demokrasiyi kurtarmaz. Gücün zirvesindeki karışıklık kaosa yol açar. Siyasal iradenin imali, demokrasileri aşındırır!
ÇOK ESKİ OLMAYAN bir zamanda ve çok da uzak olmayan bir galakside... demokrasi tehlikedeydi. Bugün mevcut siyasi ortamımız da demokrasiye yönelik tehditlerle dolu. Dünya genelinde otoriter popülizme dayalı siyasetler yükseliyor. COVID-19 salgını sırasında devlet gücü bir daha geri alınamayacak ölçüde devasa bir büyüklüğe ulaştı.

Bu tehditlerin nasıl ortaya çıktığı ve bunlara karşı nelerin yapılabileceği önemli bir soru. Yakın tarihli bir makalede, ilginç bir kaynaktan, Star Wars filmlerinden hareketle demokrasinin işleyişine dair faydalı tespitler paylaşıldı.

Bu tespitlerin neden Weimar Almanya’sı veya eski Roma'dan değil de Star Wars filmlerinden alındığı sorulabilir. Cevap basit: Kültür, bu tür siyasi meselelerin, basit ve anlaşılır bir şekilde anlatılmasında işlevsel ve etkileyici bir role sahip.

Shakespeare'in Julius Caesar'ını Roma cumhuriyetinin düşüş tarihini ayrıntılı olarak okuyanlardan daha fazla insan görecek. Toplumdaki demokratik çürümenin risklerini derinlemesine düşünenlerden çok daha fazla insan Star Wars'ı izleyecek ve hikayeleri üzerinde düşünecek.

Star Wars sadece bir bilim kurgu filmi/dizisi değil, kültürel bir fenomen. Hikayeleri milyonlarca insanın dünyasında yankılanıyor. Dolayısıyla filmin, demokrasilerin nasıl öldüğünü vurgulamak için kullanılması (ve belki de insanların çağdaş siyasi sorunlar hakkında farklı bir şekilde düşünmelerine yardımcı olmak) değerli bir çaba gibi görünüyor.

Tespit 1: Zayıf hükümetler demokrasi için büyük bir tehdittir;
güçlü yöneticilerin ortaya çıkmasına yol açarlar.


En yaygın anlatımıyla, Star Wars’ta İmparatorluğun yükselişi, gücü tek bir kişide toplamanın tehlikelerini anlatıyor. Zira bu kişi daha sonra bu gücü kötüye kullanabilir. Bu tespit her zaman dikkate almaya değer çünkü bu tehdit çok gerçek. Ama diğer taraftan, Star Wars aynı zamanda seyirciye farklı bir ders veriyor: Aşırı derecede zayıf hükümetler, demokrasi için büyük bir tehdittir.

Star Wars'daki Galaktik Cumhuriyet, işlevsiz bir siyasi sistem. Senato, içinde bulundukları gezegenin işgali ile karşı karşıya kalan ve bunun için bir araştırma komitesi oluşturan, tartışan delegelerle dolu. Kimsenin sisteme ve yönetime inancı yok. Uzay büyücülerinden oluşan küçük bir dini grup olan Jedi'ler dışında ordu yok. Ayrılıkçı bir hareket Cumhuriyet'i büyük bir askeri güçle tehdit ettiğinde bile, senato bir ordu oluşturmayı kabul edemiyor.

Daha sonra imparator olacak olan Şansölye Palpatine'e tek taraflı hareket etmesi için acil durum yetkileri veren şey, siyasi sistemin Cumhuriyet'in refahını korumadaki bu toptan başarısızlığı. Savaş devam ederken, Palpatine daha fazla güç kazanır ve senato, görev süresi sona erdikten sonra bile görevde kalması için ona yalvarır. İmparatorluğun tohumları böyle atılır: Aşırı derecede zayıf bir hükümet başarısız olur ve insanlar güçlü bir lidere yönelir.

Bu durum, ilk olarak Amerika’nın kurucu babalarından Alexander Hamilton tarafından gözlemlendi ve Publius paradoksu olarak adlandırıldı. Hamilton, hükümetin yeterince güçlü olmaması halinde, liderlerin kriz zamanlarında yasaların dayattığı "sınırları aşmak" zorunda kalabileceğini ve bunun da daha sonra liderlerin kontrol edilmelerini imkansız hale getirebileceğini söyledi. Zorbalar yaratma korkusuyla hükümeti çok sıkı bağlamak, gerçekten de zorbalar yaratabilir.

Star Wars bu dersi canlı bir şekilde öğretiyor: Bir devlet yeterince güçlü olmadığında ortaya çıkabilecek siyasal düzensizlik, müstakbel bir imparatorun gücü kendi etrafında toparlaması ve toplumda "gürleyen alkışlarla" karşılanması için mükemmel bir ortam yaratır.

Tespit 2: Salt yasalara bağlılık demokrasiyi kurtarmaz!

Demokratik çürümeye ilişkin literatür, devletlerin genellikle hukukun üstünlüğüne bağlılık yoluyla tiranlık ve diktatörlükten kaçınabileceğini tavsiye eder. Star Wars, bu tespitle ilgili ilginç bir değişiklik yapıyor: Yasalara bağlılık tek başına işe yaramıyor.

Star Wars gezegenindeki herkes yasallığa kafayı takmış durumda, kötü adamlar bile. Yine de gezegendeki herhangi birinin yasayla ilgili düşündüğü asıl şey, yasal eylemlerin sonuçları değil, yalnızca yasaya formel uyum. Kraliçe Amidala, gezegeninin yasa dışı işgalini meşrulaştıran bir anlaşmayı silah zoruyla imzalarsa, senato bunun her şeyi yoluna soktuğunu düşünecek. Neredeyse hiç kimse Palpatine'in senato tarafından onaylandıktan sonra daha fazla acil durum yetkisi toplamasını ve çok uzun süre görevde kalmasını sorgulamıyor.

Star Wars bize, hukuk dilini kullanan ve yasallıktan söz eden insanların her zaman doğru şeyi yaptıkları yanılgısına düşmememiz gerektiğini hatırlatıyor. Dünyanın dört bir yanındaki birçok otokratik ve demokratik olmayan rejim, yanlış eylemlerini haklı çıkarmak için yasalara sığınıyor. Demokrasinin aşınmasını önlemek için hukukun nasıl kullanıldığına (nasıl kötüye kullanıldığına) ve burada “yasal” eylemlerin ne yaptığına bakmalıyız.

Tespit 3: Gücün zirvesindeki karışıklık kaosa yol açar!

Son olarak, Star Wars, sistem içerisinde “sorumlunun kim” olduğuna ilişkin muğlaklığın riskini ortaya koyuyor. Filmde, Cumhuriyet'in ortak çıkarlarının nihai koruyucunun ve anayasal düzenin esas savunucusunun kim olduğuna ilişkin ciddi bir kaos görüyoruz: Yüce Şansölye mi yoksa Jedi Konseyi mi? Her ikisinin de kendilerini siyasi topluluğun nihai koruyucusu olarak gördükleri açık.

Star Wars, siyasi düzenin iki rakip koruyucuya/güce sahip olma riskini gösteriyor ve aralarında seçim yapmanın hiçbir yolu yok. Bu anayasal gerilim, rakip iddialar şiddetle karşılaştığında kaosa dönüşür. Palpatine, bu komplo gerçeğini, Cumhuriyet'i, başında kendisinin bulunduğu bir İmparatorlukta sağlamlaştırmak için bir neden olarak kullanıyor.

Bunlar, istikrarlı bir demokratik devlet inşa etmek ve sürdürmek isteyen herkesin öğrenmesi gereken önemli dersler.

Fan Club: Taraftar seçmen ve siyasal iradenin imali

Küresel siyasette nadiren görülen bir kutuplaşma düzeyine tanık oluyoruz. Brezilya ve Filipinler'den Sri Lanka, Hindistan ve Amerika Birleşik Devletleri'ne kadar siyasal merkez tutmadı çünkü insanlar ya sola saptı ya da aşırı sağdaki figürlerin etrafında toplandı.

Kuzey Kore ve Çin gibi otoriter ülkelerde, siyasi taleplerin gerçek ve kamusal ifadesi genellikle görülemez. Yine de siyaset hala orada ve Çin'de hükümetin COVID 19’la ilgili “sıfır vaka” politikasına karşı sergilenen yaygın tepkide olduğu gibi, şiddetli gerilim dönemlerinde bu talepler belirgin hale gelebiliyor. Bu tür anlar, muhalefetin göründüğünden çok daha büyük olduğunu gösteriyor.

Her halükârda siyasi kutuplaşma, kendini yücelteme, otoriterliği besleme ve yandaşlarını hiper-milliyetçi amaçların arkasında toplama konusunda becerikli demagogları güçlendirme eğiliminde. Bu dinamiğin, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ukrayna'daki işgalinde ve askeri cuntanın Myanmar'daki azınlıklara yönelik baskısında trajik bir etkiye sahip olduğunu gördük.

Bütün bunlar küresel istikrara karşı bir meydan okuma oluşturuyor ve hukuk, ekonomi ve siyaseti birbirine bağlayan düzeltici politika müdahalelerini gerektiriyor. Ancak, bu müdahalelerin nasıl olması gerektiği açık değil. İlk etapta kutuplaşmanın temelini neyin oluşturduğunu düşünmek için önce geri adım atmalıyız.

Ana akım ekonomi bize, insanların amaçlarının ve tutkularının baştan “verili, sabit ve belirli” olduğunu söyler.” Yani fiziksel olarak bize bağlılar. “Daha fazla ve daha iyi yiyecek, giysi, araba, elektronik alet vb. istiyoruz. Ve bunları elde etmek para gerektirdiğinden, insanlar doğal olarak daha fazla kazanmaya ve daha fazla servet biriktirmeye çalışırlar.” Yine de fark edilmeyen şey (Thorstein Veblen'den Tibor Scitovsky'ye kadar önde gelen eski düşünürler bunun kesinlikle farkında olsalar da) hırslarımızın, taleplerimizin ve tercihlerimizin birçoğunun zamansal olarak imal/inşa edildiğidir. Onlarla birlikte doğmak yerine, yol boyunca onları edinir ve geliştiririz.

Günümüzün siyasi kutuplaşması, seçim siyasetinin nasıl işlediğine dair uzun süredir geçerli olan varsayımlara meydan okuyor. Amerikalı matematikçi Harold Hotelling'in, seçim demokrasisi anlayışımızı derinden etkileyen ve "ortanca seçmen teoremi"ne ilham veren, ufuk açıcı 1929 makalesini düşünün. Hotelling'e ve onun ilham verdiği teorisyenlere göre, insanların verili, özsel ve sabit olarak  (aşırı soldan aşırı sağa uzanan) siyasi tercihlere sahip olduğunu varsayarsanız, iki siyasi partinin en fazla oyu almak için nasıl manevra yapabileceğini kolayca görebilirsiniz. Sağcı parti, sağcı seçmenin kendisini destekleyeceğini bilerek bazı konularda sola kayar; sol parti de aynısını diğer yönden yapar.

O halde teoride denge, seçmenlerin yarısının soldan, diğer yarısının sağdan olduğu “orta” etrafında bir kümelenmeye dayanacaktır. Ortancanın tam tanımı budur. Bu nedenle, seçim demokrasisi, siyasi partileri ortanca seçmeni razı etmeye yönlendiriyor. Bu eğilim, siyaseti köreltse de büyük ölçüde ülkeye siyasi istikrar sağlıyor.

Ancak son yıllardaki siyasi eğilimler, seçmenlerin ideolojik tercihlerinin aslında mutlak ve verili olmadığını, daha çok zaman içinde imal ve teşvik edildiğini gösteriyor. Bir seçmen, Demokratları veya Cumhuriyetçileri desteklemeye karar verdikten sonra, o seçmenin partizan bağlılığı yavaş yavaş spor taraftarlığı karakterini kazanıyor. Seçmen bir “hayran kitlesine” dönüşüyor. Cumhuriyetçi seçmenler Cumhuriyetçilerin kazanmasını, Demokrat seçmenlerse Demokratların kazanmasını istiyor. Çünkü hayatlarında köklü bir değişiklik bekledikleri için değil, karşı tarafı yenmek istedikleri için bunu istiyorlar. Gol atmak başlı başına bir amaç.

Tercihlerin ve temsilin bu tarz inşa edilebilirliğini kabul etmek, siyaseti ve kutuplaşmayı analiz etmek için yeni yollar açabilir. Bu yaklaşım, siyasi partilerin yalnızca daha önceden mutlak ve verili tercihleri olan seçmenlerin desteğini toplamaya çalışmadıklarını ima eder. Bunun yerine, partilerin bu tercihleri üretmek ve imal etmek için strateji geliştirdiklerini anlatır. Görüldüğü gibi, bu, özellikle haber tüketicilerini ayıran ve insanların önyargıları sömürmek için tasarlanan sosyal medya algoritmları çağında, kötü siyasi rekabet biçimlerine yol açabilir.

Bu tuzaktan kaçınmak muhtemelen yeni düzenleme biçimlerini gerektirecek. Tercihlerin manipüle edilmesinin daha önce hiç bu kadar kolay olmadığı bir çağda demokratik kurumları ve toplumsal dokuyu korumak için ne yapılması gerektiği konusunda yaratıcı bir şekilde düşünmeye başlasak çok iyi olur.


Bu analiz, David Kenny ve Conor Casey’in 18 Kasım 2022 tarihinde The Conversation’da yayınlanan “What Star Wars can teach us about the decline of democracy” başlıklı yazısı ile Kaushik Basu’nun 05 Aralık 2022 tarihinde Project Syndicate’te yayınlanan “When Voters Become Fans” başlıklı yazısının çevirisidir. İlk yazının tamamı, ikinci yazınınsa bir kısmı çevirilmiştir. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.