×
AFRİKA

ANALİZ

Yeni Sömürgeciliğin Kalesi Fransafrika Bitiyor mu?

Fransa’nın sömürge sonrası süreçte Afrika’da yönetici elitlerin belirlenmesi, yeni sömürgeci güç ve çıkar ağlarının kurulması, hukuki imtiyazların elde edilmesi, üstüne dış yardım ve finansal araçların eklenmesiyle biçimlendirdiği Fransafrika (Françafrique) düzeni bugün ağır sarsıntılar geçiriyor.
JACQUES CHIRAC'IN ardından karizmatik liderler kadar mutedil siyasetin de görünürlüğünü yitirdiği Fransa’da iç gündemin huzursuzluğu dış dünyadaki başarısızlıklarla birleşiyor. Yükselişte olan aşırı sağın ırkçı popülizmine prim tanımayan Fransız seçmenin çaresizliği sayesinde iki dönemdir iş başına getirilen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron artık sokağa taşmış olan çalkantıyı sona erdiremiyor. Fenomene dönüşen sarı yeleklilerin eylemleri, emeklilik reformu nedeniyle bugün yerini çok daha kitlesel eylemlere ve genel grevlere bırakmış durumda. Macron, çoktandır genel grevlerle sarsılan ve tadı tuzu kalmayan Fransa iç siyasetinden kaçışı yurt dışı ziyaretlerde buluyor.

Artık her ziyaretinin farklı bir sansasyona neden olduğu Afrika kıtasına doğru yeni bir sefere çıkan Macron, bu kez Gabon, Angola, Kongo ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ni ziyaret etti. Gittiği her ülkede protestolarla karşılaşan Macron’un hem kendi ölçüsüz davranışları hem de gördüğü muamele sık sık tartışmaların konusu haline geliyor. Geçtiğimiz Temmuz ayında gerçekleştirdiği Benin ziyaretinde Benin Cumhurbaşkanı Patrice Talon ile sohbet ederlerken elini Benin Dışişleri Bakanı Aurelien A. Agbenonci’nin omzuna dokundurmuş, Agbenonci bunun üzerine ani bir hareketle omzunu temizlemişti. Avrupa kamuoyunda tartışma doğuran bu olay, Macron’un Afrika’da gördüğü ne ilk ne de son olumsuz reaksiyondu.  Şimdilik en sonuncu tepkiye ise Demokratik Kongo’da rastladı. Başkent Kinsaşa’da Demokratik Kongolu mevkidaşı Felix Tshisekedi ile yaptığı ortak basın toplantısı sırasında tarafların kameralar önünde tartışmaya başlaması tatsız bir görüntüye neden oldu. Kongo Demokratik Cumhuriyeti (KDC) Cumhurbaşkanı Felix Tshisekedi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a, Fransa ve Batı'nın Afrika’ya karşı buyurgan tavrı terk etmesi gerektiğini söyledi. Tartışmanın kaynağı ise Fransa Dışişleri Bakanı Jean Yves Le Drian’ın Kongo ve diğer Afrika ülkelerindeki seçimlerin güvenilirliğine yönelik imalı sözleriydi. Macron, son yıllarda sık tekrar ettiği bir beyanatını yineledi: Fransafrika artık bitti. 

Orta Afrika turuna başlamadan önce “yeni Afrika politikası”nı duyuran Emmanuel Macron, aynı beyanatı yine vurgulamıştı: Afrika’ya müdahale projesi olarak Fransafrika’nın (Françafrique) bittiğini açıklamış, ülkesini Afrika'daki tüm aktörlerle eşit iletişim kuran ve kıta ülkelerinin iç meselelerine müdahale etme niyeti taşımayan tarafsız bir partner olarak nitelemişti. Afrika ülkeleriyle yeni bir sayfa açmak istediklerini belirten Macron, Afrikalılara ait kültürel varlıkların iade edilmesine dönük çalışma yürütüldüğünü duyurmuştu. Ayrıca Fransa'nın kıtadaki askeri üslerinin sayısını azaltacaklarını açıkladı. 

Peki Fransafrika derken tam olarak ne kastediliyor? Macron hangi politikalara binaen tepki görüyor? Bugün Fransa’nın Afrika’nın hemen tamamında sahip olduğu olumsuz imaj hangi yaklaşımın neticesinde inşa edildi? Son 10 yılda Afrika’da mevzi ve güç kaybettiği aşikâr olan Fransa bu noktaya nereden geldi? Negatif bir zemine savrulan Fransa-Afrika etkileşiminin tarihsel arka planını kısaca çözümlemek anlamlı olabilir.  

II. Dünya Savaşı nihayete erdiğinde Avrupa ülkeleri kendilerini buhran içinde buldular. İngiltere ve Fransa gibi sömürge imparatorlukları eski düzenin artık sürdürülemeyeceğini anladılar. Fransa’nın diğer sömürgelere nazaran farklı bir gözle baktığı Cezayir’de kanlı bir savaşı ve hatta soykırımı yürüttüğü günlerde sömürgeciliğin yeni aşamasının planları yapılmaktaydı. 

Öncelikle Çerçeve Yasa (loi-cadre) ile 1956 yılında sömürge milletlere parlamentoda temsil hakkı verildi. Daha sonra Fransız Milletler Topluluğu (Communauté française) adıyla bir konfederasyon teşekkül ettirildi. Siyasi temsil ve kurumsallaşma süreci, müstakbel devletlerin yönetici elitinin belirlendiği bir sınava sahne oldu. Aykırı veya radikal olarak yaftalanan, bağımsızlık yanlısı ve milliyetçi olarak görülen pek çok siyasi veya bürokratik aktör siyaset sürecinin dışında bırakılıyordu. 

1958'de iktidara gelen General Charles de Gaulle, bu süreci aynı görüşleri paylaştığı yakın arkadaşı Jacques Foccart’la birlikte sürdürdü. Foccart, bugün "Françafrique/Fransafrika" olarak andığımız neo-kolonyal düzenin babası olarak da biliniyor. Foccart’ın vazifesi, Fransa adına Afrika’da kurulan yeni devletlerin yönetimini devralan siyasi, bürokratik, askeri veya ekonomik yeni elitlerle dostluklar, çıkar ilişkileri, kişiselleşmiş iktidar ilişkileri kurmaktı. Bu vazifesini 1970’lerin ortasına kadar muvazzaf, sonrasında ise gönüllü olarak yaptı. Kendi ifadesiyle De Gaulle, bu vazife için Fransa Cumhuriyeti’ne ait hazine ve istihbarat gücünü tümüyle emrine vermişti. İnşa ettiği yeni sömürgeci düzen, yani Fransafrika şöyle tanımlanabilir: Sahra altı Afrika'da hüküm süren gizli operasyonların, müdahalelerin, yeni sömürgeci çıkar ağlarının, hukukiliği tartışmalı ikili antlaşmaların, yasa dışı ticari faaliyetlerin, açık/örtük müdahalelerin ve inşa ettiği hegemonyanın bütünü. Bu dönemde illegal ve örtük eylemlerle, ihtiyaç duyulduğunda askeri darbe ve suikastlarla yeni sömürgecilik işlevsel hale getirildi. 

Dekolonizasyon sürecinde yönetici elitlerin belirlenmesi, güç ve çıkar ağlarının kurulması ve hukuki yükümlülüklerin elde edilmesine dış yardım ve finansal araçlar eklenerek yeni düzen ete kemiğe büründürüldü. Tüm seçkinlerin anakara Fransa'sında eğitim gördükleri ve bu nedenle aralarında Fransız kültürünün baskın olduğu biliniyor. Fransa’nın arzularına uyum sağlayan aktörler ayakta kaldılar. Dekolonizasyon sürecinde sömürgecilik karşıtı siyasi liderlerin başına ise neler geldiği sorusuna sıkça verilen cevaplardan biri genelde Moumié suikasti oluyor. Kamerunlu doktor ve siyasetçi Félix-Roland Moumié, sömürgecilik karşıtı siyasi ideolojisinin bedelini 1960 yılında İsviçre'de Fransız gizli servisi SDECE tarafından zehirlenerek ödedi. İlk dönem tasfiyelerinin sembol örneklerindendi. Fransa yanlısı yönetici elitler arasında askerler de vardı ve bu askerlerin hemen hemen tamamı Fransa ordusundan gelmişti. Yeni kurulan devletlere dair aidiyet problemleri yaşayan bu askeri elit, ülkelerinin imkânsızlıklarıyla boğuşurken kimlik buhranı artmış ve kişisel-grupsal çıkarlarına odaklanmaya başlamıştır. 1963 yılında Togo’da gerçekleşen askeri darbe, Fransa ile anlaşmazlık yaşayan Cumhurbaşkanı Sylvanus Olympio’ya karşı böyle bir durumdaki askerlerin Foccart tarafından manipüle edilmesiyle gerçekleşti. Foccart, anılarında bunu pervasızca doğruluyor: Afrika kıtasında darbelerin ciddi bir bölümünde, Fransa'nın açık veya örtülü, doğrudan veya dolaylı etkisi vardır.

Ekonomik seçkinlere gelince, bu zümrenin bağımlı olduğu odaklar, yeni kurulan devletlerdeki iki temel zenginlik kaynağı olan devlet aygıtı ve yabancı sermayeydi. Frankofon Afrika devletleri Fransız dış yardımı ile desteklenirken, ekonominin de Fransız yatırımına ihtiyacı vardı. Bu koşullar altında Fransız şirketlerinin yerel ekonomik ortaklarının güçlendiğini söylemeye gerek yok. Yatırımla gelen Fransa, ikili antlaşmalara dayanarak neredeyse bedelsiz olarak el koyduğu doğal zenginlikler ve CFA Frangı gibi çok önemli imtiyazlara sahip oldu. CFA, Batı ve Orta Afrika ülkelerinin iki farklı bölgede kullandıkları ve Fransa’da basılan, toplam mevduatının halen Fransız bankalarında tutulma zorunluluğu olan ortak para biriminin adıdır. Ekonomik faaliyetler çok göz önünde olmasına rağmen, kayıt dışılık veya açık-örtük yaptırımlar hala çok yaygın şekilde mevcut. CFA düzenine dahil olmayanlar zamanında ağır bedeller ödediler: Mesela Gine, CFA yerine kendi para birimi olan Gine Frangını kullanmak istedi. Buna karşılık, 1959'da Fransız gizli servisi Fransa'da basılmış sahte Gine frangı ile dolu çuvalları helikopterler ve uçaklar aracılığıyla ülkenin dört yanına dağıttı. "Persil Operasyonu" olarak bilinen bu operasyon, Gine ekonomisini zor durumda bırakana kadar aylarca sürdü. Gine Cumhurbaşkanı Sekou Touré, 1984 yılına kadar çok sayıda suikast ve darbe girişimine maruz kaldı. CFA bölgesi üzerindeki otoritesini Afrika devletlerine yönelik bir baskı ve yaptırım unsuru haline getiren Fransa, Mitterrand döneminde CFA frangı %50 oranında devalüe etti. Dolayısıyla Fransafrika’nın dün inşa ettiği düzen ve araçları bugün hala canlı, hala çok işlevsel. Fransafrika’ya ve işleyişine dair başka pek çok bilgi mevcut, fakat bu kadarı da bugünü anlamada fikir verebilir. Şunu unutmamak gerekir ki, buradaki ağlar raslantısal değil, sistematiktir.  

Fransafrika’nın bittiği söylemine veya iddiasına gelince, buna Gineli bir araştırmacının cevap vermesi daha uygun olur: “Fransa'nın yaptığı muhakeme hataları arasında, terörizme karşı tek başına savaşabileceğini düşünmesi ve bizim adımıza karar vermesi var. Macron’un asıl derdi biz değiliz, kendi ülkesindeki imajı. Geçmişe sünger çekmek ve Afrika ile yeniden başlamak istiyorsa üstünlükçü dili bir kenara bırakmak zorundadır. Ayrıca söylemleri ve eylemleri tutarlı olmalıdır. Bugün Fransafrika’nın bittiğini düşündürecek bir şey yok elimizde”. 

MURAT YİĞİT

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler, Dr.