×
KÜRESEL
25.09.2025

ANALİZ

Küresel Açmaz: Filistin Devleti’ni Tanımak Ne Anlama Geliyor?

Geçtiğimiz hafta İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa devletleri, Filistin devletini tanıdı. Bu adım, dünyanın en çözümsüz çatışmalarından biri için önemli bir diplomatik dönüm noktası. Peki, Filistin devletinin Avrupalı devletler tarafından tanınması ne anlama geliyor?
İSRAİL'İN GAZZE'DEKİ  ölümcül siyasetinin gölgesinde, son günlerin belki de en kritik küresel gündemi, Filistin devletinin tanınması. Gelinen noktada yaklaşık 160 devlet Filistin devletini tanımak için imza attı. Geçtiğimiz günlerde İngiltere, Fransa, Belçika, Portekiz, Kanada ve Avustralya Filistin devletini tanıdı. Önümüzdeki günlerde daha fazla ülkenin bunu yapması bekleniyor. Bu durum, on yıllardır süregelen Batı politikasından önemli bir kopuşa işaret ediyor. 

Bu an, İsrail-Filistin çatışmasının uzun tarihindeki sıradan bir diplomatik jest değil. Tarihsel bir küresel ittifak olarak tanımlanabilecek şeyin güçlenmesine işaret ediyor: Artık büyük Batılı güçlerin de dahil olduğu, Filistin devletini açıkça destekleyen, giderek genişleyen bir devletler koalisyonu. Ancak ABD muhalefeti ve İsrail direnişi arasında uluslararası düzlemde, Filistin devletinin tanınmasının kurumsal bir gerçekliğe dönüşmesi uzun bir zamana işaret ediyor.

Bu tanıma dalgası, Filistin devletlinin belki de her zamankinden daha fazla tehdit altında olduğu endişesinden kaynaklanıyor. İngiltere ve Kanada, tanıma açıklamalarında gerekçe olarak İsrail'in Batı Şeria'daki işgal ve zorla yerleşimlerini gösterdi.

İsrail hükümeti, Filistinlilere ait bir bölge olan Gazze'yi tamamen işgal etme planını açıkladı. Filistin devletinin tanınması, BM soruşturma komisyonunun İsrail’in Filistin halkına yönelik aylarca süren saldırılarının soykırıma vardığı yönündeki raporundan sonra geldi. Uluslararası kamuoyunun Filistin'e destek yönündeki tutumu da önemli ölçüde değişti ve bu da hükümetler üzerindeki baskıyı artırdı.

Filistin devletinin tanınması, İsrail ile Filistinliler arasında onlarca yıldır süren çatışmayı çözecek iki devletli çözüm vizyonunu uygulamayı amaçlayan diplomatik bir bildirge. İngiltere Başbakanı Keir Starmer bu hafta sonu, güvenli bir İsrail ile birlikte var olabilecek sürdürülebilir bir Filistin devleti kurmanın yolunun “iki devletli çözüm” olduğunu söyledi. Ancak Starmer ve diğer liderler, İsrail'in Filistin devletini tanımayı kesin bir şekilde reddetmesi nedeniyle, böyle bir vizyonun şu anda çok uzak olduğunu kabul ediyor.

Filistin devletinin tanınması ne anlama geliyor?

Filistin, uluslararası arenada hem var olan hem de var olmayan bir devlet.

Uluslararası alanda büyük bir tanınırlığa, yurt dışında diplomatik temsilciliklere ve Olimpiyatlar da dahil olmak üzere birçok spor müsabakasında mücadele eden takımlara sahip.

Ancak Filistinlilerin İsrail ile uzun süredir devam eden anlaşmazlığı nedeniyle, uluslararası alanda kabul görmüş sınırları, başkenti ve ordusu yok. İsrail'in Batı Şeria'daki askeri işgali nedeniyle, 1990'lardaki barış anlaşmalarının ardından kurulan Filistin Yönetimi, toprakları veya halkı üzerinde tam kontrole sahip değil. İsrail'in işgalci güç olduğu Gazze, yıkıcı bir soykırımın ortasında.

Bir tür yarı-devlet statüsü göz önüne alındığında, tanınmanın kaçınılmaz olarak sembolik bir anlamı var. Güçlü bir ahlaki ve siyasi anlamı temsil edecek, ancak sahada çok az değişiklik yaratacaktır.

Ancak sembolizm güçlü. İngiltere Dışişleri eski Bakanı David Lammy'nin Temmuz ayında BM'de yaptığı konuşmada belirttiği gibi: "İngiltere, iki devletli çözümü destekleme konusunda özel bir sorumluluk taşıyor."

Ardından, kendisinden önceki Dışişleri Bakanı Arthur Balfour tarafından imzalanan 1917 Balfour Deklarasyonu'na atıfta bulunarak, bu Deklarasyon'un İngiltere'nin "Filistin'de Yahudi halkı için ulusal bir yurt kurulması" konusundaki desteğini ilk kez dile getirdiğini belirtti.

Ancak Lammy, bu bildirinin aynı zamanda "Filistin'de İsrail devleti kurulurken, mevcut Yahudi olmayan toplulukların medeni ve dini haklarına zarar verebilecek hiçbir şey yapılmayacağı" yönünde ciddi bir vaat içerdiğini söyledi.

İsrail yanlıları, Lord Balfour'un Filistinlilere açıkça atıfta bulunmadığını veya onların ulusal haklarıyla ilgili herhangi bir şey söylemediğini sıklıkla dile getiriyorlar.

Ancak 1922-1948 yılları arasında Milletler Cemiyeti mandası altında İngiltere'nin yönettiği, daha önce Filistin olarak bilinen bölge, uzun süredir tamamlanmamış bir uluslararası mesele olarak görülüyordu. İsrail 1948 yılında kuruldu, ancak eş zamanlı olarak Filistin adında ayrı bir devlet kurma çabaları birçok nedenden ötürü başarısızlıkla sonuçlandı.

Lammy'nin de belirttiği gibi, siyasetçiler "iki devletli çözüm" ifadesini kullanmaya alıştı. Bu ifade, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde, genel olarak 1967 Arap-İsrail savaşından önceki döneme benzer bir Filistin devletinin kurulmasını ve bu savaştan bu yana İsrail'in işgali altında olan Doğu Kudüs'ün bu devletin başkenti olmasını ifade ediyor.

Ancak iki devletli çözümü sağlamaya yönelik uluslararası çabalar sonuçsuz kaldı ve İsrail'in uluslararası hukuka göre yasadışı olan Batı Şeria'nın büyük bir bölümünü sömürgeleştirmesi, “iki devletli çözümü” büyük ölçüde içi boş bir slogana dönüştürdü.

Sembol ve gerçeklik olarak tanınma

Filistin'in tanınması her zaman sembolizm ve öz arasında gidip geldi. Sahada çok az değişiklik göstermekte. Filistin toprakları parçalanmış durumda, yönetim yapıları baskı altında ve İsrail işgali devam etmektedir. Sınırlar, mülteciler, güvenlik ve Kudüs'ün statüsü hâlâ çözümsüz durumda.

Avrupalı ülkeler Filistin Devletini neden şimdi tanıyor?

Bu, büyük ölçüde İsrail'in Gazze’deki sivil nüfusu giderek küçülen bir toprak parçasına sıkıştırma, yerinden etme, aç bırakma ve soykırım uygulama yönündeki insanlık ve hukuk dışı saldırganlığına bir tepki. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Temmuz ayında acil önceliğinin Gazze'deki çatışmayı sona erdirmek ve şiddet döngüsünü kırmak olduğunu söylemişti. Macron, "Sonunda Filistin Devleti'ni kurmalı, yaşayabilirliğini sağlamalı ve askerden arındırılmasını kabul ederek ve İsrail'i tam olarak tanıyarak Orta Doğu'daki herkesin güvenliğine katkıda bulunmalıyız," dedi.

Gazze'deki yıkım ve açlık nedeniyle kamuoyunun İsrail'e karşı tavır aldığı ve Filistin yanlısı büyük mitinglerin düzenlendiği birçok Avrupa ülkesinde yeni iç dinamikler mevcut. Bu ülkelerin birçoğunda yoğun Müslüman nüfus bulunuyor. İsrail’in Gazze’deki eylemlerine sınırsız bir destek veren ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio Salı günü yaptığı açıklamada: "Aslında Avrupalı devletler, kendi iç politikalarına, yani sokaklardaki protestoculara ve benzeri şeylere cevap veriyorlar," dedi.

Avrupa'nın diplomatik dönüşü

Fransa ve diğer ülkelerin kararı, Avrupa diplomasisi için bir dönüm noktası teşkil ediyor. Avrupa Birliği ve üye devletler onlarca yıldır insani yardım bağışçısı olmayı tercih etti. Filistinlilere kapsamlı yardımlarda bulunurken, siyasi açıdan maliyetli bir adım olan “tanımak”tan kaçındılar. Bu ikircikli duruş artık değişiyor.

Bu sadece Filistin meselesi değil. Avrupa'nın, özellikle de ABD'nin tarafsız arabulucu rolünü üstlenmek istemediği bir dönemde, küresel sahnede siyasi nüfuzunu yeniden kazanma yönündeki daha geniş kapsamlı çabasını yansıtıyor. Abbas'ın, ABD vizesi verilmemesinin ardından BM zirvesinden şahsen çıkarılması, bu dinamiği daha da belirginleştirdi.

Artık Filistin'i daha fazla devlet tanıyor ve büyük Batılı güçlerin katılımı niteliksel bir değişimi temsil ediyor. Bir zamanlar büyük ölçüde Küresel Güney'in duruşu olan şey, artık Küresel Kuzey'e de uzanıyor. Bu ittifak, kıtaları, siyasi sistemleri ve kalkınma seviyelerini aşıyor.

Tanınma, onlarca yıllık başarısız müzakereler ve tekrarlanan şiddet döngülerine rağmen varlığını sürdürdü. İki devletli çözüm ilkesine dayanan bu tanınma, İsrail karşıtı olarak değil, barış yanlısı, adalet yanlısı ve uluslararası hukuka uygun olarak sunuldu. Avrupa için bu ittifaka katılmak, tanınmayı adalete doğru atılmış gerekli bir adım olarak gören küresel bir topluluğa ait olma sinyalini vermenin bir yolu.

Filistin'i devlet olarak kim tanıyor?

Filistin, şu anda BM'nin 193 üye ülkesinin yaklaşık % 75'i tarafından tanınıyor. Filistin’in BM'de "daimi gözlemci devlet" statüsünde katılımına izin veriliyor ancak oy hakkı bulunmuyor. Filistin, İngiltere ve Fransa'nın tanımasıyla BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinden dördünün desteğini alacak.

Çin ve Rusya, Filistin'i 1988'de tanıdılar. Bu durum, İsrail'in en güçlü müttefiki olan ABD'yi tek ülkelik azınlıkta bırakacak. Washington, şu anda Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi'ni, 1990'ların ortasından bu yana tanıyor. O zamandan beri birçok başkan, Filistin devletinin kurulmasına destek verdi. Ancak Donald Trump bunlardan biri değil. İki yönetim döneminde ABD politikası açıkça İsrail lehine meyilliydi.

ABD'nin tutumu ne?

Filistin’in tanınması konusunda İsrail'in tutumunu benimseyen ve açıkça İsrail tarafını destekleyen Trump yönetimi, Filistin devletini tanımanın terörizmi ödüllendirdiğini öne sürüyor; Bu tutum, ABD Başkanı Donald Trump tarafından BM Genel Kurulu'nda da tekrarlandı. Rubio, Temmuz ayında Macron'un kararının "pervasızca" olduğunu ve "Hamas propagandasına hizmet ettiğini ve barışı baltaladığını" öne sürdü. "Bu, 7 Ekim mağdurlarına atılmış bir tokattır," dedi; İsrail’in onbinlerce Filistinli’yi öldürmesini göz ardı ederek. ABD, İsrail'in Gazze'deki harekatına birçok Batılı hükümetten daha fazla destek verdi ve işgal altındaki Batı Şeria'daki yerleşim yerlerini genişletme planlarına da karşı çıkmadı. Trum yönetimi, BM Güvenlik Konseyi'nde bir Filistin devletini tanıma girişimini veto edecek.

Bazıları neden tanınmanın yasal olmadığını söylüyor?

İsrail ve bazı müttefikleri, Filistin'in toprakları üzerinde tam kontrol veya merkezi bir hükümet gibi işleyen bir devletin niteliklerinden yoksun olması nedeniyle tanınmanın yasadışı olduğunu savunuyor. Filistin'in devlet olma kriterlerini karşılayıp karşılamadığına dair hukuki görüşler bölünmüş durumda. Ancak, buna rağmen, bu kriterler devletleri tanımak için tutarlı bir şekilde kullanılmıyor.

Aslında birçok devlet, sınırları veya kurumları üzerinde tam kontrole sahip olmadan çok önce tanınmıştı. İronik bir şekilde, ABD, sınırların net olmaması nedeniyle bunun erken olduğunu savunan eleştirmenlere rağmen, 1948'de İsrail'i tanımıştı. Dolayısıyla tanıma her zaman siyasi olmuştur.

Ama daha hukuki bir bakış açısıyla baktığımızda bile, uluslararası toplum, çok sayıda BM metinleri aracılığıyla, Filistinlilerin kendi devletlerine sahip olma hakkını uzun zamandır tanımıştır.

İsrail'in iddia ettiği gibi tanınma Hamas'ı ödüllendiriyor mu?

Bir devleti tanımak, onu yönetenleri tanımak anlamına gelmez. Örneğin, şu anda birçok devlet Taliban yönetimini tanımıyor, ancak bu, Afganistan'ın bir devlet olarak varlığını tanımayı bıraktıkları anlamına gelmiyor.

Benzer şekilde, Netanyahu'nun Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle tutuklanma emri altında olması, devletlerin İsrail devletini ve halkını tanımalarını geri çekmelerine yol açmamıştır. Bir devleti tanımak, belirli bir hükümeti onaylamakla aynı şey değildir.

Üstelik Filistin'i yakın zamanda tanıyan tüm devletler, Hamas'ın gelecekteki bir hükümette hiçbir rol oynamaması gerektiğini açıkça belirtti. Fransa, Filistin devletini tanıdığını ancak Hamas rehineleri serbest bırakana kadar büyükelçilik açmayacağını söyledi.

Tanınmanın bir farkı olacak mı?

Son birkaç yıl, Gazze'de yaşanan korkunç insanlık felaketini durdurmada diplomasinin sınırlarını açıkça ortaya koydu. Bu durum, iyimserliğe pek yer bırakmıyor.

Yine de, tanınma, Filistinlilerin uluslararası itibarını güçlendirecek kartopu etkisi yaratma potansiyeli taşıyor. Artık devletlerini tanıyan hükümetlerle daha etkili bir şekilde çalışabilecekler. Başkalarının da aynı şeyi yapmasından ilham alarak, daha fazla devlet de Filistin'i tanıyabilir.

Daha fazla tanınma, uluslararası forumlara, yardımlara ve hukuki araçlara daha iyi erişim anlamına gelir. Örneğin, BM'nin 2011 yılında Filistin'i gözlemci devlet olarak tanıması, Uluslararası Adalet Divanı'nın Güney Afrika'nın İsrail'i soykırımla suçlayan davasını görmesine ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Netanyahu için tutuklama emri çıkarmasına olanak tanıdı.

İsrail hükümeti ve bazı müttefikleri için de önemli sonuçlar doğurabilir. ABD, Filistin'i tanımayan BM Güvenlik Konseyi'nin tek daimi üyesi olarak yalnız kalacak. Filistin'i tanımayan devletler muhalif bir azınlıkta kalacak ve uluslararası forumlarda ve kamuoyunda eleştirilere daha açık hale gelecek.

Sonuç olarak, dünyanın en büyük oyuncularından bazılarının tanıması, ardışık İsrail hükümetleriyle uzun süredir devam eden uyumlarını bozuyor. Bu durum, halklarının ve hükümetlerinin, İsrail'in ilhak ve işgal yoluyla Filistin devleti için oluşturduğu tehdit konusunda ne kadar güçlü bir his beslediklerini gösteriyor. Filistinliler için tanınma, siyasi ve ahlaki duruşlarını güçlendiriyor. İsrail hükümeti içinse tam tersi.

Ancak tanınma tek başına yeterli değil. Gazze'deki savaşı sona erdirmek, şiddet faillerini hesap vermeye zorlamak, işgali sona erdirmek ve Filistinlilere İsrail ile birlikte haklı egemenliklerini sağlamak için barış çabalarını canlandırmak için sürekli çabalarla desteklenmesi gerekiyor.

Riskler ve tepkiler

Ancak tanınmanın da riskleri yok değil. Netanyahu'nun yerleşim faaliyetlerini genişletme tehdidi, gerginliğin azaltılmasından ziyade tırmanma tehlikesini gözler önüne seriyor. İsrail açısından bakıldığında, tanınma, güvenlik garantileri sunmadan Filistin liderliğini ödüllendiriyor. Netanyahu için ise, dış baskılara karşı güç gösterisinde bulunmak için içeride bir fırsat sunuyor.

Avrupa içinde tanınma, bölünmeleri açığa çıkarabilir. Bazı AB üyeleri, diplomatik bir tepki, İsrail pazarlarına erişim kaybı veya ülke içinde siyasi maliyetler endişesiyle isteksiz davranıyor. Kamuoyunun görüşü de karışık. Birçok vatandaş tanınmayı ahlaki bir zorunluluk olarak görürken, diğerleri bunu naif veya istikrarsızlaştırıcı buluyor. Bu konu, özellikle milliyetçi veya aşırı sağ partilerin çatışmayı araçsallaştırdığı durumlarda, iç siyasette bir ayrışma yaratma riski taşıyor.

Dolayısıyla tanınma, Avrupa'nın güvenilirliğini, birliğini ve stratejik rolünü yansıtır. Avrupa uzun zamandır kendini uluslararası hukukun, insan haklarının ve çok taraflılığın savunucusu olarak sunmuştur. Tanınma, bu kimliğin bir sınavıdır. Harekete geçmek, Avrupa'nın ahlaki duruşunu güçlendirirken, aynı zamanda AB ve üye devletlerinin de bu doğrultuda hareket etmelerini zorunlu kılar.

Tanınma aynı zamanda daha fazla uyum için baskı yaratır. Bazı devletler Filistin'i tanırken diğerleri geri çekilirse, Avrupa'nın sesi zayıflayacaktır. Asıl zorluk, bireysel/ulusal kararları gerçek etkiye sahip koordineli bir Avrupa politikasına dönüştürmek.

Stratejik olarak Avrupa'nın artık bir fırsatı var. Amerika Birleşik Devletleri arabuluculuk yapmaya daha az istekli olduğundan, AB daha fazla sorumluluk alabilir. Avrupa, Washington'ın askeri nüfuzundan yoksun olsa da tanınma, yardım ve çok taraflı diplomasiyi birleştirerek kendini iki devletli çözümün koruyucusu olarak konumlandırabilir.

Avrupa iradesi için bir sınav

Tanınmanın bir anlam ifade etmesi için Avrupa'nın, özü olmayan bir sembolizm tuzağından kaçınması gerekiyor. Bu noktada diplomatik açıklamalar yeterli olmayacak. Müzakereleri teşvik etmek, ateşkesleri güvence altına almak ve insani yardım erişimini sağlamak için sürekli bir angajman gerekecek.

Filistin yönetimine destek de hayati önem taşıyor. Filistin Yönetimi kurumlarının güçlendirilmesi gerekiyor, ancak aynı zamanda reform ve hesap verebilirliğe tabi tutulmaları da gerekiyor. İsrail yerleşimlerinin genişlemesini engellemek ve uluslararası hukuku korumak için diplomatik, ekonomik ve hukuki araçlar kullanılarak İsrail üzerinde baskı kurulması da gerekli olacak. Arap ülkeleriyle, özellikle Mısır ve Ürdün ile bölgesel iş birliği hayati önem taşımaya devam edecek.

Ancak tanınma, daha derin bir soruyu da gündeme getiriyor: Avrupa, ilkeli bir angajmanın bedelini ödemeye hazır mı? İsrail'in direnişi, ABD'nin şüpheciliği ve içeride kutuplaşma kaçınılmaz. Bu baskılara dayanmak için siyasi cesaret gerekecek.

Avrupa ilk zorluk belirtisinde geri çekilirse, tanınma güvenilirliğini yitirecektir. Ancak tutumunu sürdürürse, diplomatik manzara değişebilir. Dolayısıyla, Fransa'nın müttefikleriyle birlikte aldığı karar, Avrupa'nın iradesinin bir sınavı niteliğinde.

Söz konusu olan yalnızca Filistin'in geleceği değil, aynı zamanda Avrupa'nın ikincil bir aktör yerine özerk bir siyasi özne olarak hareket edip edemeyeceği. Avrupa için zorluk çok açık: Tanınma, hikâyenin sonu değil, adil ve kalıcı bir barış arayışında yeni bir bölümün başlangıcı.


The Conversation’da 22 Eylül 2025 tarihinde “The UK, France, Canada and Australia have recognised Palestine – what does that mean?” başlığıyla; London School of Economics and Political Science (LSE)’de 23 Eylül 2025 tarihinde “Europe, Palestine and the meaning of recognition” başlığıyla; BBC’de 22 Eylül 2025’te “What does recognising a Palestinian state mean?” başlığıyla;  CNN’de 24 Eylül 2024 tarihinde “Recognizing a Palestinian state: What does it mean and how would it come about?” başlığıyla yayınlanan yazılardan hareketle hazırlanmıştır.