×
KÜRESEL

ANALİZ

Alaska Zirvesi: Trump Bir Gayrimenkul Anlaşması İstiyor, Putin’se Bir İmparatorluk!

Bağımsız bir Ukrayna'nın varlığını güvence altına alan herhangi bir çözüm, Moskova'da büyük bir yenilgi olarak değerlendirilecektir. Bu durum, ABD öncülüğündeki uzlaşmacı barış çabalarını büyük oranda boşa çıkarıyor.
"ORAYA VARAMADIK!" Bu, ABD Başkanı Donald Trump'ın Cuma günü Alaska'da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı yaklaşık üç saatlik görüşmenin ardından vardığı karardı. Alaska görüşmesi, Putin'in Şubat 2022'de Ukrayna'ya yönelik başlattığı tam ölçekli işgalden bu yana Rus ve ABD devlet başkanları arasında gerçekleşen ilk yüz yüze görüşmeydi. Trump, Rusya'nın Ukrayna’da başlattığı savaşta ateşkesi yürürlüğe koyma umuduyla Alaska'ya gitmişti. Putin, ara vermeyi bile kabul etmeyerek karşılık verdi. Nitekim Rus kuvvetleri görüşme sırasında Ukrayna'ya saldırdı. Her iki başkan da başka bir görüşme olasılığını gündeme getirdi -belki Moskova'da- ancak kesin bir taahhütte bulunmadı.

**
ABD Başkanı Donald Trump, Vladimir Putin ile Alaska'da yaptığı görüşmeye hazırlanırken, başkan olmadan önce New York'ta yaptığı önceki rolünden, emlak imparatorluğundan ilham almış gibi görünüyordu. Zirve haberi ilk çıktığında, Ukrayna ve Rusya'nın "arazi takası" yapması gerekeceğini söylemişti. O zamandan bu yana, Ukrayna'nın Rus işgali altındaki bölgelerini "özel bölge" olarak nitelendirirken, bir kısmını geri almaya çalışacağına söz verdi. 11 Ağustos'ta, "Gayrimenkulde buna okyanus kıyısındaki mülk diyoruz. Bu her zaman en değerli mülktür," yorumunu yapmıştı.

Trump'ın gayrimenkul metaforları, kamuoyundaki kişiliğinin ayrılmaz bir parçası ve elbette yüzeysel olarak ele alınmamalı. Bununla birlikte, toprak tavizlerinin barış getirebileceğine dair kesin inancı, Rusya'nın savaş hedeflerinin temelden yanlış yorumlandığını gösteriyor. Trump, Ukrayna işgalini özellikle sert bir sınır anlaşmazlığı olarak tasvir etmekten hoşlanıyor olabilir, ancak Putin kesinlikle bu görüşte değil.

Putin, Ukrayna'da sadece toprak için savaşmıyor. Ukrayna'nın ulusal egemenliğini tamamen ortadan kaldırmak için mücadele ediyor. Putin, bunu 1991 kararını tersine çevirme, Rus İmparatorluğu'nu canlandırma ve yeni bir dünya düzeni kurma yolunda atılmış kararlı bir adım olarak görüyor. Ukrayna'daki savaşı sona erdirmek isteyen herkes, öncelikle bu emperyal hırsların muazzam boyutunu hesaba katmalı.

Putin'in savaştaki hedefini anlayamayan tek kişi Trump değil. Çatışmaların başlamasının üzerinden üç buçuk yıldan fazla zaman geçmesine rağmen, Batı'daki birçok kişi hâlâ tarihsel duyguların ve katıksız emperyalizmin Rus saldırganlığında oynadığı baskın rolü kavramakta zorlanıyor. Moskova'nın gerçek motivasyonlarını anlamak için, Batı bakış açısından sıyrılıp işgale modern Rus tarihi penceresinden bakmak hayati önem taşıyor.

**
Putin ve milyonlarca Rus vatandaşı için, bugünkü savaş Sovyetlerin çöküşünün getirdiği aşağılanmalarla ayrılmaz bir bağ taşıyor. Bu gerçek, çoğu Rus'un totaliter SSCB'nin çöküşünü memnuniyetle karşıladığını varsayma eğiliminde olan Batılı izleyiciler tarafından genellikle göz ardı ediliyor. Gerçekte ise Sovyetler Birliği'nin dağılması, ülkenin neredeyse bir gecede küresel bir süper güçten dağılmış bir cumhuriyete dönüşmesine işaret ediyordu. Ve bu, Rus nüfusunun büyük çoğunluğu için son derece travmatik bir deneyimdi. 1980'lerin sonları ile 1990'ların başları arasında, Sovyet formundaki Rus İmparatorluğu, topraklarının yaklaşık üçte birini ve nüfusunun neredeyse üçte ikisini kaybetti. Geri kalanı ise umutsuz bir yoksulluğa sürüklendi. Tarihte nadiren bir imparatorluk bu kadar ani ve dramatik bir şekilde çöktü.

Doğu Almanya'da bir KGB görevlisi olan Putin, bu çöküşün ilk aşamalarını ön sıradan izledi. 1989'da Berlin Duvarı yıkıldığında Dresden'deydi ve Sovyet iktidarı çözülmeye başladığında yaşadığı emperyal felci acı bir şekilde hatırlıyordu. Genç Putin, o çalkantılı günlerde öğüt ararken "Moskova sessiz," denmişti. Bu felaket o zamandan beri Rus hükümdarını rahatsız etti, dünya görüşünü şekillendirdi ve Moskova'nın bir daha asla sessiz kalmamasını sağlamaya kararlı hale getirdi.

Sovyetler Birliği'nin çöküşünün yarattığı travma, Putin'in Ukrayna takıntısını açıklıyor. Birçok vatandaşı gibi Putin de Ukrayna'yı her zaman Rusya'nın tarihi kalbinin bir parçası olarak gördü ve Ukrayna'nın bağımsızlığını hiçbir zaman tam anlamıyla kabul etmedi. Bu durum, Sovyet sonrası dönemin ilk yıllarında herhangi bir sorun teşkil etmedi; çünkü yeni bağımsızlığını kazanan Ukrayna, sıkı bir şekilde Kremlin'in yörüngesinde kaldı. Ancak, Ukrayna'nın kendi ulus inşa yolculuğu 2000'lerde ivme kazanmaya başladığında, ülkenin demokratik bir Avrupa kimliğini benimseme çabası, ülkeyi Putin'in hızla gelişen emperyal gündemiyle doğrudan bir çatışmaya soktu.

**
Uluslararası kamuoyunda, Ukrayna'nın demokratik atılımı, Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından Doğu Avrupa'yı kasıp kavuran ve bölgeyi dönüştüren özgürlük dalgasının bir devamı olarak görülüyordu. Rus liderler de, Ukrayna devrimi ile Sovyetler Birliği'nin dağılmasına yol açan halk iktidarı ayaklanmaları arasındaki benzerliklerin acı bir şekilde farkındaydı.

Turuncu Devrim, Putin üzerinde özellikle derin bir etki bıraktı. Putin, devrimi kişisel olarak algıladı. Putin, Moskova'da benzer bir halk iktidarı ayaklanması ihtimali konusunda giderek daha fazla paranoyaklaştı ve Batı'yı kendisine karşı "renkli devrimler" kışkırtmaya çalışmakla suçlamaya başladı. Turuncu Devrim'den üç ay sonra, SSCB'nin çöküşünü " jeopolitik bir felaket " olarak nitelendiren çığır açıcı bir konuşma yaparak yeni siyasi duruşunu açıkça ortaya koydu.

Bu noktadan sonra Putin'in Ukrayna'ya olan düşmanlığı giderek artacaktı. Ülkenin demokratik dönüşümünü kendi otoriter rejimine doğrudan bir tehdit olarak görüyordu. Kontrol altına alınmazsa, Ukrayna'nın yeni gelişen demokrasisi bulaşıcı olabilir ve Rusya Federasyonu'nun dağılması için bir katalizör görevi görebilirdi. 1980'lerin sonlarında tabandan gelen demokratik ayaklanmaların gücüne tanıklık etmiş olan Putin, aynı şeyi tekrarlamaya hiç niyetli değildi. Bunun yerine, Ukrayna demokrasisini baltalama ve ülke üzerindeki Rus kontrolünü yeniden tesis etme fikrine saplandı.

**
Putin, 2022'den bu yana Ukrayna'yı bir devlet ve ulus olarak yok etme niyetine dair bolca kanıt sundu. Şu anda Kremlin kontrolündeki Ukrayna'nın %20'sinde, toplu tutuklamalar ve sınır dışı etmelerle dolu bir terör ve tasfiye rejimi altında Ukrayna kimliğine dair tüm izler siliniyor. Birleşmiş Milletler soruşturması, Rusya'nın Ukrayna'nın işgal altındaki bölgelerinde insanlığa karşı suçlar işlediği sonucuna vardı.

Moskova'nın İstanbul'daki son barış görüşmelerindeki tavizsiz tutumu, Putin'in maksimalist savaş hedeflerini daha da belirginleştirdi. Ayrı ve egemen bir Ukrayna devletiyle bir arada yaşamayı reddettiğini doğruladı. Rusya, ateşkesin uygulanabilmesi için savaş sonrası Ukrayna'nın bölünmeyi, silahsızlandırılmayı ve uluslararası alanda tecrit edilmeyi kabul etmesi gerektiğinde ısrar ediyor. Kalan Ukrayna bu şekilde savunmasız bırakıldığında Putin'in ne yapmayı planladığını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok.

Ukrayna'yı tahammül edilemez bir "Rusya karşıtı" olarak konumlandıran Putin'in, Ukrayna devletliğinin sona ermesinden ve Rusya’ya bağımlı hale getirilmesinden daha azına nasıl razı olabileceğini anlamak zor. Bağımsız bir Ukrayna'nın varlığını güvence altına alan herhangi bir müzakereli çözüm, Moskova'da büyük bir yenilgi olarak değerlendirilecektir. Bu durum, ABD öncülüğündeki uzlaşmacı barış çabalarını tamamen boşa çıkarıyor. Zira Rusya'nın emperyal hedefleri ile Ukrayna'nın ulusal bekası arasında anlamlı bir uzlaşma üretmek neredeyse imkansız.

Ukrayna'nın tam kapsamlı işgali sırasında ABD ve Rus liderler arasında gerçekleşen ilk ikili görüşme diplomatik olarak önemli bir olay. Ancak müzakere sürecinin bu erken aşamasında, Putin'in azalmayan emperyal özlemleri, Trump'ın efsanevi anlaşma yapma becerilerine pek şans bırakmıyor.

Sonuç olarak, Trump Ukrayna'da kan dökülmesini gerçekten durdurmak istiyorsa, Putin'le güç dilinde konuşmak zorunda. Trump bu çatışmayı, en nihayetinde "güç yoluyla barış" yaklaşımıyla, yani hem doğrudan hem de dolaylı yoldan Putin'i destekleyen ülkeler aracılığıyla Rusya'ya kolektif askeri, diplomatik, ekonomik baskıyı artırarak durdurabilir. ABD lideri şüphesiz bunu yapacak araçlara sahip, ancak şimdiye kadar Rus lideriyle doğrudan bir çatışmadan ve gerilimden kaçınmaya çalıştı. Bu durum değişmezse, savaş devam edecek. Putin şu anda, kutsal bir tarihi görev olarak gördüğü bir işgalden vaz geçmeye niyetli değil. Teklif edilen şey "özel mülk" olsa bile, küçük toprak tavizleri vaadini yeterli görmeyecektir.

**
Ukrayna’yı feda etmek: Rusya’yı cesaretlendirirken küresel düzenin yıkımını hızlandıracak!

Rusya'nın devam eden işgalinin eşi benzeri görülmemiş dehşeti ve travmasına rağmen, çoğu Ukraynalı sınırlı toprak tavizlerinin kalıcı bir barış getirmeyeceğinin farkında. Moskova'nın sözde barış şartlarının, Kiev'in teslim olması için örtülü bir talep olduğunun farkındalar ve Moskova'nın amacının Ukrayna'yı bir devlet ve Ukraynalıları bir ulus olarak yok etmek olduğunu gayet iyi anlıyorlar. Nitekim, bu ulusal yok etme süreci, halihazırda Rus işgali altında olan Ukrayna'nın yaklaşık %20'sinde çoktan başlamış durumda. Bu nedenle, çok az Ukraynalının Putin'e daha fazla toprak teklif etmenin kan dökülmesini bir şekilde durduracağına inanması şaşırtıcı değil.

**
Rusya'nın Ukrayna'daki zaferi, Putin'i cesaretlendirecek ve tüm revizyonist emperyal gündemini geçerli kılacak. Muzaffer bir Kremlin, Ukrayna'da yaratılan jeopolitik ivmeyi korumaya ve demokratik dünyanın moral bozukluğundan yararlanmaya çalışacak. Rus saldırganlığının bir sonraki aşamasının olası ilk hedefleri arasında Moldova, Ermenistan, Gürcistan ve Orta Asya ülkeleri yer alacak.

Rusya'nın Polonya, Finlandiya veya Baltık ülkeleri gibi yakınlardaki NATO üyesi ülkelere karşı aktif hamleler yapma olasılığı da artacak. Bu, konvansiyonel bir işgal veya 2014'te Kırım'ın ele geçirilmesine benzer bir karma saldırı şeklinde olabilir. Her iki durumda da Moskova'nın amacı, NATO'nun kolektif güvenliğe olan temel bağlılığını sınamak olacak. Bu noktada, ABD, Rusya ile savaşa girme veya geri adım atıp tüm NATO ittifakının geleceğini tehlikeye atma seçeneğiyle karşı karşıya kalacak.

Rusya'nın Ukrayna'daki başarısı, Kremlin'in saldırganlığını artırmasının yanı sıra, nükleer silahsızlanma rejimini de yerle bir edecek. Putin'in son üç yıldır Batı'yı sindirmek ve Ukrayna'ya desteğini azaltmak için nükleer şantaj kullanması oldukça etkili oldu ve nükleer gücü olmayan ülkelerin nükleer güçler tarafından sindirilebileceğine dair açık bir mesaj verdi. Kremlin'in nükleer tehditleri giderilmediği sürece, giderek daha fazla ülke, kendi nükleer cephaneliğini oluşturmanın, tek güvenilir güvenlik garantisi olduğunu düşünecektir. 

Rusya'nın Ukrayna karşısındaki zaferi, dünya çapındaki otoriter yönetimler için de yeşil ışık yakacak. Çin, İran, Kuzey Kore ve diğer birçok ülke, Batı'nın, kendi temel değerlerini veya II. Dünya Savaşı'ndan bu yana küresel güvenliği şekillendiren daha geniş uluslararası hukuk standartlarını savunamayacak kadar zayıfladığı sonucuna varacaktır. Bunun yerine, jeopolitik “orman kanunları” geçerli olacak ve toprak işgalleri yeniden gündeme gelecektir.

Ukrayna'ya Kremlin dostu bir çözümü kabul etmesi için baskı yapmak, mevcut savaşı durdurmayı başarabilir, ancak kalıcı bir barış getirmeyecek. Aksine, yayılmacı saldırganlık politikalarını meşrulaştıracak ve çok daha büyük ölçekte uluslararası istikrarsızlığa zemin hazırlayacak. Dünya çok daha tehlikeli bir yer haline gelecek ve Putin Rusya'sını durdurmanın maliyeti daha da artacak.


Bu yazı Atlantic Council’de, “Alaska Summit: Trump wants a real estate deal. Putin wants an empire.” başlığıyla ve “Sacrificing Ukraine will only increase the cost of stopping Putin’s Russia” başlığıyla yayınlanan yazılardan kısaltılarak hazırlanmıştır.