×
ÇİN

ANALİZ

“Böl ve Yönet!”: Çin’in Yeni Avrupa Jeopolitiği

Çin'in Avrupa ile ilişkilerindeki temel stratejik çıkarı, Avrupa'yı bölünmüş halde tutmak ve mümkünse ABD'den ayırmak. Pekin'in her ne pahasına olursa olsun önlemek istediği şey, Asya'da güçlü ortakları olan birleşik bir Batı'nın ortaya çıkması...
ÇİN LİDERİ Xi Jinping beş yıl aradan sonra ilk kez çıktığı üç ülkeli Avrupa turunu tamamladı. Ziyaret, Çin'in diplomasi ve ekonomi alanlarındaki gücüne dayalı olarak Pekin ile Avrupa arasında giderek artan husumeti hafifletmeyi amaçlıyor. Xi’nin asıl amacı ise Avrupa ve ABD'nin arasını açmak ya da en azından Çin'i tehdit olarak gösteren politikalar üzerinden yakınlaşmalarını engellemek.

Xi'nin ziyaret ettiği üç ülke (Fransa, Sırbistan ve Macaristan) farklı derecelerde de olsa Çin'in çok kutuplu bir dünya düzeni çağrısına sempati duymaya meyilli. Bu ülkeler Brüksel ve Washington'ın izlediği politikalar tarafından dayatılan kısıtlamalara karşı çıkıyor ve dış politikada daha fazla özerklik istiyorlar.

Xi, Avrupa gezisinde iki konuya odaklandı. Bunlardan ilki, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı açtığı savaşta Pekin'in Ruslara verdiği desteğe duyulan öfke. İşgal, Avrupa'nın güvenliğine yönelik gerçek bir tehdit ve Avrupa bu çatışmayı Rusya'nın saldırgan tutumunu ödüllendirmeden ya da teşvik etmeden sona erdirmek istiyor. Avrupalı liderler uluslararası sınırların güç kullanılarak yeniden çizilmesine yönelik her türlü girişime direnilmesi gerektiğine inanıyor. Bu bağlamda, Ukrayna savaşında Rusya lehine bir taraf tutma eğilimi asla kabul edilemez.

Çin bu savaşta tarafsız olduğun ve hiçbir tarafı desteklemediği konusunda ısrarcı. Bu tarafsızlık ısrar, Xi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in işgalin arifesinde iki ülke arasında "sınırları olmayan bir ortaklık” olduğu yönündeki açıklamalarıyla çelişiyor. 

Pekin'in Moskova'ya uzlaşma arayışında olmasını tavsiye ettiği ve Ukrayna'yı da aynısını yapmaya çağırdığı söyleniyor. Ancak Çin, Rusya'ya bu yönde herhangi bir baskı uygulamıyor, aksine Putin'i ekonomik olarak destekliyor.

Çinli yetkililer, ülkelerinin “tarafsızlığını” öne sürerek Çinli şirketlerin Rusya ile iş yaptıkları için cezalandırılmaması ya da yaptırıma tabi tutulmaması gerektiğini savunuyor ve onların iş yaptığı şirketlerin Rus askeri gücünü beslediği yönündeki suçlamaları reddediyor.

Xi, bu yaz Paris 2024 Yaz Oyunları döneminde bir “Olimpiyat ateşkesi” yapılmasını destekledi. Bu hamle Çin'in uzun süredir dile getirdiği, diplomasi yoluyla barışın tesis edilmesi çağrısıyla örtüşüyor; asıl mesele Pekin'in bu çağrıya Putin'in icabet etmesini sağlamak için herhangi bir baskı unsuru kullanıp kullanmayacağı noktasında düğümleniyor. Tarihe bakıldığında bu konuda pek umut yok gibi: Rus lider 2008 Pekin Yaz Olimpiyatları sırasında Gürcistan'ı işgal etmişti.

Xi'nin gündemindeki ikinci konu ise Avrupa'nın Çin ihracatı konusunda duyduğu korkuyu yatıştırmak. Birçok sektörde (otomotiv, tıbbi cihazlar, güneş panelleri gibi) Çinli şirketler Avrupa pazarlarına akın ediyor ve yerel rekabeti ölümcül bir şekilde zedeliyor. Üstelik Avrupa'nın Çin pazarına erişimi de gittikçe daha fazla kısıtlanıyor.

Avrupa Birliği Çin'in politika ve uygulamalarını, özellikle de Çinli şirketlere avantaj sağlayan sübvansiyonları araştırmak üzere yeni yetki alanı oluşturuyor. Böylece Çinli işletmeleri soruşturmaya ve ticareti kısıtlama sürecini başlatarak Pekin'i oyun alanını eşitlemeye zorlayabilecek.

AB ayrıca Pekin'in baskıcı diplomasisinden, özellikle de kendi politikalarına ve önceliklerine karşı çıkan ülkeleri cezalandırmak için ekonomik tedbirleri kullanmaya hazır olmasından endişe duyuyor. Bu uygulama Japonya'nın çok aşina olduğu ve daha önce de karşı çıktığı bir durum. Brüksel bu alanda baskı karşıtı bir yasa çıkararak bu tür çabaları bertaraf etti.

Xi'nin ziyaretindeki bu iki hedef daha geniş bir gündemin parçası: AB'nin 2019 stratejik değerlendirmesinde dile getirdiği, Çin'i bir ortaktan ziyade sistemik bir rakip olarak gören yaklaşımını kırmak. Xi'nin, dünyanın, daha bağımsız güç merkezlerine, daha fazla çok kutupluluğa ve sonuçta ABD'nin güç ve etkisinin sınırlandırılmasına ihtiyaç duyduğu yönündeki mesajları bu gezide gittiği her yerde kabul gördü.

İkinci ve üçüncü durakları olan Sırbistan ve Macaristan da bu mesajı destekliyor. Sırbistan uzun zamandır kendisini ABD emperyalizminin kurbanı olarak görüyor ve 1990'larda Yugoslavya'nın dağılmasından ve dünyanın o bölgesinde Sırp gücü ve otoritesinin erozyona uğramasından Washington'u sorumlu tutuyor. Xi'nin ziyaretinin NATO'nun Belgrad'daki Çin Büyükelçiliğini bombalamasının 25. yıldönümüne denk gelmesi tesadüf değildi; bu olay Çinlilerin bilincinde ABD'nin kendisini hukukun üstünde gördüğünün ve uygun gördüğünde onları aşağılamaya kararlı olduğunun bir kanıtı olarak yer etti.

Belgrad'da Xi ve Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic ülkelerinin “ortak bir geleceğe” sahip olduğunu ilan ederek çok çeşitli alanlarda işbirliğini teşvik eden 29 anlaşma imzaladılar. Geçen yıl Çin ile imzalanan bir serbest ticaret anlaşması 1 Temmuz'da yürürlüğe girecek ve bu da Sırbistan'ın Çin'e ihracatının %95'inin gümrük vergisinden muaf olması anlamına geliyor. Çin, son 10 yılda yatırımlarını 30 kat arttırarak Sırbistan'daki en büyük yatırımcı haline geldi ve böylece Sırbistan için önemli bir ortak olma statüsünü güçlendirdi.

Sırbistan da Macaristan gibi Xi'nin Kuşak-Yol Girişimi'nin büyük bir destekçisi. Bu iki ülkenin liderleri geçen yıl Kuşak-Yol zirvesine katılan tek Avrupalı devlet başkanlarıydı. Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Avrupa'nın en bağımsız fikirli, doğulu görünümlü ve yıkıcı liderlerinden biri. Rusya ve Putin'i destekledi ve Çin ile yakın ilişkiler kurarak otomobil endüstrisi başta olmak üzere Brüksel ile sürtüşme yaratan yatırımları ülkeye çekti.

Xi'nin Avrupa ziyaretindeki asıl amacı ise Fransa ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'du. Çin, Paris'in Amerikan hegemonyası hakkındaki suçlamalara açık olduğunu düşünüyor ve Macron'un “stratejik özerklik” çağrısını Avrupa için daha çok kutuplu bir dünya arzusunun yankısı olarak görüyor. Çinli diplomatlar Fransa ile ilişkilerin Batı ile olan ilişkilere öncülük etmesini istediklerini söylüyor.

Ancak Fransız yetkililer de kör değil. Pekin'in Paris'teki bağımsızlaşma yönündeki eğilimi güçlendirmeye yönelik çabasını, Atlantik ötesi ayrılıkları derinleştirmek için Fransa'yı bir kama olarak kullanma girişimi olarak görüyorlar. Tüm bu söylemlere rağmen Macron, ülkesinin çıkarları konusunda net bir tutum sergiliyor. ABD'nin hâlâ özel bir ortak olduğuna ve Paris'in Washington ve Pekin'e eşit mesafede durmadığına inanıyor.

Macron'un hükümeti Çin'in haksız ticaret ve yatırım uygulamalarına karşı mücadeleye öncülük ediyor. Macron, Xi'ye Ukrayna'daki savaşı sona erdirmek için daha fazlasını yapması yönünde baskı yaptı. Her iki duruş da takdire şayan.

Xi her iki ricaya da direndi: Macron'a ne büyük tavizler verdi ne de daha önceki üst düzey ziyaretlere damgasını vuran büyük ticaret anlaşmalarından herhangi birini yaptı.

Kısacası, hiçbir şey değişmedi. Avrupa'nın şüpheleri devam ediyor; hatta son zamanlarda Avrupa'da Çin adına casusluk yapmakla suçlanan kişilerin tutuklanması Çin'in bir düşman olduğu inancını güçlendiriyor. Avrupa Parlamentosu'nun bir Fransız üyesinin de ifade ettiği gibi, “saflık zamanı sona erdi.”

Avrupa ve diğer dünya ülkeleri jeopolitik fantezileri değil gerçekçiliği ön plana almalı. Bu da “kazan-kazan işbirliği” gibi şatafatlı söylemler yerine Çin'in davranışlarının incelenmesini ve sonuçların net bir şekilde değerlendirilmesini gerektiriyor. Çin, Batı ülkeleriyle işbirliği yapabilir ancak bunu kendi istediği şartlar dışında (ki bu da genellikle onların zararına oluyor) yapma eğiliminde değil. Xi'nin Avrupa ziyareti, bu mesajı daha da güçlendirdi.

***

Xi'nin Avrupa Ziyareti  Jeopolitik Bir Başarı mı?

AB'nin Çin karşısında ortak ve etkili bir stratejisinin olmadığı yıllardır biliniyor. Brüksel, üye ülkeleri hizaya getirmek için sürekli çaba sarf ediyor. Çin'in aynı anda hem düşman, hem rakip hem de ortak olduğu Solomonik barış formülü 2019 yılına dayanıyor. Bu formül, üye devletlerin kendi seçeneklerini oluşturmalarına olanak tanıyor ve düşman olmayı seçen pek çıkmıyor.

Geçtiğimiz yıl AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in önerdiği Çin politikası şüphe uyandıran bir yaklaşımdı. Zira son raddede riskleri azaltma yaklaşımının benimsenmesine varıyordu. Çin'in yükselişinin zenginlik olarak görüldüğü, şirketler için bir fırsat olarak değerlendirildiği ve Çin'in bir “paydaş” olarak entegre olacağı uluslararası sistemin güçlendirildiği bir dönem yaşanmıştı ve bu dönemden kalan ekonomik ve jeopolitik risklerin azaltılması hedefleniyordu.

O dönemde ortaya çıkan beklentiler, gerçeğe dönüşmedi. Mart 2023'te von der Leyen, Çin'in içeride daha baskıcı, dışarıda ise daha talepkar hale geldiğini söyledi. Pekin için artık serbest piyasa mantığından ziyade kontrol ve güvenlik arayışının daha önemli olduğunu belirtti. Çin'in “uluslararası düzende Çin'in merkezde olduğu sistemik bir değişim” için çabaladığını söyledi.

Dolayısıyla AB'nin Çin ile kurduğu ilişkide mevcut riskleri azaltması gerekiyor. Avrupa'nın güçlü bir Çin politikası izleyebilmesinin ön koşulları, öncelikle üye devletler ve AB kurumları arasında yakın koordinasyon sağlanması ve ayrıca Çin'in böl - yönet taktiklerinin önüne geçme konusunda kararlı olunması.

Xi, Avrupa ülkelerini bölmek mi istiyor?

Gelinen noktada, Von der Leyen'in sözleri pek de dikkate alınmadı ve AB için bir “ekonomik güvenlik stratejisi” geliştirme çabaları Almanya ve Fransa'da kuşkuyla karşılandı. Her iki başkent de kendi Çin politikalarını izliyor. Sloganları: Çin AB'ye bırakılamayacak kadar önemli.

Almanya'da Şansölye Olaf Scholz, Alman şirketlerinin Çin pazarına serbestçe girebilmelerini hedefliyor. Fransa'da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa'nın jeopolitik rolünü şekillendirmek için hırsla çalışıyor. Macron, Avrupa'yı gelecekte Batı'nın bir parçası olarak değil, bloklar arasında bir blok olarak görüyor; ABD ve Çin arasında bir blok. Bu vizyon Macron'un büyük güç diplomasisini oluşturuyor.

Tüm bunlar Pekin'de memnuniyetle karşılanıyor. Çin'in Avrupa ile ilişkilerindeki temel stratejik çıkarı, Avrupa'yı bölünmüş halde tutmak ve mümkünse ABD'den ayırmak. Pekin'in her ne pahasına olursa olsun önlemek istediği şey, Asya'da güçlü ortakları olan birleşik bir Batı'nın ortaya çıkması... Zira bu durumda Çin'in Asya'da ve ötesinde egemen güç olma yönündeki jeopolitik emellerinin önünde duracak ortak bir cephe oluşacak. Avrupa en kötü ihtimalle jeopolitik olarak nötr hale gelmeli ve en iyi ihtimalle de Çin tarafına çekilmeli.

Başkan Xi Jinping'in son Avrupa ziyareti sırasındaki temel kaygısı da buydu. Ticari meselelerden çok jeopolitik meselelerle ilgili bir ziyaretti bu. Xi, Wolfsburg'daki Volkswagen'i ya da AB Komisyonu'nu ziyaret etmedi. Onun yerine Pekin'in özellikle jeopolitik bir ilgi duyduğu üç ülkeyi seçti: Fransa, Sırbistan ve Macaristan.

Fransa: Stratejik özerklik

Fransa konusu bilhassa dikkat çekici çünkü Macron, her fırsatta Amerika'ya olan mesafesini vurguluyor. Çin, Fransa'nın “stratejik özerklik” kavramının trans-Atlantik ortaklığını zayıflatacağını düşünüyor.

Macron, Nisan 2023'teki Çin ziyaretinin ardından yaptığı açıklamada, Xi'nin çok önem verdiği Tayvan'ın Çin ile “yeniden birleşmesi” konusunda konuştu. Fransız lider, Avrupalıların kendilerine ait olmayan krizlere müdahale etmemeleri gerektiğini söyledi. Aksine, dünyada “üçüncü kutup” olma hedefiyle “stratejik özerkliğe” odaklanmaları gerektiğini söyledi. Macron kısa bir süre önce Avrupa'nın Amerika'nın “tebaası” haline gelmemesi gerektiği görüşünü de yineledi.

Çin hükümetinin kontrolündeki China Daily gazetesi Xi'nin Avrupa gezisiyle ilgili hazırladığı makalede Pekin'in beklentilerini özetledi. Yazıda Çin-Fransız ilişkilerinde kaydedilecek “sağlıklı bir gelişme"nin "Çin ve AB arasındaki ilişkileri rayında tutacak bir pusula" görevi görebileceği belirtildi.

Gazete, AB'nin “stratejik özerkliğini koruduğu ve Çin'le ortak çıkarlara odaklandığı”, başka bir deyişle Amerika'yla ittifak yapmadığı sürece, iki ülkenin Avrupa ve ötesinde “adil ve kalıcı bir barışı” sağlamak için birlikte çalışabileceğini yazdı.

Sırbistan ve Macaristan: Avrupa Üzerindeki Etki

Xi, Sırbistan ziyaretiyle; AB ve ABD karşısındaki ağırlığını arttırmak için Rusya ve Çin ile yakın ortaklıklar kurmak isteyen bir ülkenin elini güçlendirdi. Sırbistan, bir kez daha Balkanlar'da bir problem merkezi haline geliyor. Çin için bu, olası krizler için fırsatlar oluşması demek.

Macaristan da Rusya ve Çin'e ortak olmayı arzuluyor. Pekin de Macaristan ile ilgileniyor çünkü Macaristan, Çin'in Avrupa'daki çıkarlarını destekleyebilir. Macaristan, AB ve NATO üyeliği sayesinde Çin'in aleyhine olan şeyleri geciktirebilir ya da engelleyebilir. 

Macaristan, stratejik olarak Çin tarafından önemli bir seviyeye çıkarıldı ve bu ülkeye “yeni çağ için kapsamlı ve her koşulda ortaklık" verildi. “Her koşulda” terimi Çin'in ABD ile gelecekteki çatışmaları için bir metafor olarak yorumlanabilirken, “yeni çağ” Çin'in hızlandırmak istediği Amerikan sonrası dünyaya atıfta bulunuyor.

Macron ve Scholz net ifadelerden kaçınıyor

Pekin'in bu ziyareti bir başarı olarak değerlendirmesi muhtemel. Macron, Çin Devlet Başkanı için kırmızı halı serdi ve şahsi bir ilişki kurmak için özel çaba sarf etti. Görünüşe göre tatsız konuları, ziyaret programının başlangıcına davet edilen AB Komisyonu başkanına bıraktı. Ancak görünen o ki hiçbir ilerleme kaydedilemedi.

Ticaret konularında Xi, Çin'in fazla kapasiteye sahip olduğuna dair sorunları reddetti. Çin Devlet Başkanı ayrıca Rusya'nın Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaşa destek vermesi konusunda da konuşmak istemiyor gibiydi. Xi tüm tatsız konuları üstü kapalı bir şekilde her şeyin suçlusunun Batı olduğunu ima ederek geçiştirdi.

Macron bunu kabullenmiş görünüyor ve her şeyden önce Çin ile olumlu ilişkilere odaklanıyor. Xi ve Von der Leyen ile görüşmelerinin ardından yaptığı açıklamada Fransız lider şöyle dedi: “Kıtamızın geleceği için Çin ile ilişkilerimizi dengeli bir şekilde geliştirmeye de devam etmemiz gerekiyor, bu gayet açık.”

Çin, mikroçipler gibi birden fazla şekilde kullanılabilecek ürünler temin ederek savaşta Rusya'yı destekliyor. Bu destek ise Çin için bir engel teşkil ediyor. Avrupa ile iyi ilişkiler kuracaksa bu desteğinden vazgeçmesi gerekecek. Ancak Macron'un Xi'ye bu alternatifi göstermediği anlaşılıyor, Nisan ayında Çin'e yaptığı ziyaret sırasında Şansölye Scholz'un da göstermediği gibi.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg kısa süre önce boş yere şu uyarıda bulundu: “Çin, Batı ile iyi ilişkiler istediğini söylüyor. Pekin aynı zamanda Avrupa'da İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yaşanan en büyük silahlı çatışmayı körüklemeye devam ediyor. İkisini birden yapamaz.” Macron ve Scholz belli ki aynı fikirde değil!


Bu analiz, The Japan Times’da, 10 Mayıs 2024 tarihinde yayınlanan “It’s ‘divide and conquer’ as Xi courts Europe” başlıklı yazı ile Ulrich Speck'ın 16 Mayıs 2024 tarihinde NZZ (Neue Zürcher Zeitung)'de yayınlanan “Divide and conquer: For Beijing, Xi's visit to Europe was a geopolitical success” başlıklı yazısının çevirisidir. Çeviri yapılırken yazıların belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.