ANALİZ
İsrail’in Dünyaya Karşı İşlediği Üç Korkunç Suç: Soykırım, Haydutluk ve Normların Katli
İsrail, Gazze’de soykırım yaparak, Ortadoğu'da devlet sistemini kurumsal yıkıma uğratarak ve uluslararası normları, kuralları görmezden gelerek/yok ederek, dünyayı felakete sürüklüyor.
İSRAİL, SON YILLARDA Gazze ve Orta Doğu’da sürdürdüğü kural tanımaz saldırganlık ve acımasız yıkımla, bölgesel ve küresel bir tehlikeye dönüşmüş durumda. Trump yönetimindeki Amerika başta olmak üzere Batılı devletlerin İsrail’i durdurmaması halinde, dünya, “orman kurallarının” geçerli olduğu bir jeopolitiğe doğru ilerliyor.
Gazze Soykırımı: Dünya artık gözlerini başka tarafa çeviremez!
Birleşmiş Milletler soruşturma komisyonu, İsrailli, Filistinli ve uluslararası insan hakları örgütlerinin, ayrıca birçok soykırım uzmanının da savunduğu gibi, İsrail'in Gazze'de savaş değil soykırım yaptığını raporladı. Komisyon, Gazze’deki toplu katliamların, hayati altyapıya yönelik yıkımların, açlığın, yerinden etmenin ve tıbbi imkanları yok etmenin, tarihin en ağır suçu olan soykırımın yasal tanımına uyduğunu tespit etti. Komisyon ayrıca, İsrail liderlerinin açıklamalarında ve Gazze'deki İsrail güçlerinin uygulamalarında soykırım niyetinin "açıkça görüldüğünü" açıkladı.
Bu korkun soykırıma karşılık, İsrail'in meşru müdafaa kapsamında hareket ettiği yönündeki tekrarlanan iddiaları, Gazze’de yaşananlar ve kasıtlı bir yıkım örüntüsü karşısında inandırıcılıktan uzak. BM'nin vardığı sonuç, ahlaki bir netlik taşıyor. Ayrıca BM, özellikle uzun süredir İsrail'i ve İsrail’in saldırganlığını, uluslararası normların bir istisnası olarak gören İngiltere ve ABD de dahil olmak üzere, uluslararası toplumdan İsrail’e karşı siyasi eylem talep ediyor.
Batılı devletler, uluslararası hukuku cezasızca hiçe sayan ve korkunç bir insani yıkıma yol açarak Gazze’de etnik temizlik uygulayan Benjamin Netanyahu liderliğindeki aşırı sağcı hükümeti desteklemenin sonuçlarıyla yüzleşmelidir.
Yarısı çocuk olmak üzere 2 milyondan fazla insanın yaşadığı Gazze'nin sistematik yıkımını meşrulaştırmak için, Hamas'ın 7 Ekim’deki saldırılarını öne sürmek, İsrail’e hiçbir savunma sağlamaz. Gazze'nin yerle bir edilmesinin barış getireceği düşüncesi ise tam bir fiyasko. İsrail ordu komutanları, Gazze Şehri düştükten sonra bile Hamas'ın yenilemeyeceğini ve "tam bir zafer " için Gazze Şeridi'nde daha fazla askeri genişleme gerekeceğini öne sürüyorlar. Eğer doğruysa, bu, İsrail liderlerinin Gazze’ye yönelik saldırı hedeflerinin başarısızlığını öngördükleri ve daha büyük bir yıkıma hazırlandıkları anlamına geliyor.
Netanyahu, belki de sonuçların farkında olarak, İsraillileri, "izolasyona" ve geleneksel Avrupa desteğinin artık garanti edilemeyeceği yeni bir döneme hazırlanmaları konusunda uyardı. Bu değişim hafife alınmamalı. İngiltere dahil olmak üzere Avrupalı güçler, silah ihracatı, ticaret anlaşmaları ve araştırma fonları aracılığıyla yıllardır İsrail'in teknolojik ve askeri üstünlüğünü destekliyor. AB'nin fon programı, Avrupa'nın elindeki birçok ekonomik kaldıraçtan yalnızca biri. İsrail’e yönelik bu tür bağların askıya alınması, tıpkı bir Filistin devletinin tanınması gibi, derin sonuçlar doğuracaktır.
İsrail’in soykırım eylemini görme konusunda Amerika, İngiltere, Almanya gibi ülkeler oldukça isteksiz. Ancak BM, gerçeğin inkâr edilemeyeceğini söylüyor. Soykırım Sözleşmesi uyarınca, devletler soykırımı yalnızca cezalandırmakla kalamaz, aynı zamanda önlemekle de yükümlüdür. Bu eşik çoktan aşıldı. İsrail’e karşı sembolik yaptırımlar uygulamakla yetinmek sadece ahlaki açıdan sorunlu değil, aynı zamanda suç ortaklığıdır. Kimileri, kışkırtıcı bir dil kullanılmasına karşı uyaracaktır. Ancak Gazze zaten yanıyor ve yok ediliyor. Batılı ülkeler, İsrail’e tüm silah satışlarını durdurmalı, uluslararası hesap verebilirliği desteklemeli ve yasal çarpıtmalardan vazgeçmelidir. Suçlama çok ciddi. Kanıtlar çok açık. Aksini iddia etmek, çağımızın en utanç verici kaçamaklarına katılmaktır.
Haydutluk: İsrail Orta Doğu’yu parçalıyor ve kaosa sürüklüyor!
Bir nesil boyunca Orta Doğu, devlet başarısızlığının simgesi haline geldi. Bu dönemde Arap devletleri bir dizi felaketle sarsıldı; kurumlar, güvenlik ve bölgesel yönetişim zayıfladı. Kargaşa, ABD'nin Irak'ı asılsız iddialarla işgal etmesiyle başladı ve ülkeyi kaosa sürükledi. Ardından Arap Baharı, IŞİD'in Mezopotamya ve Levant'ın bir bölümünü ele geçirmesi, Suriye ve Libya'nın dağılması, Lübnan'da ardı ardına gelen işlevsizlik ve Suudi Arabistan'ın Yemen'deki savaşı gibi sorunlar geldi.
Ancak süregelen bu çatışma ve istikrarsızlığa rağmen, Arap devlet sistemi son yıllarda zorlukla kazanılmış bir geri dönüş yaptı. Irak, işlevsel bir devletin temellerini attı. Körfezdeki monarşiler, inişli çıkışlı bir şekilde modern bürokrasiler ve bir ölçüde karşılıklı güvenlik iş birliği oluşturdular. Monarşik yönetimler, halkın demokrasi ve iyi yönetişim taleplerini reddettiler. Ancak aynı Arap rejimleri, bölgesel istikrarın gerekli ama yetersiz bir bileşeni olan devlet kapasitesini yeniden inşa etmeyi başardılar.
Ancak şimdi, bu olasılık ışığı, İsrail'in giderek artan, saldırgan, maksimalist bölgesel savaşlarıyla tehdit altında. Washington'dan çoğunlukla açık çek alan İsrail devleti, bölgedeki devletlerin yaşayabilirliğine, istikrarına ve kurumsal kapasitesine meydan okuyarak, Orta Doğu'nun ancak yakın zamanda toparlanan kırılgan devlet düzenini parçalamakla tehdit ediyor. Trump yönetimi istikrarlı devletlerin öneminin farkında, ancak İsrail’e yönelik tepkileri kayıt dışı veya arka planda öfkelenmekle sınırlı. Bir Beyaz Saray yetkilisi bu hafta Axios'a, "Bibi tam bir deli gibi davrandı," dedi . "Sürekli her şeyi bombalıyor. Bu, Trump'ın bölgede yapmaya çalıştığı şeyi baltalayabilir."
Trump döneminde, İsrail'in maceraperestliği ve saldırganlığı daha aşırı ve istikrarsız hale geldi. Trump zaman zaman Kudüs'teki liderlerle doğrudan çelişerek rahatsızlığını dile getirdi. Zaman zaman İsrail'i dizginledi. Ancak bölgedeki mevcut tablo endişe verici. İsrail, Gazze'de kıtlığa neden oluyor, bölgedeki etnik ve mezhepsel gerginlikleri körüklüyor ve Suriye hükümetine saldırıyor (bu ülkedeki ABD çıkarlarına ve politikalarına doğrudan aykırı olarak) ve İran, Yemen ve Lübnan'a yönelik tehdit ve saldırı dizisini sürdürüyor. Amerika’nın Körfez’deki en yakın müttefiklerinden Katar’a hava saldırısı düzenliyor.
İsrail sınır tanımaz bir şekilde, Lübnan, Suriye, Yemen, Irak, İran ve şimdi de Katar’ı doğrudan hedef alırken, aynı zamanda Körfez'de sessizce İsrail devletinin yanında yer alan Arap monarşilerinin halk nezdindeki itibarını da zedeliyor. Bu açık uçlu saldırılar ve çatışmalar, Amerika'nın Irak'a yaşattığı türden, nesiller boyu sürecek bir yıkıma yol açabilir: Parçalanmış devletler, kurumlar ve toplumlarla karakterize, yönetilmesi zor alanlar bırakan türden bir çözülme. Bu haliyle İsrail, Orta Doğudaki ulus devletleri zayıflatan ve siyasi topluluklarını parçalayan bir siyaset izliyor.
İsrail bölgedeki rakip devletleri kendisini tehdit edemeyecek kadar zayıf tutmaya çalışıyor. Yakın tarih, bu yaklaşımın ne kadar aptalca bir girişim olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Güç boşlukları ve zayıf devletler, kendi halkları dahil olmak üzere hem tüm bölge devletleri hem de uluslararası toplum için çok daha büyük güvenlik tehditleri yaratır. Terör grupları, bu yönetilemeyen iç bölgelerde gelişir. Savaş ve kaos içindeki bir Orta Doğu, kimseye fayda sağlamaz. İstikrarsızlık ve kaos, tüm dünya için büyüyen bir tehdide dönüşür. Dolayısıyla İsrail'in savaş girdabından elde ettiği kazanımların yanıltıcı veya en iyi ihtimalle kısa süreli olması muhtemel. Ancak devletleri ve bölgenin devlet sistemini aşındırma kampanyası, Orta Doğu'ya ve uluslararası toplumun çıkarlarına kalıcı zararlar verecektir.
Normların katli
İsrail bir taraftan Gazze’de sergilediği soykırım faaliyetiyle diğer taraftan bölgedeki ülkelere yönelik periyodik saldırılarla küresel düzenin temellerini oluşturan normları ihlal ediyor. Bu kapsamda Batı merkezli modern küresel düzenin kurucu sütunlarını oluşturan evrensel insan hakları, uluslararası hukuk, ulusal egemenlik, insan onuruna saygı ve insancıl hukuk kurallarını adeta katlediyor, değersizleştiriyor ve yok ediyor.
İsrail, 14 Mayıs 1948'deki Bağımsızlık Bildirgesi'nde "din, ırk veya cinsiyet ayrımı gözetmeksizin" evrensel insan haklarını benimsedi. Bireysel insan onuruna olan bu inanç, aynı ay hükümetlere sunulan Cenevre Sözleşmeleri'nde de yer alıyordu. Bugün, İsrail'in kuruluş vizyonu ve savaş yasaları Gazze'de çökmüş durumda. Zira, bombalanmış, yıkıma uğramış Gazze topraklarının altında evrensel insan hakları ve insanlık onuru yok edilme noktasında. Gazze'nin büyük bir kısmı harabe halinde, milyonlarca sivil yerinden edildi ve on binlerce insan İsrail tarafından öldürüldü. İsrail, sivilleri köşeye sıkıştırarak ve evlerini sistematik olarak yıkarak, etnik temizlik uyguluyor.
Gazze, evrensel insan hakları vizyonunun, insan onuruna saygının, insancıl hukuk kurallarının İsrail’in elinde nasıl iflas ettiğini gözler önüne seriyor. İsrail Gazze’de ve Orta Doğu’daki diğer saldırganlıklarında, savaş yasalarını çiğniyor. Bu yasaları uygulayan uluslararası sistemin altını boşaltıyor. Amerika başta olmak üzere İngiltere, Almanya, Fransa gibi Batılı ülkelerin İsrail’in küresel normlara karşı işlediği bu suçlara karşı sessiz kalması hatta destek vermesi, küresel düzenin geleceğini tehlikeye atıyor.
Sonuçta II. Dünya Savaşı'ndan bu yana küresel güvenliği şekillendiren uluslararası hukuk standartları, İsrail’in elinde zayıflıyor, çürüyor ve anlamsızlaşıyor. Bunun yerine, jeopolitik, “orman kanunları”nın geçerli olduğu ve toprak işgallerinin, savaş, katliam ve yıkımın sıradanlaştığı bir ortama dönüyor. Ancak bu sistemsel haydutluk, İsrail’i savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar da dahil olmak üzere, uluslararası topluma karşı işlediği suçların sorumluluğundan muaf tutmuyor.
İsrail nasıl bu kadar saldırganlaşıyor?
İsrail’in bölgedeki saldırganlığını besleyen temel dinamiklerden biri, hava hakimiyetindeki üstünlüğü. İsrail yirmi birinci yüzyılda Orta Doğu'nun hava sahasına hükmediyor. İsrail Hava Kuvvetleri, bölgenin en gelişmiş saldırı, istihbarat ve hava savunma ağına sahip ve bu avantajını saldırgan ve yıkıcı bir şekilde kullanıyor. İsrail saldırganlığının ikinci ayağı, "gölge hakimiyeti" olarak adlandırılabilecek, istihbarat, casusluk, sabotaj ve gizli operasyonlarda kapsamlı ve bölge çapında bir üstünlüğe sahip olmasıdır. İsrail'in birden fazla alanda aynı anda eyleme geçirilebilir istihbarat toplama ve bunlara göre hareket etme kapasitesine sahip.
İsrail istihbarat servisleri, yapay zekâ ve açık kaynaklı sosyal medya gözetlemesini dikkate değer bir faaliyet alanı olarak görüyor. Uydu verilerini toplamak ve analiz etmekten sorumlu IDF 9900 Birimi, terabaytlarca görsel veriyi analiz etmek için gelişmiş algoritmalar kullanarak bölgedeki devletlerin hareketlerini veya altyapısını işaret edebilecek ince değişiklikleri tespit ediyor. Buna HUMINT, SIGINT ve gerçek zamanlı uydu görüntülerinin entegrasyonu da eklendiğinde, ortaya İsrail'e yönelik tehditleri tespit edebilen çok katmanlı bir istihbarat ağı çıkıyor. Bu anlamda casusluk, yalnızca bağımsız bir yetenek değil, aynı zamanda İsrail'in hava hakimiyetini besleyen ve stratejik dengelemesini sağlayan bir sensör katmanı. İstihbarat çalışmaları, İsrail'in güvenlik adımları ve saldırganlıkları için erken uyarı sistemi ve hedefleme mekanizması olarak işlev görür.
Bütün bu teknolojik üstünlük ve saldırganlık kabiliyetinde, Batılı devletler ve özellikle de Amerika’nın İsrail’e yönelik askeri-finansal desteği, hayati bir kaldıraç oluşturuyor. Dolayısıyla bölgede İsrail’i bu kadar saldırganlaştıran asıl etken, Amerikan yönetimi başta olmak üzere Batılı devletlerden aldığı sınırsız destek. Dolayısıyla İsrail’in bölgedeki soykırım, haydutluk ve düzen yıkıcılığının durdurulmasında önde gelen Batılı devletler ve Amerikan yönetiminin kritik bir rol üstlendiği söylenebilir.
Amerika’yı İsrail’den kurtarmak
Gelinen noktada Amerikan yönetimi, Amerikan toplumunun maddi imkanlarını ve kaynaklarını, Amerikan halkını yoksullaştırma pahasına, İsrail’in kullanımına sunuyor. İsrail’in savaş makinesini, milyonlarca dolarlık finansal kaynaklarla destekliyor. Diğer taraftan, Amerikan yönetimi, İsrail’in Gazze’de ve bölgede işlediği suçları da diplomatik olarak destekleyerek, kendi küresel imajını, saygınlığını ve meşruiyetini de yıkıma uğratıyor. Böylelikle Amerikan yönetimi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika merkezli olarak kurulan kurala dayalı küresel düzenin İsrail tarafından yıkıma uğratılmasına da göz yumuyor.
Şimdi Amerikan toplumu ve pek çok Amerikalı siyaset, bilim, medya ve sanat dünyasından pek çok isim, Amerikan yönetimi tarafından İsrail’e verilen bu destekten büyük bir rahatsızlık duyuyor. İsrail’in hem Amerikan maddi kaynaklarını sömürdüğünü, Amerikalıları yoksullaştırdığını hem Amerika’nın bölgesel ve küresel çıkarlarına zarar verdiğini hem de Amerika’nın küresel imajını, meşruiyetini zayıflattığını düşüyor. Amerikan toplumu artık İsrail’den uzaklaşıyor. Dolayısıyla İsrail’in bölgesel saldırganlığını durdurmanın en önemli adımlarından biri, Amerika’yı İsrail yönetiminin etki, kontrol ve baskısından kurtarmak olacak.
Bu yazı, 16 Eylül 2025’te The Guardian’da “The Guardian view on the UN’s genocide finding: Britain – and the world – can no longer look away” başlığıyla; UnHerd’de “Israel is breaking the Middle East” başlığıyla; National Interest’te “Israel’s Strategy of Denial” başlığıyla yayınlanan yazılardan hareketle hazırlanmıştır.