×
ALMANYA

ANALİZ

Scholz Hükümeti Aşırı Sağı Güçlendiriyor!

Almanların başlıca endişeleri, enflasyon ve yoksulluk. Endişelenmekte de haklılar: Gittikçe daha da fakirleşiyorlar. Fakat iktidarda sürekli didişen bir koalisyon var ve bu koalisyon, bir plan yapmak istemiyor ya da yapamıyor.
MİLLİYETÇİ VE AŞIRI SAĞCI hareketlerin Avrupa'da yükselişe geçtiği bir dönemde, Almanya, kendine ait bir alanda yaşamaya devam ediyor gibi görünüyor.

Bir yandan, ülkedeki aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) Partisi güç kazanıyor: Son iki yılda, anketlerdeki oranı %10'dan %19'a fırladı. Parti, istisnai durumlar dışında kürtajı yasaklamayı, ABD'nin Ramstein askerî üssünü kapatmayı ve göçler karşısında Avrupa'yı âdeta bir "kale"ye dönüştürmeyi savunuyor.

Diğer yandan, ülkedeki sivil toplum ve siyasetçiler, tehdidin farkına varmış gibi: 1,4 milyondan fazla vatandaş, ocak ayından bu yana, yabancıları ve vatandaşlığa sonradan kabul edilmiş Almanları sınır dışı etme planına karşı sokak protestolarına katıldı. Bavyera eyaletinin popülist başkanı Markus Söder, AfD'ye sağlanan tüm kamu finansmanının kesilmesini önerdi. Berlin hükûmeti, milliyetçi partinin Anayasa Mahkemesini ele geçirmesini önlemek için bir yasa tasarısı üzerinde çalışmaya başladı.

Bu durum, aşırı sağcı partilerin hâlihazırda hükümetin bir parçası olduğu Finlandiya ve İtalya gibi diğer Avrupa ülkeleriyle veya milliyetçi ve göçmen karşıtı siyasetçilerin yakın zamanda en yüksek mevkileri ele geçireceği öngörülen Fransa ve Hollanda ile ciddi bir şekilde çelişiyor: Almanlar, hâlâ direniyor.

Aşırı sağın yeniden yükselişine dair derin motivasyonlar söz konusu olduğunda, Almanya, örseleyici bir noktada donakalmış gibi duruyor. Avrupa'nın en büyük ekonomisi, 2019'dan bu yana durgunluk yaşıyor. Görünürde hiçbir engel yokken, ülkenin en önde gelen sanayi şirketleri, büyük ölçekli işten çıkarmaları duyurmaya başladı. Olaf Scholz'un merkeziyetçi koalisyonu ise bütçeyi dengelemekte inatla ısrar ediyor. Bu ısrar, ekonomiyi daha da zayıflatıyor ve yeni toplumsal krizlere yol açıyor. Örneğin, Berlin'in tasarruf etmek amacıyla tarım alanındaki vergi indirimlerinde kesintiye gideceğini açıklaması üzerine Alman çiftçilerin kitlesel protestolara başlaması gibi.

Tüm bu ekonomik sorunlar, Scholz'u, kendi vatandaşları yerine Kiev'e ve mültecilere para harcamakla suçlayan AfD için bulunmaz bir nimet. Tren operatörleri, sağlık çalışanları ve anaokulu personelinin de aralarında bulunduğu çeşitli grevler, kamusal hayatı felce uğratıyor.

Alman vatandaşları, sakinlik ve düzene alışmışlardı. Fakat şimdi, toplum tedirgin ve hükûmetin ne yapacağı da öngörülemez bir durumda. Ocak ayında yapılan ankette, Almanların %83'ü ülkeleri için endişeli olduklarını belirtti ki bu, işsizliğin çift haneli rakamlarda olduğu 2000'li yılların başından bu yana görülen en yüksek oran. Seçimlere sadece 18 ay kaldı ve Scholz destekçileri bile kapalı kapılar ardında şunu itiraf ediyor: 65 yaşındaki Scholz, 1960'lardan bu yana, tek dönem görev yapan ilk başbakan olma yolunda ilerliyor.

Bu, John Kampfner'in Why Germans Do It Better başlıklı kitabının Alman medyasınca göklere çıkarıldığı 2020'den bile daha büyük bir değişiklik olur. İngiliz gazeteci, Federal Cumhuriyet'in güçlü ekonomisinin ve istikrarlı siyasi sisteminin tüm dünyaya örnek teşkil ettiğini belirtiyordu. Şimdi ise Alman gazeteciler, ülkenin ekonomik gerilemesinden endişe ediyor. Scholz'un merkez sol partisi SPD, Yeşiller ve iş dünyasından yana olan FDP, hiçbir meselede anlaşamadığı için hükûmet felç olmuş durumda.

Pek çok kişi, AfD'yi hem Almanya tarihi açısından hem de partinin bariz aşırıcı politikaları nedeniyle ciddi bir tehdit olarak görüyor. Avrupa'daki diğer aşırı sağ partiler, görüşlerini yumuşatarak (örneğin, Avrupa Birliği'nden ayrılma planlarından vazgeçerek ya da Putin'e verdikleri desteği geri çekerek) iktidara gelirken AfD, radikalliğine rağmen veya belki de radikalliği sayesinde yükseldi. AfD, hâlâ AB'den ayrılmayı sesli bir şekilde düşünüyor ve Ukrayna'ya silah sevkiyatının derhâl durdurulmasını istiyor. Partinin sembolik lideri Alexander Gauland: “Hitler ve Naziler, başarılarla dolu 1000 yılı aşkın Alman tarihinde, bir zerre kuş pisliğinden öte değiller,” dedi.

Araştırmacı gazeteciler, ocak ayı başında, AfD'li bir milletvekili ve parti lideri Alice Weidel'in kişisel danışmanının Potsdam yakınlarındaki bir otelde düzenlenen toplantıya katıldıklarını ortaya çıkardı. Toplantıya, Avusturyalı neo-Nazi aktivist Martin Sellner, konuşma yapmak üzere davet edilmişti. Henüz 17 yaşındayken bir sinagoga gamalı haç çıkartmaları yapıştıran Sellner, aynı zamanda Regime Change From the Right adlı aşırılık yanlısı eserin de yazarı. Sellner, Avrupa'nın “etno-kültürel kimliğini korumak” gayesiyle milyonlarca yabancının ve sonradan vatandaşlık almış Alman'ın “yeniden göç ettirilmesi”, -yani zorla sınır dışı edilmesi- çağrısında bulunuyor. Toplantının yeri bile art niyetle seçilmiş: Potsdam, Nazilerin Ocak 1942'de Holokost'un lojistiğine ilişkin planlar yaptığı Wannsee'den çok da uzakta değil.

Fakat Alman siyasetinin hâlihazırdaki alacakaranlığında, umutsuzluk, umuttan sadece bir kalp atışı kadar uzakta. Potsdam toplantısına ilişkin haberler, 1990'ların başından bu yana Almanya'da aşırı sağa karşı düzenlenen en büyük gösterilere yol açarak farklı kuşak ve sosyal sınıfa mensup insanları bir araya getirdi. Birçok protestocu, savaş sonrası Almanya'nın verdiği “bir daha asla” sözünü yerine getirmenin tam zamanı olduğuna inandıklarını dile getirdi. Yine bazıları, çok geç olmadan aşırı sağın yeniden yükselişine karşı mücadele etmenin halkın bir görevi olduğunu belirtti. Almanya'nın en büyük şarkıcılarından olan ve muhafazakâr seçmenler arasında da geniş bir ilgi gören Helene Fischer bile Almanları, haziran ayında yapılacak Avrupa seçimlerine katılmaya ve gelenekçi partilerden birini seçmeye çağırıyor. Geçen ay ve bu ay yapılan kamuoyu yoklamaları, oluşan yeni enerjiyi yansıtıyor: AfD'ye verilen destek az da olsa düştü. 2023'te %21 iken şimdi %19'a gerilemiş durumda.

Bununlar birlikte, AfD'nin Almanya'nın siyasi elitlerini tedirgin ettiği de kesin. Öyle ki ülkedeki kurumsal düzeninin nasıl Nazi karşıtı hâle getirilebileceği konusunda ciddi tartışmalar sürüyor. Televizyon kanallarındaki tartışma programlarına katılanlar, hükûmetin AfD'yi kapatması gerekip gerekmediğini ya da bunu yaptığı takdirde partinin kendini, mağdur göstererek taraftar kazanmasına yol açıp açmayacağını tartışıyor.

Karlsruhe'deki Anayasa Mahkemesi, bir neo-Nazi partisi olan NPD'nin kapatılmasına yönelik benzer bir öneriyi 2016'da reddetmişti. Bavyera başkanı Söder, kapatma yerine AfD'nin devletten aldığı cömert finansmandan mahrum bırakılmasını önerdi. Bu adımın, -ocak ayında Die Heimat'ın (NPD'nin halefi) devlet finansmanından ve vergi indiriminden yararlanmasını yasaklayan- Anayasa Mahkemesince kabul edilmesi daha yüksek bir ihtimal. Scholz, AfD'ye karşı benzer bir hamle yapma şansını değerlendiriyor. Ayrıca Scholz koalisyonu, Anayasa Mahkemesini düzenleyen yasada değişiklik yaparak AfD'nin artan gücü karşısında, mahkemeleri güçlendirmek istiyor. Nitekim Anayasa Mahkemesi, şu anda ihtiyaç duydukları basit çoğunluk yerine, Parlamento'da üçte ikilik çoğunluğa tabi durumda.

Ancak karmaşık olan şu ki Scholz, AfD'yi gerçekten durdurmak istiyorsa, en acil ve yapıcı tedbirler yine onun elinde: Aşırılık yanlılarının yükselişini körükleyen ekonomik sorunlara yönelebilir ki bunlar, ele alınması çok da zor olmayan sorunlar. Fakat iktidarda sürekli didişen bir koalisyon var ve bu koalisyon, bir plan yapmak istemiyor ya da yapamıyor.

Almanların başlıca endişeleri, enflasyon ve yoksulluk. Endişelenmekte de haklılar: Gittikçe daha da fakirleşiyorlar. Reel maaşlar, 2020'den beri her yıl düşüyor. Sanayi üretimi ise pandemi öncesi seviyelerin bile %9 altında. Volkswagen ve diğer şirketler, iyi günlerin yakında geri gelmeyeceğini anladıkları için işten çıkarmalar ilan ediyor. Otomotiv tedarikçisi ZF'nin önümüzdeki 6 yıl içerisinde Almanya genelinde 12.000 kişiyi işten çıkarmayı planladığı belirtiliyor. Almanlar gelecek için endişelendikçe daha fazla tasarrufa yöneliyor. Tren ve okul gibi kamu altyapısı, yatırım yetersizliğinin etkilerini gözler önüne seriyor. Scholz, 2023'te, Almanya'nın yeni bir “Wirtschaftswunder” (ekonomik mucize) yaşamak üzere olduğunu söylüyordu; fakat kendisi, ekonomik anlamda Gerhard Schröder'den bu yana en kötü sicile sahip. Popülaritesinin %20'ye düşmesine şaşmamalı ki bu, anketin başladığı 1997’den bu yana bir şansölyenin aldığı en düşük oran.

Zayıflayan bir ekonomi ve hızla yükselen aşırı sağ ile karşı karşıya olan bir hükümetin, aldığı zararı sınırlamak için mali politikalarda ciddi adımlar atmaya çalışacağını düşünebilirsiniz. Fakat Scholz koalisyonu, tam tersini yapıyor. Maliye Bakanı Christian Lindner, FDP'ye mensup bir isim ve şahin politikalar izleyerek ününü riske atıyor. Yakın zamanda yapılan oylamaya göre, FDP üyelerinin neredeyse yarısı, iktidar koalisyonundan çıkılmasını istiyor. Parti bu adımı atarsa koalisyon dağılacak ve Scholz, Federal Cumhuriyet tarihinin en kısa süre görev yapan şansölye olacak.

Bu arada Scholz, 2000'ler tarzı, vatkalı takım elbiseler giyen gerçek bir Boomer. Ayrıca her ulusun küreselleşen dünyada ihracatı artırarak ve kamu maliyesini kontrol altında tutarak kendi ekonomik başarısını yaratması gerektiğine inanan biri. Schröder yönetimindeki SPD'nin genel sekreteri olarak da partisini, berbat reform paketini kabul etmeye zorlamıştı. Buna göre, ihracata dayalı sanayiyi yeniden canlandırmak için vasat işlerle uğraşan Almanların ücretini düşürmeyi önermişti. Scholz, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında yaptığı konuşmalarda, Almanya'nın dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi ve G7 ülkeleri arasında en düşük borç yüküne sahip ülke olmasıyla övünüyor.

Ancak zaman geçti; Scholz, sorunu fark etmekte geç kaldı. Rusya'nın Ukrayna'daki savaşı, Alman ekonomisi için büyük bir şok yarattı ve bu şok, geçici olmaktan ziyade derin küresel değişimlerin bir göstergesi. Berlin, en önemli ticaret ortağı Çin'in Rus işgalini kınamayı reddettiğinde veya Trump'ın Rusya'yı GSYİH'lerinin %2'sini savunmaya harcamayan Avrupa ülkelerine saldırmaya teşvik ettiğinde yaklaşan tehlikeyi görebilmiş olsaydı, akıllıca davranmış olurdu.

Bu yeni dünyada, Almanya'nın refahı ancak Avrupalıların bir birlik içerisinde bir araya gelmeleriyle temin edilebilir: Ekonomisi yabancı otokratlara, güvenliği ise ABD'ye şimdi olduğundan daha az bağımlı olan bir birlik... Rusya, Ukrayna'ya saldırdığında, Scholz, Almanya'nın ekonomi modelinde ve savunma yapısında çığır açıcı bir değişimi başlatma fırsatını kaçırdı. Şimdi Trump'ın Cumhuriyetçileri, Ukrayna'ya yardımı engelliyor. Scholz ise hâlâ bir Avrupa lideri gibi hareket etmiyor: Eksikleri kapatacak bir Avrupa planı sunmak yerine, diğer AB ülkelerini, Berlin kadar Kiev'i desteklemedikleri için açıkça eleştiriyor.

Böylece Almanya'nın sorunları, Alman şair Heinrich Heine'nin 1841'de yazdığı şu satırlardan bu yana hiçbir şey değişmemiş gibi devam ediyor: “Alman, sonuçları açıkça tespit edilemeyen tüm yeniliklerden korktuğu için ciddi siyasi sorunlardan da mümkün olduğu kadar kaçınır veya dolambaçlı yollar kullanarak geçici çözümler bulmaya çalışır. Bu arada sorunlar birikir ve giderek daha da karmaşık hâle gelir.”

Scholz koalisyonunu, sağ cenahtan kuşatan yalnızca ekonomik baskılar değil. AfD, Euro Bölgesi krizinde AB'nin Yunanistan'ı “kurtarmasını” protesto etmek için 2013'te kuruldu. Fakat bir milyon Suriyeli mültecinin Almanya'ya gelmesiyle beraber 2015'te ulusal bir önem kazandı. Bugün, Ukrayna'dan gelen mülteci akınıyla beraber Afrika göç akını da yeniden başladı. Scholz, Almanya'nın "cömert" göç politikasının arkasında dururken söylem olarak da sağa doğru yönelmeye çalıştı. Fakat bu ikilem, kendisi için pek yararlı olmadı.

Alman toplumunun bazı kesimlerine pasifist, Rusya yanlısı ve Amerikan karşıtı inançlar yerleşmiş durumda ve bunların kökenleri, Soğuk Savaş dönemine dayanıyor. Üstelik birçok Alman, Rus misillemesinden korkuyor; çünkü ülkenin nükleer açıdan kendine ait caydırıcı bir gücü bulunmuyor. Yakın zamanda yapılan ankete göre, Almanların %61'i, Scholz'un, Ukrayna'nın talep ettiği uzun menzilli füzeleri vermesini istemiyor. Scholz, yeniden seçilme şansını sürdürmek için “savaş şansölyesi” olarak anılmaktan kaçınma çabasında. Gazze'deki savaş da başka baş ağrısı: Almanların %61'i, 7 Ekim'deki Hamas saldırısına karşılık İsrail'in verdiği yanıtı, sivil katliamları nedeniyle haklı görmüyor. Ne var ki Scholz hükûmeti, İsrail hükûmetini neredeyse hiç eleştirmedi.

Son olarak AfD, koalisyonun yürüttüğü iklim gündemine karşı halk çapında oluşan tepkiden yararlanıyor. Ülkedeki paradokslardan biri de Avrupa'daki en güçlü yeşil partilerden birine sahip olmasına rağmen yeşil bir dünya için halkın yaşam tarzını değiştirme noktasında hiç de istekli olmamasıdır. Yedi Avrupa ülkesini kapsayan bir ankete göre, Almanlar, elektrikli arabalara geçmeye ya da evlerini iklim dostu hâle getirecek şekilde yenilemeye en az istekli olanlar. AfD, dizel araçlardan ve gaz kazanlarından vazgeçmek istemeyenlere hitap eden bir parti.

Scholz; bozulan ekonomi, yüksek göç, anlaşmazlıklara neden olan dış politika ve iddialı bir iklim değişikliği politikasına karşı gelen tepkilerle âdeta felç olmuş bir zombi hükûmetine liderlik ediyor. Bilhassa ekonomi politikası söz konusu olduğunda, Alman seçkini, 2024'e kadar uykuya yatmak ve 2025'teki bir sonraki parlamento seçimlerinden sonra gözlerini açmak istiyor gibi. Fakat ülke, muhtemelen önümüzdeki on yıllar boyunca Almanya'nın siyasi yörüngesini belirleyecek bir dönüm noktasında.

İyi haber şu ki, en karamsarlar bile 2025 sonbaharında yapılması planlanan federal seçimlerden sonra AfD'nin iktidara gelmesini beklemiyor. Ancak AfD, o tarihe dek Almanya'nın ikinci büyük partisi olabilir ve sistem, o kadar parçalanmış olabilir ki Scholz'un bugün liderlik ettiği gibi istikrarsız ve etkisiz üç partili koalisyonlar, ülkenin tek seçeneği hâline gelebilir. Almanya'da 2025'ten sonra da sürecek gibi görünen bir felcin tek kazananı olacak: AfD.


Bu yazı, The Atlantic’te “Germany’s Zombie Government Is Fueling the Far Right” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.