×
TÜRKİYE
28.09.2025

ANALİZ

“Zor Zorunlu ve Meşru Müttefik”: Türkiye-ABD İlişkilerinde Yeni Bir Döneme Doğru!

ABD’nin bölge politikasında zorlanması, Trump'ın ülkeye daha fazla sermaye toplama politikası, Türkiye’ninse bölgesel nüfuzunun ivmelenmesi ama savunma teknolojisi ve enerji alanında dış bağımlılığı, iki ülkeyi kritik bir müttefik haline getiriyor. Ancak ittifakın seyrini biçimlendirecek pek çok dinamik var.
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump 25 Eylül Perşembe günü Beyaz Saray’da bir araya geldi. Bu görüşme, Erdoğan’ın altı yıl aradan sonra ilk Beyaz Saray ziyareti oldu. Görüşme, ABD-Türkiye ikili ilişkilerinde uzun süredir çözümsüz kalan F-35 savaş uçağı satışları, ABD'nin Türkiye'ye yönelik yaptırımları ve Trump'ın Türkiye dahil olmak üzere NATO ülkelerinden Rus petrol alımını durdurma talebi gibi konuların çözümsüz kaldığı bir dönemde gerçekleşti. İki lider arasındaki görüşme, son yıllarda gerginleşen ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni bir başlangıç olarak görülüyor. Yaklaşık iki saat yirmi dakika süren görüşmede savunma sanayi iş birliği, enerji, Orta Doğu'daki çatışmalar ve ticaret konuları ele alındı.
 
"ABD, Türkiye'nin müttefikliğine ihtiyaç duyuyor"

Özellikle ABD tarafından yapılan açıklamaların oldukça pozitif olduğu görüşme sonrası herkes hem ABD hem de Türkiye’den yapılacak açıklamalara dikkat kesilmiş durumda. ABD Başkanı Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kapıda karşılayıp kapıda uğurladı, basın açıklaması esnasında sürekli dostluklarına atıfta bulundu. Trump'ın toplantı sonunda yaptığı açıklamalara bakılacak olursa aslında bu olumlu görüşmeye ABD’nin, Türkiye’den daha fazla ihtiyaç duyduğu görülüyor. Bunda Donald Trump’ın ilk döneminden çok farklı bir konjonktürde olunmasının, gittikçe artan bölgesel, küresel krizlerin ve en önemlisi ABD içerisindeki dinamiklerin etkisi olduğunu söylemek mümkün. Trump’ın seçim kampanyalarının ilk günlerinden itibaren kendisine yakın düşünce kuruluşları ve danışmanları tarafından Türkiye’yi "kaybetmeme" konusunda çokça tavsiyede bulunulduğu biliniyor.

Aynı ekolün yine İsrail hususunda da bir dengelemeye gidilmesini tavsiye ettiğini unutmamak gerek. Özellikle Rusya ve Hindistan ile ilişkileri farklı bir seviyeye getirerek Çin’i daha çok baskı altına almak isteyen ama planları pek de istediği gibi ilerlemeyen ABD’nin, gelinen noktada Türkiye ile de benzer bir süreci asla tolere edemeyeceği görülüyor. Rusya’yı yanına alabilmek adına Ukrayna’yı "kurban etmeyi" göze alan Trump’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile istediği ilişkiyi kuramaması ve geçtiğimiz haftalarda Şangay’daki zirvede aldığı mesajlar, ABD’yi Türkiye konusunda daha da kırılgan hale getirdi. ABD’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerinin tehdit altında olduğu ve planladığı gibi bir cephe oluşturamadığı bir ortamda Trump yönetimi Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamadı.

Diğer taraftan Türkiye’nin savunma teknolojisi (savaş uçakları, savunma füzeleri, uçak motoru vs.), enerji (doğal gaz, petrol, nükleer enerji vs.) ve hava taşımacılığı konusunda devam eden dış ürün ihtiyacı, Türkiye'yi ABD için önemli bir pazar ve müşteri olarak işaretliyor. Ayrıca Donald Trump'ın gönüllü ya da zorunlu anlaşmalar ve tarifelerle daha fazla sermayeyi, zenginliği, ticari birikimi Amerika'da toplama politikası Türkiye'yi Amerika için cazip bir anlaşma partneri haline getiriyor.

Bölgesel sorunlar için kritik görüşme

ABD’nin küresel hegemonya mücadelesini şekillendirmekte başarısız olduğu biliniyor. Washington'un bölge ülkeleriyle ilişkilerinin tehdit altında olduğu ve planladığı cepheyi oluşturamadığı bir ortamda Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamadığı görülüyor. Bu öyle bir aşama ki bunca yıldır devam eden F-35 ve F-16 süreçleri, CAATSA yaptırımları, Halkbank meselesi ve Suriye gibi hususlar şu an ABD için basit meseleler haline geldi. Nitekim Trump’ın kendi tabanından İsrail’in ABD’ye nüfuzu üzerinden yapılmaya başlanan eleştiriler, Epstein dosyasının Trump’a doğrultulan bir silaha dönüşmesi, Kirk cinayeti gibi hususlar, artık İsrail ve hassaten Netanyahu tarzı kliklerin ABD’ye zararlarını sorgulatır hale geldi.

Bu bağlamda ABD’nin hem geleneksel ilişkiler hem de son dönemde yaptığı büyük savunma sanayi hamleleriyle artan bölgesel ve küresel etkisi nedeniyle Türkiye ile eskisinden daha yakın bir sürece girmek istediği görülüyor. Bu durum Ankara’yı Washington için çok daha önemli bir müttefik haline getiriyor. Özellikle Avrupalı devletlerin politikalarının eleştirilmeye başlandığı, Orta Doğu ve Afrika’dan çekilmek durumunda kaldığı; ABD’nin bu bölgelerde oluşacak güç boşluğunu Çin’in ve Rusya’nın doldurmasından çekindiği bir dönemde, Türkiye’nin bu bölgelerdeki ilişkileri ve etkisi düşünüldüğünde, Ankara, ABD için cazip, gözde ve zorunlu bir aktör olarak konumlanıyor.

Türk-Amerikan ilişkilerinde “meşruiyet noktası”

Türkiye’nin beka kaygıları nedeniyle artan ‘stratejik otonomi’ arayışı, Amerika’da ‘eksen kayması’ şeklinde yorumlanmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki Beyaz Saray ziyaretinde ‘eve geri dönün’ çağrısı yapan Senatörler hâlâ hatıralarda. Nitekim Beyaz Saray ‘kontrol edilebilir’ bir Türkiye arzuluyor ancak böyle bir beklenti Türkiye’nin ‘potansiyeli’ ve politik duruşu ile orantılı değil.

Türkiye; Suriye, Libya, Afrika, Balkanlar ve Güney Kafkasya’da inkâr edilemez bir etkiye sahip. Sırp ve Boşnaklarla, Ukrayna ve Rusya’yla, Azerbaycan ve Ermenistan’la, Erbil ve Bağdat’la, Bingazi ve Trablus’la aynı anda diyalog kurma becerisi sadece Türkiye’ye mahsus bir özellik. Tam da bu noktada Türkiye’nin ABD’den beklentisi, çıkarlara saygı duyulması ve sınırların farkındalığı ile ilgili. Diğer bir deyişle, Türkiye, güvenlik ve refah odaklı millî siyasetinin gözetilmesini istiyor.

Bu bağlamda görüşmede, Gazze soykırımının sona erdirilmesinden Suriye’de merkezi otoriteyle entegrasyonu reddederek ayrılıkçılık yapan YPG/SDG’li teröristlere yönelik hamlelere ve Türkiye’nin bölgesel ve küresel politikalarda elini güçlü kılacak birçok anlaşmaya varılmış olması muhtemel. Nitekim, BM binasında Gazze gündemiyle yapılan toplantıda ABD Başkanı Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oturma düzenindeki yan yana olan konumları, ABD’nin bölgede ve dünyada dizginleri elinden kaybetmemek adına Ankara’nın yeni pozisyonunu kabullendiğini ve meşru gördüğünü açıkça gösteriyor. ABD Ankara büyükelçisi Tom Barrack'ın, ABD-Türkiye ilişkilerinde F-35, S-400 ya da F-16 meselelerinin, tam da bu "meşruiyet ve kabullenme" meselesine göre kolayca aşılabilecek "basit" meseleler olduğunu vurgulaması da buna işaret ediyor.

**
Türkiye’nin bölgesel pozisyonunun kabulü mü?

İki liderin ortak basın toplantısında en çok konuşan Trump oldu. Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Trump, Türkiye ve ABD'nin savunma sistemlerinden Suriye ve Gazze'ye kadar yıllardır üzerinde çalıştığı zorlu konular hakkında ayrıntılardan uzak bir tavır sergiledi. Ancak Trump, Erdoğan’a olan saygısını açıkça dile getirdi ve Türkiye'nin artan bölgesel nüfuzunun farkındaydı. Trump'ın açıklamaları, ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un bu hafta başlarında New York'ta yaptığı açıklamaları destekliyor. Witkoff, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve istihbarat şefi İbrahim Kalın da dahil olmak üzere önemli Türk siyasetçilerle Hazar Denizi ve Karadeniz güvenliği gibi konularda düzenli olarak görüştüğünü belirtti.

Mevcut jeopolitik durum göz önüne alındığında, bunun sadece sözde kalmadığına inanmak için geçerli sebepler var. Türkiye, son yıllarda doğrudan müdahale ettiği tüm bölgelerde, özellikle Suriye'de, Libya ve Güney Kafkasya'da nüfuzunu ve konumunu güçlendirdi. Trump'ın basın toplantısında da belirttiği gibi, çok az devlet başkanı hem Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in hem de Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'nin saygısını kazanabilir.  

Türkiye ve ABD'nin bundan sonra nerede ve nasıl birlikte çalışacağı ve hangi ABD savunma teknolojilerinin Türkiye'ye ulaştırılacağı gibi konuların ayrıntıları hâlâ kapalı kapılar ardında tartışılacak. Aylar ve yıllar boyunca gelişecek uygulamalarla görünürlük kazanacak. Yine de Trump ve Erdoğan'ın koordinasyon içinde hareket etmenin her iki NATO müttefikinin de yararına olduğu konusunda ortak bir anlayış sergilemeleri, Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceği için iyimserlik üretiyor.

**
Birleştirici bir başlık: Enerji ticareti 

Atlantik'in her iki yakasındaki iş odaklı başkanlar sayesinde, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye arasında yeni bir iş birliği modeli ortaya çıkıyor. Bu ilişkinin önemli bir yönü, hem ikili ilişkilerde hem de uzun süredir askeri ve siyasi mücadelelerin yaşandığı bölgelerde artan ticaret ve enerji iş birliği potansiyeli. 

BOTAŞ, Mercuria ve Woodside Energy, ABD'den yirmi yıl boyunca yaklaşık 70 milyar metreküp doğal gaz ithal etmek üzere önemli bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma, Trump'ın Rusya'ya karşı Ukrayna'yı destekleme konusunda daha kararlı bir duruş sergilediği ve Moskova ile enerji ticaretini durdurma ihtiyacı duyduğu bir dönemde, Türkiye'nin doğal gaz kaynaklarını daha da çeşitlendirmesine yardımcı olacağı için önemli. 

Bu anlaşmaları, birkaç ay önce önde gelen Türk, ABD ve Katar şirketleri arasında Suriye'de doğal gaz ve güneş enerjisi santrallerinin inşasına yatırım yapmak üzere imzalanan diğer anlaşmalarla paralel olarak değerlendirmek önemli. Ayrıca, bu ülkelerin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nden Türkiye'nin Ceyhan limanına petrol ihracatının önündeki engelleri iki yıllık bir aradan sonra kaldırma anlaşması da meyvesini vermeye hazırlanıyor. Petrol ihracatının yeniden başlaması, Irak, Türkiye ve ABD şirketlerine fayda sağlayacak. Ayrıca, hem Türk hem de ABD şirketlerinin bu yaz ülkenin Milli Petrol Şirketi ile anlaşmalar imzaladığı Libya'da da iş birliği artabilir. Bu artan iş birliği, Türkiye'nin askeri olarak da varlık gösterdiği ve devlet ve askeri kapasite inşasına katkıda bulunduğu bu bölgelerin refah ve istikrarına katkıda bulunacaktır. 

Yeni Orta Doğu Arayışı Amerika’yı Türkiye’ye Yakınlaştırıyor

Beyaz Saray'daki görüşmeye, Erdoğan ve Trump arasındaki olumlu kişisel ilişki damga vurdu. Ancak kişisel yakınlıklarının ötesinde, Erdoğan ve Trump Orta Doğu'da ortak çıkarlara sahipler. Türkiye'nin bölgesel sorumluluk vizyonu, Trump yönetiminin yerel müttefiklere yük devretme stratejisiyle örtüşüyor. Bu durum, Trump'ın bölgesel ortakların yeniden yapılanmaya katkıda bulunmalarına olanak sağlamak için yaptırımları kaldırdığı Suriye'de en belirgin şekilde görülüyor. Trump için Türkiye, Suriye'de birlikte çalışmak istediği belirleyici güç. Bu düşüncenin bir sonucu olarak, Suriye'de büyük ölçekli Türk-Amerikan-Katar yatırım projeleri hayata geçiriliyor. 

Erdoğan, Suriye'de İsrail saldırılarının istikrarsızlaştırıcı etkisini azaltmak için İsrail ile Suriye arasında bir güvenlik mekanizması kurulması için ABD'den destek istiyor. Ankara'nın bakış açısına göre, İsrail'in eylemleri yalnızca Suriye istikrarını baltalamakla kalmıyor, aynı zamanda Şam'ın Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile müzakerelerini de zayıflatıyor. SDG, Türkiye'nin ulusal güvenliğine doğrudan tehdit oluşturan PKK terör örgütünün Suriye kolu olan Halk Koruma Birlikleri (YPG) tarafından domine ediliyor. Hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan'ın örgütün silah bırakması yönündeki son çağrısı üzerine Ankara, SDG'yi Suriye devletine entegre edecek kuzeydoğu Suriye'de siyasi bir çözümü destekliyor. 

Aynı zamanda Suriye özel temsilcisi olarak da görev yapan Barrack'ın açıklamalarına bakılırsa, Erdoğan ve Trump, SDG'nin Şam ile 10 Mart'ta varılan ve SDG güçlerini hükümete dahil eden anlaşmayı uygulaması gerektiği konusunda hemfikir. 

**

Erdoğan-Trump görüşmesi bağlayıcı anlaşmalar üretmese de, iki ülke arasındaki diyalog kanallarının yeniden açılmasında kritik bir adım teşkil ediyor. F-35 yasağının kaldırılması, enerji iş birliğinin genişletilmesi ve Orta Doğu'da barış çabalarının ilerletilmesi gibi konularda somut ilerlemeler kaydedilirse, bu görüşme gerçekten de "yeni bir dönemin başlangıcı" olarak anılabilir. Ancak, Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerinin seyri ve ABD iç siyasetindeki gelişmeler, bu sürecin gelecekteki seyrini şekillendirmede belirleyici faktörler olmaya devam edecektir.


Bu yazı, Atlantic Council’de 25 Eylül 2025 tarihinde, “What’s next for US-Turkey ties after Erdoğan’s White House visit?” başlığıyla; Eurasiareview’de 26 Eylül 2025 tarihinde, “Toward A New Era In US–Turkey Relations: An Assessment Of Erdoğan–Trump Meeting” başlığıyla, Anadolu Ajansında, 25 Eylül 2025 tarihinde “Beyaz Saray'da tarihi görüşme: Masada hangi konular var?” başlığıyla, 26 Eylül 2025 tarihinde “Türkiye-ABD ilişkilerinde dönüm noktası: 25 Eylül” başlığıyla yayınlanan yazılardan hareketle hazırlanmıştır.