×
KÜRESEL

ANALİZ

Demokrasinin Kızgın Adamlarla İmtihanı

Kamuoyunu yönlendirme potansiyelleri dikkate alındığında, siyasetçilerin, aydınların, kanaat önderlerinin konuşma üslupları, tavırları, bilgileri, faziletleri demokrasilerde liyakat tartışmasında çok daha fazla üzerinde durulması gereken bir konu olarak öne çıkıyor.
Demokrasinin insanlık tarihi açısından bakıldığında yeni bir rejim olduğu ve modern öncesi dönemde çok rağbet görmediği bilinen bir gerçek. İyi bir yönetimin oluşmasını belirli bir bilginin edinilmesine ve birtakım ahlaki faziletlere sahip olmaya bağlı gören modern öncesi siyaset anlayışı için, yönetim alanının bu bilgi ve faziletlere sahip olmayanlara açılması gemiyi mürettebata teslim etmek anlamına geliyordu. Kaptanı olmayan bir geminin hedefine varması nasıl mümkün değil ise doğru bilgi ve faziletlere sahip olmayanların yönettiği bir ülkenin de insanlar için iyi sonuçlar üretmesi beklenemezdi. 

Ne var ki, birçok sebepten ötürü, önce Batı toplumlarında, sonra da dünya genelinde klasik siyaset anlayışı eleştirilere uğradı ve demokrasi modernliğin ortaya çıkışıyla beraber iyi bir rejimin temel standardı olmaya başladı. Bununla birlikte, modern demokrasileri kuranlar da demokrasinin klasik eleştirilerine kayıtsız değillerdi. Modern temsili demokrasiler klasik siyaset anlayışının birçok elitist özelliğini bünyesinde devam ettirdi ve halkın doğrudan yönetimini sınırlandırdı. Dünyanın birçok ülkesinde bulunan çift meclisler, Anayasa Mahkemeleri, katı anayasalar bu elitist kurumlardan birkaçı. 

Bunun dışında temsili demokrasilerde seçimlerle genelde formel eğitime sahip insanların başa gelmesi gözleniyor. Ve her ne kadar temsilciler teoride seçmenlere hesap vermek zorunda olsalar da bu hesap verme dört beş senede bir gerçekleşen seçimlere indirgendiği için, seçim aralarında temsilcilerin geniş bir takdir alanı olduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla eğitim sahibi insanlar temsili demokrasilerde öne çıkıyorlar ve böylece doğrudan demokrasiye mesafeli insanların kaygılarını bir az olsun gideriyorlar.

Bu anlamda her ne kadar halkın egemenliği ilkesini referans alsalar da günümüz demokrasilerinin birçok açıdan halk egemenliğini daha liyakatli oldukları düşünülen insanların egemenliğiyle yer değiştirdiği söylenebilir. Böyle olduğu içindir ki temsili demokrasiler, katılımcı demokrasi gibi “demokrasinin demokratikleştirilmesine” vurgu yapan ve temsili demokrasinin elitist olduğunu söyleyen bir literatür tarafından eleştirilmiştir. 

Tüm bu sürece rağmen demokrasilerde liyakat tartışmasının sona ermediğini söylemek mümkün. Seçmen davranışı üzerine çalışan birçok siyaset bilimci seçmenlerin kendi çıkarlarına göre oy verdiklerini, geleceği değil, günü dikkate aldıklarını, siyasal konularda yeterince bilgiye sahip olmadıklarını ve toplumu kendi çıkarlarınca yönlendirmeye çalışan demagogların manipülasyonlarına açık olduklarını ifade ediyorlar. Son dönemde ortaya çıkan popülizm literatürü de demokrasinin halkın duygularını suistimal eden demagoglarca nerelere götürülebileceğini gösteriyor. 

Liyakat tartışmasında elbette tek sorun alanı seçmenlerin siyasal bilinçleriyle ilişkili değil. Genel olarak seçilenlerin, kamuoyunu yönlendiren aktörlerin ve siyaset oluşumunda rol olan herkesin bilgi ve fazilet açısından ne kadar yetkin olduğu liyakat üzerine yazanların öteden beri üzerinde durduğu bir konu. Bu anlamda demokrasilerde liyakat tartışması siyasette karar alma süreçlerinde etkili olan tüm insanları kapsıyor. Hatta yukarıda belirtildiği üzere pratikte çoğu zaman formel eğitime sahip insanların yönetimine dönüşen temsili demokrasilerde, bu insanların topluma yaptıkları önderlik çok daha önem kazanıyor. Bu anlamda kamuoyunu yönlendirme potansiyelleri dikkate alındığında, siyasetçilerin, aydınların, kanaat önderlerinin konuşma üslupları, tavırları, bilgileri, faziletleri demokrasilerde liyakat tartışmasında çok daha fazla üzerinde durulması gereken bir konu olarak öne çıkıyor. 

Genel olarak, ister seçenlere isterse seçilenlere odaklanılsın, demokrasilerin liyakat konusunda ciddi riskler barındırdığını ve bu risklerin toplumlar için olumsuz sonuçlar üretebileceğini birçok siyaset bilimci kabul ediyor. Demokrasilerin karşılaştığı bu probleme hukuk alanında bir klasik olan 12 Kızgın Adam filminden yola çıkarak kızgın adam problemi ismi de verilebilir. 12 Kızgın Adam filmi babasını öldürmekle suçlanan bir çocuğun davasını ele alıyor ve tüm film on iki jüri üyesinin çocuğun suçlu olup olmadığına ilişkin tartışmasını gösteriyor. Filmin ismindeki kızgın adam tanımlaması akıldan ziyade önyargılarla hareket eden bir insan tipini anlatıyor. Filmin başında, jüri başkanı ilk toplantıda jüri üyelerinden oylarını belirtmelerini istiyor ve on bir kişi çocuğun suçlu olduğunu söylerken, sadece bir kişi çocuğun suçsuz olduğunu iddia ediyor. Filmin geri kalanında suçsuz diye oy kullanan jüri üyesinin diğerleriyle tartışmalarını ve onları çocuğun suçsuz olduğuna dair makul bir şüphenin bulunduğuna ikna etmesini izliyoruz. Filmin sonunda tüm üyeler çocuğun suçsuz olduğuna kanaat getiriyorlar ve bu sayede çocuk idam cezasından kurtuluyor.  

Film demokrasilerde liyakat tartışması açısından birçok dersler taşıyor. İlk olarak film kızgın adam tipolojisini yeriyor ve başkalarının hayatlarını ilgilendiren bir konuda rasyonel müzakerenin, soğukkanlı davranmanın altını çiziyor. Çocuğun suçsuz olduğunu söyleyen jüriye neden böyle düşündüğü sorulduğunda verdiği cevap bu açıdan önemli: “Sadece konuşmak istiyorum. Konuşmadan bir çocuğu ölüme göndermek benim için yeterli değil. Birinin hayatı söz konusu. Beş dakikada karar veremeyiz.” Film bu anlamda genel olarak konuşmanın, kolektif olarak bir konuda müzakere etmenin önemine vurgu yaparken, aynı zamanda bu müzakerenin kararlarımızdan etkilenenlere karşı bir ahlaki yükümlülük olduğunu da ifade ediyor. Film bu vurguyla müzakere sürecinde test edilmemiş kişisel fikirlerin ne kadar problemli kararlar (bir insanı haksız yere ölüme göndermek gibi) ortaya çıkarabileceğini net olarak gösteriyor. Başka bir deyişle, demokrasilerin dayandığı çoğunluk oyu fikrinin problemli tarafına dikkat çekiyor film. Diğer taraftan, kızgın adamların fikirlerini değiştirebileceğini de göstererek bir anlamda iyimser bir resim de çiziyor insanlar hakkında.  

Genel olarak değerlendirildiğinde, liyakatsizliğin demokrasilerin her zaman maruz kalabileceği bir risk olduğunu söylemek mümkün. Kızgın adam olmak insanoğlunun kolayca kapılabileceği bir zaaf. Ömür boyu inanılan düşüncelerin yanlış olabileceğini kabul etmek, görüşlerini gurur meselesi yapmadan bir tartışma sonucunda değiştirmek, filmde de güçlü şekilde gösterildiği üzere, herkesin kolaylıkla gerçekleştirebileceği idealler değil. Dolayısıyla demokrasilerin kızgın adamlarla imtihanının biteceğini söylemek güç. Belki burada filmden yola çıkarak söylenebilecek bir şey seçimlerimizin başka insanlar için haksızlıklara sebep olabileceği ve bu sebeple siyasi kararlarımızda ince eleyip sık dokumak gerektiğidir. Bu şekilde ulaşılması zor bir amaç olan liyakatli bir yönetime biraz daha yaklaşılabilir. 

ÖMER TAŞGETİREN

İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi. Doktorasını Georgia State üniversitesinde tamamlayan Taşgetiren, siyasal düşünceler tarihi, demokrasi teorisi, liberalizm konularında araştırmalar yapmakta ve bu konularda dersler vermektedir.