×
KÜRESEL

ANALİZ

Avrasya İçin Savaş: Bir Kez Daha!

Modern çağın bütün büyük çatışmaları, Avrasya için yapılan çatışmalardı. Bugün Rusya, Çin ve otokratik müttefikleri bir kez daha dünyanın en büyük kara parçası üzerinde destansı bir çatışmaya öncülük ediyor.
UKRAYNA'DAKİ SAVAŞIN pek çok olumlu sonucu olabilir: Kendi saldırganlığı yüzünden kan kaybeden bir Rusya, kendi gücünün ve liderliğinin merkezi önemini yeniden keşfeden bir Amerika Birleşik Devletleri, önümüzdeki tehlikeli yıllar için birleşmiş ve enerji kazanmış bir demokratik toplum. Bunun yanında çok kaygı verici bir sonuç da ortaya çıkabilir: Coğrafi yakınlıkları ve Batı'ya karşı duydukları jeopolitik düşmanlık nedeniyle birbirlerine bağlı Avrasya otokrasilerinden oluşan bir koalisyonun yükselişi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in çılgınlığı ileri demokrasileri bir araya getirirken, özgür dünyanın düşmanları tarafından yönetilen bir Avrasya Kalesi'nin inşasını hızlandırıyor.

Revizyonist otokrasiler -Çin, Rusya, İran ve daha az oranda da olsa Kuzey Kore- sadece kendi bölgelerinde güç kazanmaya çalışmıyorlar. Dünyanın en büyük kara parçasında birbirine kenetlenmiş stratejik ortaklıklar kuruyorlar ve ABD doları ile ABD donanmasının erişemeyeceği ticaret ve ulaşım ağları geliştiriyorlar. Elbette buna henüz tam anlamıyla bir otokrasiler ittifakı denemez. Yine de ABD'nin on yıllardır karşılaştığı her şeyden daha uyumlu ve tehlikeli bir düşmanlar bloğu olduğunu söyleyebiliriz.

Modern çağın bütün büyük çatışmaları, Avrasya için yapılan çatışmalardı. Düşman koalisyonlar bu süper kıtanın ve çevresindeki okyanusların hâkimiyeti için çarpıştılar. Nitekim Amerikan Yüzyılı, Avrasya Yüzyılı olmuştur: Washington'ın bir süper güç olarak hayati görevi, Avrasya'yı bölünmüş halde tutarak dünyayı dengede tutmak olmuştu. Şimdi ABD yine Avrasya'nın çeperlerinde demokratik müttefiklerden oluşan bir koalisyona, merkezi konumdaki bir grup rakibine karşı liderlik ediyor. Bir yandan da kritik öneme sahip olan ve kararsız devletler avantaj elde etmek için manevra yapıyor.

Türkiye, Suudi Arabistan ve Hindistan gibi ülkeler, sahip oldukları coğrafya ve edindikleri nüfuz sayesinde bu rekabet çağında kritik bir role sahipler. Çoğu durumda bu güçler her iki tarafa da oynamaya hazır. Dolayısıyla Avrasya sorununu kontrol altına almanın yolu ABD'nin ittifak ağları içindeki bağlarını ve bu ağlar arasındaki ilişkileri güçlendirmekten geçiyor. Ancak içinde bulunduğumuz durumu bu kadar ürkütücü kılan şey, fırsatçı kararsız devletlerin de Avrasya Kalesi ile özgür dünya arasındaki mücadeleyi şekillendirecek olmasıdır.

Avrasya uzun zamandır dünyanın kilit stratejik kırılma bölgesi oldu; çünkü ABD hariç en zengin ve en güçlü ülkelerin bulunduğu yer burası. Ve 20. yüzyılın başlarından bu yana, bu geniş kıta, jeopolitik üstünlük için yapılan kıyasıya mücadelelere sahne oldu.

Birinci Dünya Savaşı'nda Almanya, Manş Denizi'nden Kafkasya'ya kadar uzanan bir imparatorluğun peşine düştü; bu meydan okumayı geri püskürtmek için Atlantik ötesi bir demokrasiler koalisyonu gerekti. İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya ve Japonya Avrasya'nın canlı kenar bölgelerini fethederek kalbinin derinliklerine indi; daha büyük, ideolojik olarak daha çeşitli bir koalisyon dengeyi yeniden kurmak için bir araya geldi. Soğuk Savaş'ta merkezi bir konumda bulunan bir süper güç, Sovyetler Birliği, Avrasya'nın sınırlarındaki bir özgür dünya koalisyonunu alt etmeye çalıştı. Ayrıntılar değişse de Avrasya'yı yönetmek isteyenler ile denizaşırı bir süper güç de olsa onlara karşı çıkanlar arasındaki temel çatışma devam ediyor.

Soğuk Savaş zaferinden sonra Washington ve dostları Avrasya'nın tüm kilit alt bölgelerinde üstünlük sağladılar: Avrupa, Doğu Asya ve Orta Doğu. Ancak o zamandan bu yana, statükoya karşı ortak düşmanlıkları etrafında giderek daha fazla birleşen rakiplerden kaynaklanan zorluklar yeniden ortaya çıktı. Tıpkı büyük krizlerin tarihi hızlandırması gibi, Rusya-Ukrayna savaşı da yeni bir Avrasya bloğunun yükselişini hızlandırıyor.

Putin'in Ukrayna'yı işgali, Avrasya'yı güç kullanarak yeniden şekillendirmeye yönelik bir girişimdi. Eğer Rusya, Ukrayna'yı ele geçirmiş olsaydı, eski Sovyetler Birliği'nin Avrupa çekirdeğini yeniden kurabilirdi. Moskova Orta Asya'dan NATO'nun doğu cephesine kadar hâkim bir konuma sahip olacaktı. Demokrasiler moral bozucu bir yenilgi daha alırken Çin-Rusya stratejik ortaklığı yükselişe geçmiş gibi görünecekti. Bu senaryo Putin'in taarruzuyla bozuldu. Yine de savaşın son derece kutuplaştırıcı etkileri oldu.

Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore'nin hepsi güç dengesini bozmak istiyor ve ABD'yi başlıca engel olarak görüyor.

Kuşkusuz bu durum gelişmiş demokrasileri de harekete geçirdi. NATO yeniden silahlanıyor ve genişliyor. Asya'daki demokrasiler, bir bölgede başarıyla sonuçlanan bir saldırının diğer bölgelerde ölümcül maceraları teşvik edebileceği korkusuyla Ukrayna'yı destekledi ve Rusya'ya yaptırım uyguladı. Liberal değerlerle ve ABD liderliğindeki uluslararası düzene verdikleri destekle birbirlerine bağlanan ülkeler savunmalarını Doğu Avrupa'dan Batı Pasifik'e uzanan bir coğrafyada güçlendiriyor, Moskova ve Pekin'deki tiranlıklarla ekonomik ve teknolojik bağlarını yeniden gözden geçiriyorlar. ABD Başkanı Joe Biden'ın deyimiyle "özgür dünya" yeniden şekilleniyor. Ne yazık ki aynı şekilde otokratik bir koalisyon da yeniden şekilleniyor.

Moskova, Pekin, Tahran ve Pyongyang kendi bölgelerindeki güç dengesini tersine çevirmek istiyor ve Washington'u bunun önündeki en büyük engel olarak görüyor. Hepsinin endişesi ABD ve küresel çetesinin uygulayabileceği yaptırımlara ve diğer cezalara karşı savunmasız olmaları. Hepsinin hayatta kalmak için birbirlerine ihtiyacı var, çünkü ABD ve müttefikleri bunlardan herhangi birini yok ederse geri kalanlar daha izole ve savunmasız hale gelecek. Son olarak, hepsi Avrasya'da yer alıyor ve en az bir tane revizyonist devletle komşu olmasa da yakınlık içinde bulunuyor. Rusya-Ukrayna savaşı küresel gerilimi tırmandırdıkça, bu otokrasiler kendilerini korumak ve stratejik çıkar sağlamak için bir araya geliyorlar.

Bu eğilim elbette yeni değil. İran ve Kuzey Kore uzun zamandır füze teknolojisini ve kötü emellerine ulaşmak için kullanabilecekleri diğer vasıtaları birbirleriyle paylaşıyor. Çin-Rusya stratejik ortaklığı ise on yıllardır gelişerek sürüyor. Ancak savaş bu ortaklığın sarsılmasına yol açarken, revizyonistlerin yakınlaşan amaç ve kaygılarının önemini de ortaya koymuş durumda. Bu durum, dünyanın Avrasya çekirdeğindeki entegrasyonunu daha da hızlandırıyor.

Birbiriyle kesişen ve giderek daha hırslı bir niteliğe bürünen savunma alanındaki bağlantılar, Avrasya bloğunu askeri açıdan daha uyumlu hale getirdi. Rusya'nın Kuzey Kore ile askeri ilişkisi, Pyongyang'ın Moskova'ya çok ihtiyaç duyduğu topçu mühimmatını satmasıyla çift şeritli bir yol haline geldi. Bu arada CIA Direktörü William Burns'ün ifadesiyle Rusya ve İran "tam teşekküllü bir savunma ortaklığı" inşa ediyor. Bu ortaklık, Rusya'yı Ukrayna'daki çatışmalarda güçlendiren insansız hava araçları, toplar ve söylendiğine göre füzelerin transferini de kapsıyor ve gelecekte ileri teknoloji Su-35 savaş uçaklarının, hava savunma sistemlerinin ya da balistik füze teknolojisinin transferini de gündeme getirebilir. Bu da Tahran'ı ABD ve İsrail için daha zorlu bir düşman haline getirecektir.

Çin ise ABD ve Avrupa'nın yaptırımlarından korktuğu için Putin'in yürüttüğü savaşı ölümcül nitelikte askeri yardımlarla açıkça desteklemedi. Ancak Putin'in savaşı uzatmasına yardımcı olan insansız hava araçlarından bilgisayar çiplerine kadar sözde ölümcül olmayan yardımlarda bulundu. En önemli müttefiki yenilgiyle karşı karşıya olsaydı Pekin muhtemelen daha da ileri giderdi. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping'in Moskova'da Putin ile yaptığı son zirvede savunma uzmanlarının da hazır bulunması, daha büyük çaplı askeri ilişkilerin sinyalini veriyor. Halihazırda ortak tatbikatlar, silah satışları ve önemli teknolojik işbirliğini içeren bu ilişkiler, pek çok Batılı gözlemcinin on yıl önce öngördüğü çerçeveyi aşmaya devam ediyor.

İki ülke uluslararası ticarette de yeniden yapılanmaya gidiyor. Avrasya'nın kıyı denizlerinden geçen ticaret ya da silah sevkiyatları, dünyanın dört bir yanına yayılmış donanmalar tarafından ele geçirilebilir durumda. Dolara bağımlı ekonomiler ABD yaptırımlarına karşı bir o kadar savunmasız. O halde Avrasya Kalesi'nin ikinci bir yönü de demokratik engellemelere karşı güvenli ticaret ve ulaşım ağları inşa etmektir.

Çin yıllardır Orta Doğu petrolüne ve diğer önemli kaynaklara erişim sağlamak için karadan geçen boru hatlarına ve demiryollarına yatırım yaptı. Pekin şimdi de Batı'nın Moskova'ya açtığı ekonomik savaş sayesinde aciliyet kazanan bir proje olan yabancı girdilere bağımlılığı azaltarak ekonomisini yaptırımlara karşı korumaya çalışıyor.

Nitekim Özgür Rusya Vakfı'nın bildirdiğine göre, Rusya-İran ticareti Şubat 2022'den bu yana artış gösterirken, Çin "açık ara farkla" Moskova'nın en önemli ticari ortağı haline geldi. Rus petrolü ve Çin bilgisayar çiplerinin ikili ticareti artıyor; Rus firmaları yaptırımlardan kaçınırken sermaye toplamak için Hong Kong'a yöneliyor. Çin teknolojisi Avrasya'ya yayıldıkça para birimi de yaygınlaşıyor.

Bu Şubat ayında Çin Yuanı, Moskova Borsası'nda en çok işlem gören para birimi olarak doları geride bıraktı. Çin ve İran da ikili ticarette doları devre dışı bırakmayı deniyor. Berlin'deki yeni Carnegie Rusya Avrasya Merkezi'nin direktörü Alexander Gabuev, Mart ayında Bloomberg'de yazdığı yazıda şöyle diyor: "Jeopolitiğin yakın zamanda doları küresel olarak tahttan indiremeyeceği gayet açık." Ancak Eski Dünya'nın kalbinde Çin merkezli bir ekonomik ve teknolojik bloğu teşvik edebilir.

Son olarak, bu Avrasya bloğu entelektüel ve ideolojik olarak uyum içinde. Şubat 2022'deki Çin-Rusya ortak bildirisi, iki ülkenin otokratik siyasi sistemlerini savunurken ABD'yi Soğuk Savaş tarzı ittifak bloklarına direnen ülke olarak tasvir ediyordu. İranlı yetkililer Avrasya işbirliğini ABD'nin "tek taraflılığına" karşı bir panzehir olarak tanımlarken; Putin Avrasya'yı Batılı "neoliberal elitler" tarafından kuşatılmış "geleneksel değerler" açısından bir sığınak olarak görüyor. Bu anlamda mevcut savaş Putin'i Batı'dan kopardığı için, Rusya'nın yüzünü hangi yöne dönmesi gerektiğine dair süregelen tartışmayı da çözmüş oldu. Şimdilik Rusya'nın kaderi Avrasya.

Otokrasiler liginde ise gerilim hâkim: Putin'in kendisi olmasa da bazı Rus milliyetçileri, Avrasya yöneliminin nihayetinde Pekin'e ekonomik olarak tabi olmak anlamına geleceğinden endişe ediyor olmalı. Bununla birlikte, Avrasya Kalesi Washington ve dostları için hayatı çok daha zor hale getirecek.

Avrasya entegrasyonu, ABD'nin hasımlarının yaptırımlara karşı savunma gücünü de artırır. Onları düşmanlarına karşı askeri olarak güçlendirir. Rusya'nın, Çin'in Tayvan konusundaki tutumuna daha güçlü bir şekilde destek vermesi gibi geniş kapsamlı diplomatik işbirliklerine ve hatta belki de ABD'ye karşı bir savaşta birbirlerine maddi yardımda bulunmalarına yol açar. Doğu Asya'da çıkabilecek bir çatışmada Çin'e ABD'nin kanını akıtması için yardım etme fırsatı bulsa, Rusya bu fırsatı geri teper mi?

Böyle olmasa bile, Avrasya Kalesi dünyayı şiddet yanlısı bir revizyonizm konusunda daha güvenli hale getirecektir. Bu ülkeler Avrasya'daki kalelerinde kendilerini ne kadar güvende hissederlerse, birbirlerinden ne kadar çok destek alırlarsa, güçlerini çevre bölgelere -Batı Pasifik, Avrupa, Orta Doğu- ve ötesine yansıtmak için o kadar cesaret duyacaklardır.

O halde Biden, "demokrasi ile otokrasi, özgürlük ile baskı, kurallara dayalı bir düzen ile kaba kuvvetle yönetilen bir düzen arasındaki" büyük mücadeleyi tanımlarken haksız değil. Yine de bu ikilik Avrasya manzarasını tam olarak yansıtmıyor. Rusya-Ukrayna savaşı hem Avrasya Kalesi'nden hem de özgür dünyadan avantaj elde etmek isteyen ve ikisi arasındaki dengeyi etkileyen stratejik konumdaki kararsız devletlerin önemini de ortaya koydu.

Üç kıtanın kesiştiği, kaynak zengini bir bölge olan Basra Körfezi'nde, ABD'nin uzun süreli güvenlik ortakları artık çok eşliliği tek eşliliğe tercih ediyor. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ekonomik ve teknolojik olarak Çin'e doğru kayıyor. Her ikisi de Ukrayna'daki savaşı sırasında bile Rusya ile kurduğu güçlü bağları devam ettiriyor. Komünizm karşıtlığı bir zamanlar bu monarşilerin Washington'la ilişkilerinde ideolojik bir tutkal işlevi görüyordu. Ancak bugün modernleşen otokrasiler, siyasi açıdan ABD'den çok rakipleriyle ortak noktalara sahip.

Batı'ya göre, Türkiye iki denizin ve iki kıtanın kesiştiği noktada yer alıyor ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da aynı şekilde ikili bir oyun oynuyor. Ankara NATO'nun korumasından yararlanırken Rus hava savunma sistemlerini ithal ediyor; Ukrayna'yı desteklerken Moskova'nın yaptırımlardan kaçmasına yardımcı oluyor ve Kafkasya'dan Afrika Boynuzu'na kadar uzanan çatışmalarda çoğu zaman ABD'nin çıkarlarına ters düşen kilit bir oyuncu olma politikasını devam ettiriyor. Başka bir deyişle, Türkiye'nin nasıl hizalanacağı konudan konuya değişkenlik gösteriyor.

Bir de Güney Asya var. Bir zamanlar ABD'nin kritik bir ortağı olan Pakistan, şimdi kendisini Hint Okyanusu'na açılan bir kanal olarak gören Pekin'e meylediyor. Hindistan ise tam tersine Çin'e karşı korunmak için Washington'a yöneliyor. Ancak silah ve enerji için hala Rusya'ya güveniyor. İdeoloji ve kişisel çıkarlarını göz önünde bulunduran Hindistan için büyük güçler arasında gezinmek, herhangi birine bağlanmaktan daha konforlu. Yeni Delhi'nin artık geri dönemeyeceği bir şekilde seçimini yaptığını düşünmek hata olur: Başbakan Narendra Modi, Pekin iki ülkenin ortak sınırındaki baskıyı azaltırsa Çin ile arasını yumuşatabilir. Avrasya çevresindeki, Endonezya'dan Mısır'a kadar uzanan diğer ülkelerin yaklaşımları daha da istikrarsız.

Kararsız devletler çeşitlilik gösterse de ortak noktalar dikkat çekicidir. Hiçbiri zengin, ekonomik olarak gelişmiş demokrasiler arasında yer almıyor. Hepsi, seçeneklerini göz önünde tutmak ve her birinden mümkün olan en iyi anlaşmaları elde etmek umuduyla rakip koalisyonlar arasında manevra yapmayı tercih ediyor. Hepsi de Putin'in Ukrayna'yı işgali karşısında en iyi ihtimalle ikircikli davrandılar çünkü Moskova ile ilişkilerine değer veriyorlar ve kutuplaşmış jeopolitiğin diplomatik esnekliği engelleyeceğinden endişe ediyorlar. Ve hepsi de dünyanın merkezi kara kütlesi etrafındaki güç yapılanmasını anlamlı bir şekilde etkileyebilir.

Bu kararsız devletlerin her biri, yaptırımların etkisini azaltmaya yardım etti ve böylece Putin'in Ukrayna'daki savaşını desteklemiş oldu. Suudi Arabistan bunu en çarpıcı şekilde 2022'nin sonlarında, fiyatları ve Moskova'nın gelirlerini yükselten petrol üretim kesintileri yoluyla yaptı. Bu tercihlerin başka kritik sonuçları da var.

BAE, topraklarında bir Çin üssüne ev sahipliği yapmaya ve böylece Pekin'in askeri gücünü hassas bir bölgeye yerleştirmesine yardımcı olmaya doğru ilerliyor olabilir. Suudi Arabistan, Pekin'in arabulucuk ederek Tahran'la arasını az da olsa yumuşatması için, Çin'in Basra Körfezi'ndeki diplomatik gücünü memnuniyetle karşıladı. Güney Asya'da Pekin'e sıkı sıkıya bağlı bir Pakistan bulunursa, Çin "Malakka ikilemi"nden çok daha kolay kaçar (Çin'in batıya doğru yaptığı ticaretin çoğu, kontrol etmediği dar bir boğazdan geçiyor). Hindistan'ın kararları, teknolojik etkinin ve üretim kapasitesinin küresel dağılımını etkiliyor. Özellikle üretim kapasitesi, büyük güçler arasındaki savaş tehdidi arttıkça önem kazanıyor. Bu da Çin'in denizde dışa doğru ilerlerken karada ne kadar sorunla karşılaşacağını belirleyecek. Türkiye'nin tercihleri ise Putin'in karşılaşacağı ekonomik baskı düzeyini, NATO'nun gücünü ve dayanışmasını ve Orta Asya'dan Orta Doğu'ya uzanan jeopolitik manzarayı etkileyecek.

Kararsız devletler için verilen mücadele sadece küresel bir popülerlik yarışması değil. Aynı zamanda Washington'un Avrasya Kalesi'nin etrafına örmesi gereken savunma hattının sağlam mı yoksa çürük mü olduğunu belirleyecek bir süreç.

1944 yılında Japonya, Nazi işgali altındaki Avrupa'ya altın, tungsten ve diğer malzemeleri taşıyan bir denizaltı gönderdi. Bu bir intihar göreviydi: Denizaltı Asya ve Afrika'da binlerce mil yol kat ettikten sonra Biscay Körfezi yakınlarında ABD uçakları tarafından batırıldı. Berlin ve Tokyo dünyayı yeniden şekillendirmek için savaşıyordu ama coğrafyanın acımasızlığı işbirliğini imkânsız kılıyordu.

Günümüz revizyonistlerinin böyle bir sorunu yok. Avrasya otokrasilerinin konumu sadece yeni kırmızı bloğun haritada korkutucu görünmesini sağlamıyor. ABD'nin asimetrik gücünü azaltmalarına ve dış dünyaya karşı sırt sırta savaşmalarına yardımcı oluyor. Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, coğrafi olarak dağınık bir özgür dünya, coğrafi olarak uyumlu bir koalisyonla karşı karşıya. O zaman olduğu gibi şimdi de küresel meselelerde kararsız oy kullanabilecek üçüncü bir grup var.

ABD, Avrasya Kalesi'nin yeniden şekillenmesini kolay kolay tersine çeviremez; çünkü bu süreç, güçlü ortak çıkarların ve Ukrayna'daki savaşın yarattığı keskinleşen küresel gerilimlerin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Teorik olarak, Washington belki bir ya da daha fazla üyeyle uzlaşarak koalisyonu dağıtabilir. Pratikte böyle bir uzlaşma mümkün olsa bile, Washington'un küresel sorunlarını daha da kötüleştirecek tavizler vermesi gerekecektir (örneğin Ukrayna'yı ve Doğu Avrupa'nın bazı bölgelerini Moskova'ya terk etmek gibi). Geriye çift taraflı bir çözüm kalıyor.

ABD'nin Doğu Asya ve Avrupa'da kendisine muazzam bir koz bahşeden ittifak blokları var. Toplamda, ABD ve anlaşmalı müttefikleri, ekonomik, diplomatik ve askeri olarak düşmanlarından daha güçlüdür. Bu nedenle ilk yapılması gereken, Avrasya'nın tehlike altındaki sınırlarını belirleyen ittifakları güçlendirmek ve bu ittifaklar arasındaki bağları kuvvetlendirerek herhangi bir yerdeki saldırganlığın giderek daha küresel bir karşılık bulmasını sağlamaktır.

Hakkını vermek gerekirse Washington, Japonya ve Filipinler ile ittifakları sıkılaştırarak, NATO'nun doğu cephesini güçlendirerek ve AUKUS gibi birçok bölgede benzer düşünen demokrasileri birbirine bağlayan ortaklıklar kurarak bu stratejiyi uyguluyor. Bundan sonra ise özgür dünyanın savunmasını tehditlerin en şiddetli olduğu yerlerde daha da güçlendirmek lazım. Bunun için belki de ABD-Japonya-Avustralya üçlüsünün Çin saldırganlığına karşı koymaya dair kararlılığını sürdürmesi ya da Avrupalı güçlerin Batı Pasifik'teki bir çatışmaya askeri ya da ekonomik olarak nasıl karşılık verebileceğine dair ciddi planlar yapması gerekebilir. Bunun önündeki engeller hiç de yabana atılacak gibi değil. 2024'te ya da sonrasında gerçekleşecek bir ABD başkanlık seçiminde tek taraflı, "Önce Amerika" diyen bir yönetimin iş başına gelmesi meseleleri daha da karmaşık hale getirebilir. Ancak, şu an için, görev bilindik bir ittifak yönetiminden ibaret ve Biden'ın özgür dünya çerçevesine rahatça uyuyor.

Kavramsal olarak daha zorlayıcı olan ikinci zaruret ise şu: Kararsız ülkelerle olan stratejik yakınlaşmayı azami düzeye çıkarırken, en çok zarar göreceği yerlerde ayrışmayı en aza indirmek. Bu ülkeler kararsız kalmakta haklı oldukları için, zorlu ve çoğu zaman tatmin edici olmayan bir görev söz konusu.

Esas olanı önemli olandan ayırmak, yani ABD'nin Avrasya dengesinde kayda değer bir değişiklik olmasını engellemek için elindeki kozu saldırgan bir şekilde kullanması gereken meseleleri belirlemek gerekecek. Örneğin, Çin askeri üslerini Basra Körfezi'nden uzak tutmak gibi. Sonuç olarak, ahlaki tavizlerin (ve kısa vade ile uzun vade arasındaki farkların) ileri demokrasilere kıyasla kararsız devletlerle ilişkilerde daha keskin olacağını kabul etmek gerekir.

ABD, Suudi Arabistan'ı dışlayabilir ya da Hindistan'a iç politika konularında doğrudan müdahale edebilir ama bunu stratejik öneme sahip konularda işbirliğini tehlikeye atmadan yapamaz. Bu da Washington'un mesajını hedef kitlesine göre uyarlaması gerektiğini göstermektedir: Revizyonist dörtlü için egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve rejim tipinden ziyade davranışları yüzünden tehdit altında olan diğer normların vurgulanması, demokratik normlara yapılan çağrılara kıyasla daha etkili olacaktır.

Tüm bu noktalar, kararsız devletlerle yürütülen diplomasinin açık bir şekilde alışverişe dayalı olduğunu gösteriyor. ABD-Suudi arasındaki özel ilişki tarih oldu ve Yeni Delhi'deki demokratik dayanışma çağrıları Washington'u pek de ileri taşımayacak. ABD'nin Suudi Arabistan, Hindistan ve diğer oyunculara gerçek faydalar sunması ve kararsız devletler ABD'nin önemli çıkarlarına aykırı dış politikalar yürüttüğünde bu faydaları esirgeyerek işbirliği satın alması gerekecek. 

ABD, kararsız devletleri diplomatik tercihleri nedeniyle düzenli olarak cezalandırırsa, kararsızlığı düşmanlığa dönüştürme riski taşır; bunu asla yapmazsa, tüm kozlarını kaybetme riski taşır. Yine de bu çok zor bir dengeleme eylemi olduğu için, nihayetinde, temel saikleri zaman içinde değiştirmek önemlidir. 

Putin’in savaşı, Rusya’nın savunma sanayisini zayıflatarak Türkiye, Hindistan, Vietnam ve diğer devletlerin Moskova’nın askeri tertibatından uzaklaşmasına yardımcı oldu. Bu sayede bu ülkeler jeopolitik meselelere ilişkin hesaplarını değiştirme fırsatı buldular. Hindistan’ın Basra Körfezi ile ekonomik bağlarını teşvik etmek de aynı şekilde Çin ticaretine ve parasına olan bağlılığı azaltabilir. Bir asırdan biraz fazla bir süre içinde dördüncü kez Avrasya üzerinde destansı bir çatışma yaşanıyor. Bunu kazanmak için Amerika Birleşik Devletleri’nin özgür dünyadaki müttefiklerini toparlarken aynı anda asla kendine taahhütte bulunmayan ülkeleri de etkilemesi gerekiyor.


Bu yazı, Foreign Policy’de “The Battle for Eurasia” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.