×
TÜRKİYE

ANALİZ

Türkiye'de İttifak Siyasetleri

Bugün Türkiye’de siyasetin, partiler arası “ittifak oyunları (game of alliance)” etrafında yoğunlaştığından söz etmek mümkün.
GERİDE BIRAKTIĞIMIZ 2020 yılının ikinci yarısı için muhalefet partilerinin karşılıklı ziyaret ve ikili siyasi temasları, Türkiye siyasetinin aşina olduğu gelişmelerdendi. Ancak yılın son haftaları itibariyle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bazı muhalefet partileriyle arka arkaya gerçekleştirdiği siyasi temaslar, siyaset gündeminde yoğun bir ilgi ve tartışma konusu haline geldi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan aralık ayının ortasından başlayan ve 2021'in ilk haftalarına uzanan dönemde bazı siyasi parti lider ve temsilcileriyle yoğun bir görüşme trafiği gerçekleştirdi.

CHP ve İYİ Parti gibi ana muhalefetin ağırlık merkezinde duran partiler, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu görüşmelerini, "eriyen tabanı toparlamaya ve genişletmeye, iktidar ittifakını güçlendirmeye, hasılı seçimlere, seçim kazanmaya yönelik bir siyasi hamle ve arayış" olarak değerlendirdi. AK Parti kanadından ise Erdoğan'ın söz konusu temasları için "Türkiye ittifakı" yaklaşımına vurgu yapan değerlendirmeler geldi. Bu çerçevede söz konusu görüşmelerin "milletin birliği, vatanın bölünmez bütünlüğü, devletin egemenliği, bayrak, bağımsızlık gibi siyaset üstü konularda Türkiye'nin yanında duran herkesle" yapılabilecek görüşmeler olduğuna işaret edildi. "Sosyal ve siyasi olanı birbirine yakınlaştırma, birleştirme" adımı olarak yorumlandı.

Erdoğan’ın söz konusu görüşme trafiği ve sonrasında yapılan siyasi değerlendirmeler, Türkiye siyasetinde ittifaklar konusunu yeniden gündemin ilk sıralarına taşıdı. İktidar ve muhalefet cephelerinin siyasi ittifak süreçlerine ilişkin taktik ve senaryolarını ülke gündeminin merkezine yerleştirdi.

Siyasi partiler ittifak süreçleri bağlamında ne yapmaya çalışıyor? İktidar kanadının hedefi ne, istediği hedeflere ulaşması mümkün mü? Muhalefet cephesinin ittifaklarla ilgili performansı ne durumda, neyi nasıl yapmalı? Türkiye siyaseti ittifak ilişkileri bakımından nereye gidiyor? Olası senaryolar neler? Bunlar ve bunlara benzer sorunlar, ittifaklar gündeminde birbiri ardına patlayan tartışma mühimmatlarıydı. 

Her şeyden önce bu kritik sorulara verilecek yanıtların geri planda Türkiye siyasetinin yapısal niteliklerine, o yapı içerisinde siyasi partilerin konumlarına ilişkin genel bir çerçeveden hareket etmeyi gerekli kıldığını söylemek mümkün.

Türkiye Siyaseti: Yapısal nitelikler

Türkiye'de ittifak tartışmalarının üzerinde yürütüldüğü mevcut siyaset yapısının 2000-2018 arasındaki yapısal dönüşümler etrafında şekillendiği; bu arada yapılan anayasal ve yasal reformların Türkiye siyasetinin temel niteliklerini güncellediği söylenebilir.

Öncelikle bu dönemde gelen yapısal dönüşümlerle Türkiye'de kurumsal olarak sivil askeri bürokrasi merkezli siyaset yapısının bütünüyle sivil siyaset kurumlarına dayalı bir yapıya evrildiği ve sivil bir nitelik edindiği ifade edilebilir.

Sivil siyaset merkezli bu dönüşümle birlikte, siyasetin artık doğrudan sosyal gruplar arası ilişki, mücadele ve rekabet etrafında şekillenmeye başlaması Türkiye siyaset yapısının bir diğer temel niteliği olarak belirmiştir.

Fakat öteden beri Türkiye’de toplumsal alanın kültürel kimlik olarak heterojen, bölünmüş, çoklu bir yapıya sahip oluşu; bu çoklu sosyal gruplar arasında sivil toplum, siyasal alan ve iktidar alanı düzeylerinde kültürel kimliklere dayalı tarihsel bir rekabetin varlığı, Türkiye siyaseti için ittifak süreçlerini bir diğer temel özellik olarak öne çıkarmıştır. Dolayısıyla yeni sivil, çoklu siyaset yapısı içerisinde sosyo –politik gruplar arası siyasi ittifakların, Türkiye’de siyaset ve iktidar süreçlerinin şekillenmesinde kilit rol üstlendiğini öne sürmek mümkündür. Bu durumun, Türkiye siyasetindeki sosyo – politik gruplar için anlamı şudur: Her hangi bir sosyo – politik grubun, siyaset ve iktidar alanında etki, nüfuz ve güç kapasitesi geliştirebilmesi için diğer gruplarla ittifak yapması kaçınılmaz hatta zorunludur.

Bu kapsamda 2000-2016 arasındaki yapısal dönüşümlerle sosyal gruplar ve siyasi partiler için defact olarak doğal ve zorunlu hale gelen ittifak ilişkileri, 2018 yılında yapılan düzenlemeyle,  yasal ve kurumsal bir çerçeveye kavuşturulmuştur.

Siyaset ve ittifak eksenleri

Bu noktada kritik soru galiba şu: Bu ittifak ilişkileri nasıl kurulmaktadır; bu ilişkileri etkileyen, yönlendiren bir takım temel siyasal ayrışma – yakınlaşma hatlarından söz edilebilir mi? Başka bir ifadeyle Türkiye’de sosyal gruplar arası siyasi ittifak ilişkileri nasıl, hangi temel dinamikler etrafında gelişmekte ve şekillenmektedir?

Bu konuda Türkiye’de siyasi ittifakların belli ittifak eksenleri etrafında şekillendiğini öne sürmek mümkündür. Bu eksenler genel hatlarıyla “kimliksel eksenler” ve “normatif eksenler” şeklinde kategorize edilebilir. Kimliksel eksenlerin, “dinsellik ekseni” ve “etniklik ekseni”nden oluştuğu söylenebilir. Dinsellik ekseni, sosyo politik grupların dine yaklaşımlarına ve dinle kurdukları ilişki biçimine bağlı olarak kendi içerisinde İslamilik – sekülerlik hatlarından oluşur. Bu hatlar toplumsal-siyasal alanda İslamilik ve sekülerlik temelinde kültürel kimliklerin gelişimini ifade eder. Etniklik ekseni ise kendi içerisinde sosyo politik grupların etnik niteliklerine ve duyarlılıklarına bağlı olarak Türklük – Kürtlük hatlarını anlatır. Bu iki hat, toplumsal – siyasal alanda Türklük – Kürtlük temelindeki kültürel kimlik ayrımlarını şekillendirmektedir.  

Diğer taraftan ittifak ilişkilerini şekillendiren bir diğer eksen grubunu, normatif eksenler oluşturuyor. Normatif eksenlerin genel olarak, “egemenlik ekseni” ve “meşruiyet ekseni” olmak üzere iki temel eksenden oluştuğu söylenebilir. Egemenlik ekseni, egemenlik yetkileri olarak yasama-yürütme-yargının nereden hareketle, hangi temel norm etrafında tanımlanacağına bağlı olarak kendi içerisinde “otorite ve özgürlük” hatlarıyla şekillenir. Meşruiyet ekseni ise siyasal meşruiyetin hangi temel normdan hareketle tanımlanacağı sorusuna bağlı olarak kendi içerisinde” küresellik ve yerlilik” gibi iki karşıt hattı ifade eder.

Türkiye’de genel hatlarıyla ittifak ilişkileri ve siyasetlerinin,  söz konusu ittifak eksenleri etrafında biçimlendiği söylenebilir. Bu ittifak eksenleri sosyal gruplar arasında, dönemsel siyasi koşullara dayalı olarak hem ayrışma hem de çekim alanları üretmekte. Belli gruplar arasında dönemsel olarak bir ittifak ekseni “itici bir kuvvet” oluştururken, başka bir ittifak ekseni “çekim kuvveti” oluşturabilmektedir. Yine Türkiye siyasetinde kimliksel eksenlerin birbirini ittiği grupları, dönemsel olarak normatif eksenler birbirine yaklaştırabilmektedir. Örneğin etniklik ekseni, iki grubu birbirinden uzaklaştırırken, egemenlik ekseni aynı iki grubu birbirine yaklaştırabilmektedir. Veya dinsellik ekseninde birbirine yaklaşabilen iki grup, egemenlik ekseninde birbirinden ayrışabilmektedir.

Türkiye’de bu iki temel ittifak eksenlerinin dışında, dönemsel somut politikalara bağlı olarak daha sınırlı düzeyde işleyen “politika ekseni” nden söz etmek mümkündür. Somut politikalara dayalı bu ekseninin genel olarak etkinlik düzeyinin politika bazlı olarak biçimlenen, daha sınırlı, kırılgan, dolaylı ve düşük yoğunluklu bir ittifak / etkileşim ilişkisi ürettiği söylenebilir.

İktidar ittifakı: AK Parti ve MHP

İşte bu ittifak ağları ve 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimi sonrasında oluşan yeni siyasi atmosfer içerisinde Türkiye’de dini muhafazakar grupların ana gövdesini temsil eden Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ile milliyetçi sosyal grupları temsil eden MHP, normatif ittifak eksenleri etrafında bir araya gelerek cumhur ittifakını oluşturdu. Cumhur ittifakı 2018’de yapılan seçimlerle hem siyasi iktidarı hem de parlamento çoğunluğunu elde etti. Dolayısıyla hem siyaset hem de iktidar alanını güçlü bir şekilde etkileme ve yönetme imkanı yakaladı.

AK Parti ve MHP arasında kurulan bu iktidar ittifakının, esas itibariyle normatif düzeyde, egemenlik ve meşruiyet eksenleri üzerinde şekillendiği söylenebilir. Bu noktada söz konusu iktidar ittifakının, egemenlik ekseni üzerinde otorite hattı; meşruiyet ekseni üzerinde ise yerlilik hattı bağlamında biçimlendiğini söylemek mümkündür.  Bu kapsamda AK Parti – MHP ittifakı, geçen iki yıl içerisinde, egemenlik ekseni üzerinde siyaset ve iktidar alanının “devlet otoritesi, devletin bekası ve güvenliği, güçlü iktidar, merkezi yönetim, iktidar yetkisi” gibi siyasi otoritenin gücüne, iktidarın yetkisine, devletin otoritesine referansla tanımlanmasına dayalı bir tarz, söylem ve vizyon izleyecektir.

Aynı şekilde meşruiyet ekseni etrafında da, genel olarak “dış güçlere, yabancı planlara, küresel lobilere ve küresel güç merkezleri olarak ifade edilen Batılı güçlere” karşı sert, eleştirel, gerilimi ve meydan okumayı tercih eden “yerlilik ve milliliğe” dayalı bir siyasi meşruiyet çizgisini benimseyecektir. Daha çok otorite / yetki kullanımına ve dışa karşı meydan okumaya dayalı bu siyaset ve vizyonun, iktidarın özellikle ekonomi, hukuk ve dış politika kulvarları için ana koordinatları tanımladığı söylenebilir.

Ne var ki iktidarın bu otorite ve yerlilik hattına dayalı siyaset vizyonunun, geride kalan iki yıl içerisinde özellikle adalet, hukuk ve küresel ilişkiler bağlamında muhalefet alanı için büyük bir açık ve boşluk oluşumuna yol açtığından söz edilebilir. Bu, açıkça muhalefet alanı lehine adalet, demokrasi, hukukun üstünlüğü, sınırlı iktidar bağlamında geniş bir siyaset yapma alanının oluşması anlamına geliyor. Ayrıca geçen iki yıl içerisinde otorite ve yerlilik hattına dayalı siyasetin, ekonomi, hukuk ve dış politika alanında ürettiği olumsuz sonuçlarla, iktidarın dayandığı normatif zeminin gücünü/etkisini büyük oranda yıprattığı söylenebilir. Bu durumunsa geçen iki yıl içerisinde hem siyasi iktidarın kendi içerisinde çözülmeler yaşamasına hem de toplumsal tabanla arasındaki dinamik temsil ilişkisinin büyük oranda aşınmasına yol açtığı ifade edilebilir.

Öte taraftan Kasım 2020 itibariyle ekonomi, hukuk, dış politika alanlarında iki yıldır izlenen otorite ve yerlilik temelli politikalardan, oralarda yaşanan olumsuzluklar ve ortaya çıkan zorluklar dolayısıyla vazgeçilmesi; hızlı bir şekilde demokrasi, reform söylemine dönülmesi, belli ölçülerde cumhur ittifakını mümkün kılan siyasi zemini de kırılganlaştırmıştır. Bu noktada cevabı aranan kritik soru, cumhur ittifakının otorite ve yerlilik hattında kalarak demokrasi ve reform siyasetini ne düzeyde gerçekleştirebileceği ya da demokrasi ve reform siyaseti içerisinde otorite ve yerlilik vurgusunu ne kadar taşıyabileceğidir.

Muhalefetin durumu: CHP, İYİ Parti ve “Diğerleri”

İttifak ilişkileri ve ittifak siyasetleri bakımından muhalefetin durumunun biraz karmaşık, dolaylı, belli açmazları içerisinde barındıran bir nitelik taşıdığını söylemek mümkün. 

Muhalefet alanında 2018 itibariyle ana omurgasını Kemalist ulusalcı sosyal çevreleri temsil eden Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve milliyetçi sosyal çevreleri temsil eden İYİ Parti’nin oluşturduğu millet ittifakı kurulmuştu. İslami muhafazakar kesime yaslanan Saadet Partisi (SP) de bu ittifakın içerisinde yer aldı. Millet ittifakının ana omurga itibariyle kimliksel eksende ve esas olarak milliyetçilik / ulusalcılık (Kemalist ulusalcılık, seküler milliyetçilik) hattı üzerinde şekillenen bir nitelik taşıdığı; SP’nin bu ittifaka daha çok “iktidar eleştirisine” dayalı normatif bir hat üzerinden dahil olduğu söylenebilir. 

Diğer yandan muhalefet alanında yer alan Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin, siyasi olarak millet ittifakı zeminiyle etkileşim geliştirme imkan ve eğilimi taşıdığını söylemek mümkün. Ancak HDP için millet ittifakına katılma süreçleri açısından kendi içerisinde iki temel açmaz taşıdığı öne sürülebilir. Bu açmazlardan ilki kimliksel düzeyde bir açmazdır. İkincisi ise normatif / ilkesel bir açmazdır. Millet ittifakına katılma süreçleri açısından HDP’nin taşıdığı kimliksel açmaz, izlediği Kürt milliyetçiliğine dayalı siyasetin, millet ittifakı içerisinde CHP ve İYİ Parti’yi bir araya getiren Türk milliyetçiliği ve ulusalcılığa dayalı kimliksel eksenle tam olarak örtüşmemesidir. Normatif eksendeki açmazı ise şiddet ve terör örgütü PKK’dan uzaklaşamadığı için HDP, millet ittifakı ile sekülerlik hattı ve (iktidar eleştirisine dayalı) özgürlükler hattı üzerinde doğrudan buluşma imkanını kullanamamaktadır.

Diğer taraftan 2020 itibariyle siyaset ve muhalefet alanına dahil olan Gelecek Partisi ve Deva Partisi. AK Parti’den kopan ve seçmen çevresi İslami muhafazakar gruplara yaslanan bu iki parti, millet ittifakı için bir yandan normatif düzeyde önemli bir avantaj, imkan ve açılımı ifade ederken; diğer taraftan da kimliksel düzeyde belli açmazlarla karşı karşıyadır.

Avantaj ve imkandan başlayalım. Gerek Gelecek Partisi gerekse Deva Partisi, esas itibariyle (milliyetçilik-ulusalcılık) kimliksel ekseninde biçimlenen millet ittifakının normatif eksene kaymasına, ittifakın özgürlükler ve küresellik hattında bir siyasi karakter kazanmasına daha dinamik bir etki sunabilir. Zira yola çıkış hikayeleri itibariyle bu iki partinin, millet ittifakıyla sağlıklı bir ilişki kurabileceği ana ittifak zemininin normatif düzeyde özgürlükler ve küresellik hattı olduğu söylenebilir.

Kimliksel düzeydeki açmaza gelince: Her iki parti de bir taraftan millet ittifakını tanımlayan kimliksel zeminle tarihsel olarak mesafeli İslami muhafazakar çevrenin rahatlıkla bu ittifaka yönelme kanalı ve imkanını oluştururken; diğer taraftan içinden geldikleri dini muhafazakar kimlik, oraya dair söylem, öncelik ve yaklaşımlar, söz konusu iki partiye, millet ittifakına kimliksel düzeyde katılma konusunda önemli bir engel oluşturmaktadır. Örneğin bu iki partinin “dine saygılı laiklik” söylemi veya başörtüsüyle ilgili tarihsel beyanları millet ittifakı çevrelerinde kolaylıkla kimliksel bir tepkiye sebep olabilmektedir. Ayrıca, anket sonuçlarına göre bu iki partinin toplumsal tabanlarının görece zayıf olması da millet ittifakının siyasi karakterini kendi normatif öncelikleri (özgürlükler – küresellik) ve kendi kimliksel nitelikleri (İslami-muhafazakarlık) etrafında etkileme, bu çerçevede ittifaka ağırlığını koyma kabiliyetini sınırlandırmaktadır. 

Dolayısıyla sahip oldukları farklı kimliksel niteliklerin, muhalefet alanındaki siyasi partiler için iktidarın boş bıraktığı özgürlükler ve küresellik hatları üzerinden normatif eksende ortak, sağlam ve etkin bir ittifak oluşturma kapasitelerini sınırlandırdığı söylenebilir. Sahip oldukları kimliksel özellik, vizyon ve hassasiyetlerin, bu partilerin doğrudan ve topluca özgürlükler - küresellik hattına yönelmelerini zorlaştırdığı ifade edilebilir. Bu çerçevede muhalefet alanındaki ittifak süreçlerinin dolambaçlı, parçalı, kimi atlama taşlarına, tarihsel parantezlere ihtiyaç duyan ve dolaylı ilişkilere dayanan, normatif düzeyde kırılgan bir nitelik taşıdığını ifade etmek mümkün. Bu haliyle de muhalefet alanındaki ittifak süreçlerinin, özgürlükler-küresellik temelinde normatif ve tutarlı bir ittifak ağı geliştirmekten öte, “yapılacak ilk seçimde iktidarı yenilgiye uğratmak” gibi sınırlı bir “politika eksenine” dayandığı öne sürülebilir.

Son durum: İttifak siyasetleriyle nereye?

Gerek iktidar alanındaki siyasi partiler gerekse muhalefet alanındaki partiler, mevcut siyaset yapısı ve ittifak ağları içerisinde, ittifak senaryolarını gerçekleştirmeye odaklanmış vaziyette. Bu noktada partilerin, sahip oldukları imkanlar etrafında, bir taraftan siyasi ve toplumsal olarak kendi ittifak cephelerini güçlendirmek ve tahkim etmek diğer taraftan da karşı cephenin zayıflaması ve çözülmesi üzerine bir siyaset izledikleri söylenebilir. Dolayısıyla bugün Türkiye’de siyasetin ittifak siyasetleri etrafında biçimlendiğinden söz etmek mümkün.

Bu çerçevede iktidar alanında AK Parti ve MHP’nin siyaseti “Türkiye ittifakı ile buna dahil olmayanlar (‘zillet ittifakı’)” arasındaki iktidar ilişkisi olarak tanımlamaya yönelerek kendi ittifak alanını genişletme ve güçlendirme siyaseti izlediği ifade edilebilir. İktidar kanadının aralık ve ocak aylarındaki siyasi temaslarını bu kapsamda değerlendirmek mümkün. Buna karşılık muhalefet çevresininse siyaseti demokrasi ile otokrasi arasındaki bir iktidar ilişkisi, bir hayat memat mücadelesi olarak kavramlaştırmaya, dolayısıyla siyaseti “demokrasi - otokrasi denklemi”ne yerleştirmeye çalışarak kendi ittifak alanını toparlamaya ve tahkim etmeye öncelik verdiği söylenebilir.

Bütün bu ittifak siyasetlerinin Türkiye siyasetine ilişkin iki kritik problemi ortaya çıkardığını ifade etmek mümkün. İlki Türkiye siyasetinde sosyal / siyasi gruplar arası “siyasal cemaatleşme” eğiliminin giderek güçlenmesi. Dolayısıyla Türkiye’de siyasetin sert kimliksel sınırlar içerisinde yürütülmesi. İkincisi, siyasal cemaatleşmenin bir sonucu olarak toplumsal alan - siyasal alan, sosyal gruplar - siyasi partiler arasındaki ilişkide, siyasal alanın / siyasi partilerin tek taraflı etki, nüfuz ve yönlendirme kapasitesinin genişlemesi. Daha kritik noktaysa şu: Türkiye siyasetine halihazırda hakim olan ittifak siyasetleri, söz konusu iki problemin fark edilmesinin önünde kalın bir perde oluşturmakta.

ŞÜKRÜ MUTLU KARAKOÇ

Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi’de, yüksek lisansını İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde tamamladı. Doktorasını İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yaptı. Karşılaştırmalı siyaset, siyasi sistemler, siyaset sosyolojisi, Türkiye siyaseti ve muhafazakar siyaset konularıyla ilgileniyor.