ANALİZ
ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi: Bildiğimiz Amerika’nın Sonu!
Trump yönetiminin yayınladığı yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, etno-milliyetçi bir bakışa dayanıyor; İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Amerika Birleşik Devletleri dış politikasını tanımlayan değerler, ilkeler ve hedeflerden keskin bir kopuşu temsil ediyor.
ABD BAŞKANI Donald Trump yönetiminin yayınladığı yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Amerika Birleşik Devletleri dış politikasını tanımlayan değerler, ilkeler ve hedeflerden keskin bir kopuşu temsil ediyor. Ancak belgenin içeriği – ekonomik ve ticari çıkarların her şeyin üstünde tutulmasından demografik kaygılara ve göçmenlerin şeytanlaştırılmasına kadar – bir strateji olarak nitelendirilemez.
Yeni Ulusal Strateji Belgesine Tematik Bakış
Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS), ABD dış politikasında ideolojik ve esaslı bir değişime işaret ediyor. Yönetim, son derece pragmatik ve belki de dar görüşlü bir "Önce Amerika" dış politika doktrini tanımlamaya çalışıyor. Örneğin, demokrasi gündemi açıkça sona ermiş durumda. Dış politika tercihleri, Amerika Birleşik Devletleri'ni daha güçlü ve müreffeh kılan şeylere göre yapılacak. Bu açıkça Amerikan halkının oy verdiği şey, ancak bugünkü bencil tercihler çok daha yalnız, daha zayıf, daha parçalanmış bir geleceğe yol açabilir. Bu, dünyanın işleyiş biçimiyle ilgili kritik bir an.
Yeni stratejide iki unsuru belirgin bir şekilde öne çıkıyor: Ekonomik büyüme ve demokrasi stratejisinin açıkça sona erdirilmesi.
Belge, "demografik ve kültürel değişimi varoluşsal bir felaket olarak deneyimliyor." Bir siyasi hareket, "dünyasının sonunun geldiğine ikna olduğunda", "kalıcı ilişkiler kurmak" gibi "gelecek nesil için plan yapmaz". "Yıkıp geçer."
Ulusal strateji, "işçi sınıfının gönlünü kazanmaya çalışıyormuş gibi" davranırken, aslında "düzenlemelerden ve vergilerden kaçınmak isteyen finansörlere ve teknoloji milyarderlerine hizmet etmektedirler."
Belge, 19. yüzyılda Avrupa'nın Amerika kıtasındaki sömürgeleştirme ve müdahalesine karşı çıkan bir ABD politikası olan Monroe Doktrini'ni güçlendirerek "Batı Yarımküre'de Amerikan üstünlüğünü yeniden tesis etmeyi" amaçlıyor. Bu girişim, yarımküredeki yabancı etkiyi caydırmanın yanı sıra, uyuşturucu ticareti ve düzensiz göçle mücadeleyi destekleyecek ve "özel ekonomileri" teşvik edecektir. Belgede, "İlkelerimiz ve stratejimizle genel olarak uyumlu olan bölge hükümetlerini, siyasi partilerini ve hareketlerini ödüllendirecek ve teşvik edeceğiz" ifadesi yer alıyor. Ayrıca, "Yarımküre dışındaki rakiplerin, bizim Yarımküremizde kuvvet veya diğer tehdit edici yetenekler konuşlandırmalarını veya stratejik olarak hayati öneme sahip varlıklara sahip olmalarını veya bunları kontrol etmelerini engelleyeceğiz" deniyor.
Trump yönetiminin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, Avrupa ile ilişkisini ele alırken esas olarak "medeniyetçi" bir yaklaşım öneriyor. Bu ideolojik çerçeve, geçmişteki herhangi bir Amerikan yönetimin Avrupa'ya bakış açısından radikal bir şekilde farklı. Ulusal Güvenlik Stratejisine göre, Avrupa kıtasının temel sorunu, "Batı" değerlerinin (milliyetçi muhafazakar değerler olarak anlaşılan) ihmal edilmesi ve göç ve "düşen doğum oranları" nedeniyle "ulusal kimliklerin kaybı". Sonuç ise ekonomik durgunluk, askeri zayıflık ve Avrupa'nın " medeniyetsel olarak yok olması ".
Bu açıdan yeni Ulusal Strateji, Avrupa için gerçek, acı verici ve şok edici bir uyanış çağrısı. Avrupa'nın kendini görme bilimiyle ile Trump'ın Avrupa vizyonu arasındaki büyük uçuruma işaret ediyor. Yeni ulusal strateji, "liberal değerlere duyduğu küçümseme" ve "açıkça milliyetçi ve yerelci" tutumla öne çıkıyor. Trump, açıkça MAGA (Amerika'yı Yeniden Büyük Yap) ideolojisinin "Avrupa varyantı"nı - Avrupa'yı Yeniden Beyaz Yap - benimsemesi şartıyla "Avrupa'nın yanında duracağını" belirtiyor. Şimdi Avrupalı liderler "kıtanın stratejik kırılganlığıyla doğrudan yüzleşmelidir."
Zira Trump'ın Amerika'sı artık Avrupa'nın özgürlükleri ve temel değerleri için bir müttefik değil, bir hasım olarak konumlanıyor. Amaç, Avrupa’da mevcut liberal demokratik sistemi ABD'de kökleşmiş olan illiberal popülizmle değiştirmek. Avrupa'daki illiberal güçler – giderek daha örgütlü, bağlantılı ve kaynaklı hale gelenler – bu destekten cesaret alacak ve AB'yi içeriden boşaltma çabalarını yoğunlaştıracaktır.
Strateji belgesi, Batı için en büyük tehdidin “kitlesel göç” olduğunu ilan ediyor. Belge, bunu önlemek için sadece Amerika'nın kendi sınırlarını güvence altına almayı değil, aynı zamanda Avrupa'da sınırları güvence altına almayı vaat eden popülist sağ partileri desteklemeyi de taahhüt ediyor.
Rusya, Ulusal Güvenlik Stratejisi'nde (NSS) hiçbir eleştiriye maruz kalmıyor ve şaşırtıcı bir şekilde, ülke Amerika Birleşik Devletleri'nin düşmanı olarak tanımlanmıyor. Rusya'nın bir tehdit olabileceği ihtimalinden bile bahsedilmiyor. Bunun yerine, Avrupalılar, Ukrayna'da gerçek barış çabalarının eksikliği ve Avrupa nüfusunun “barış arzusuna aykırı” ve “gerçekçi olmayan" beklentiler nedeniyle eleştiriliyor. Tam da bu noktada belge, en kötü yorumla, Avrupa'nın Rusya'nın etki alanına girmesi gerektiği yönünde bir öneri olarak görülebilir.
Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, Çin ile "büyük güç rekabeti" dönemini sona erdiriyor. Trump'ın yeni stratejisi jeopolitiği destekleyici bir role indirgerken, ekonomiyi "nihai mesele" olarak konumlandırıyor. Çin, yirmi dokuz sayfalık belgenin on dokuzuncu sayfasına kadar hiç anılmıyor. Öncelikle ekonomik bir rakip olarak ele alınıyor ve bu nedenle ikili ekonomik bağların yeniden dengelenmesi ihtiyacı, Pekin'in stratejik niyetleriyle ilgili endişelerin önüne geçiriliyor. Çin artık ABD çıkarlarıyla bağdaşmayan bir dünya düzeni vizyonuna sahip sistemik bir meydan okuma olarak çerçevelenmiyor. Trump'ın ilk dönem Ulusal Güvenlik Stratejisi açıkça şunu belirtmişti: "Hint-Pasifik bölgesinde özgür ve baskıcı dünya düzeni vizyonları arasında jeopolitik bir rekabet yaşanıyor." Bu tür bir ifade artık tamamen yok.
Güvenlik stratejisi, Batı Yarımküre'yi "Amerika'nın ulusal güvenlik politikasının merkezine" yerleştiriyor. Çin ve Rusya için de "büyük fırsatlar" yaratıyor. Ve bu haliyle "daha büyük, daha zengin ve daha güçlü ulusların" küresel olarak orantısız bir etkiye sahip olduğunu ilan ederek, büyük güçlerin etki alanlarını kabul ediyor. Bu nedenle, yeni strateji belgesi, Amerika'nın "Avrupa ve Asya'daki geleneksel dostları ve müttefikleri" için artık "daha büyük risk" ve "zorlu seçimlerle" karşı karşıya oldukları anlamına geliyor.
Yeni Strateji Belgesi: Trump Geleceğe Karşı Bahis Oynuyor!
STEPHEN HOLMES
Yeni ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi, demografik ve kültürel değişimi varoluşsal bir felaket olarak algılayan bir hareketin bilişsel izlerini taşıyor. Amaç, gerçek tehditleri görmezden gelmek değil, tehdidin kendisini Başkan Donald Trump'ın "çöp" olarak adlandırdığı insanların varlığı olarak yeniden tanımlamak.
Trump'ın Ulusal Güvenlik Stratejisi, zafercilik ve gerileme kaygısı arasında çılgınca gidip geliyor. Amerika tarihin en büyük ulusudur; Amerika işgal ediliyor. Kazanıyoruz; her şeyi kaybediyoruz. Bu sadece tutarsızlık değil: Demografik ve kültürel değişimi varoluşsal bir felaket olarak deneyimleyen bir hareketin bilişsel imzası.
Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS), kaynakları, zaman çizelgelerini veya mekanizmaları belirtmeden kapsamlı hedefler ilan ediyor. Buna "kısa görüşlü" demek, uzun vadeli bir planın ihmal edildiğini ima ediyor. Ama ortada uzun vadeli bir plan yok. Sadece kırıp dökmeye ve ele geçirmeye odaklı, hesapsız bir güç var.
Bu açgözlülük açıkça ortada. NSS, “Tüm büyükelçiliklerimiz, özellikle büyük devlet sözleşmeleri olmak üzere, ülkelerindeki önemli iş fırsatlarının farkında olmalıdır” diye belirtiyor. “Bu ülkelerle etkileşimde bulunan her ABD hükümeti yetkilisi, görevlerinin bir parçasının Amerikan şirketlerinin rekabet etmesine ve başarılı olmasına yardımcı olmak olduğunu anlamalıdır.” Diplomasi resmen bir iş geliştirme operasyonuna dönüştürülmüş vaziyette.
Güvenlik stratejisine göre Ulusal Güvenlik Konseyi, Batı Yarımküre'de sömürülecek "stratejik konumları ve kaynakları" belirlemekle görevli. Le Monde bunu olduğu gibi adlandırıyor: Ekonomik yağma.
Uzmanlar, Ulusal Güvenlik Stratejisi'nde büyük güç rekabetinin bir düzenleyici ilke olmaktan çıktığını ve yerini "nihai mesele" olarak doğrudan ekonominin aldığını gözlemliyor. Belgenin stratejiden çok polemik içerdiğini öne sürmek de mümkün.
Büyük güç rekabetinin bir çerçeve olarak ortadan kalkması bir ihmal ya da gözden kaçırma meselesi değil. Bu, uluslararası düzeni şekillendirme projesini sessizce terk eden bir yönetimin yansıması; çünkü bu düzeni şekillendirmek geleceğe inanmayı gerektirir.
Yeni Güvenlik Stratejisinde ABD’nin müttefiklere yönelik yaklaşımı da değişmiş durumda. Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS), Rusya ve diğer düşmanlar hakkındaki dilini belirgin bir şekilde yumuşatırken, söylemsel ateşi Avrupa'ya yöneltiyor. Avrupa'daki göç ve "düzenleyici boğulma" nedeniyle "medeniyetin yok olma" riskiyle karşı karşıya olduğu uyarısında bulunuyor. Avrupalıların kendi savunmaları için "birincil sorumluluk" üstlenmelerini talep ederken, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri'nin Avrupa Birliği ülkelerindeki milliyetçi ve popülist partileri destekleyerek Avrupa'nın mevcut siyasi eğilimlerine karşı "direnişi teşvik edeceğini" açıklıyr.
Bu ittifak yönetimi değil. Bu, yük paylaşımı kılıfına bürünmüş bir sabotaj.
Yönetim, başkalarının iç işlerine karışarak ders verme gibi liberal enternasyonalist alışkanlığı reddettiğini iddia ediyor. Ancak ardından, Latin Amerika ülkelerinin kendi ticaret ortaklarını ve güvenlik düzenlemelerini seçme konusundaki egemenlik haklarını reddeden bir yarımküresel etki alanı ilan ediyor. Monroe Doktrini'nin "Trump Eki" gibi duran yeni strateji, ulusal çıkar ile kişisel zenginleşmeyi ayırt edemeyen bir başkan için yeniden paketlenmiş on dokuzuncu yüzyıl büyük güç politikasını ifade ediyor.
Liberal enternasyonalizm karşıtı Cato Enstitüsü, başka bir çelişki daha tespit ediyor: “Sonsuz savaşları” reddeden söylem ile ABD'nin küresel hakem olarak kalması gerektiği yönündeki temel ısrar arasındaki gerilim. “Amerika Önce” görünümü, fiili bir hegemonyacı projenin üstüne örtülüyor. "Önce Amerika" görünümü, fiili bir hegemonik projenin üzerine örtülüyor. Yönetim, hiçbir yükü üstlenmeden üstünlüğün faydalarından yararlanmak istiyor – taahhüt olmadan saygı, ilişki olmadan erişim talep ediyor.
Bu, bir dış politika gerçekçiliği değil. Bu, hiçbir zaman bir sözü tutmak zorunda kalmamış birinin doktrini. Çelişkileri bir arada tutan şey, uluslararası düzen teorisi veya Amerikan liderliği vizyonu değil, ortak bir düşman: Geleceğin kendisi.
Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) demografik kaygılarla dolu. Göç, bir politika sorunu olarak değil, bir "işgal" olarak çerçevelenmiş vaziyette. Sınır, "ulusal güvenliğin temel unsuru". Belge, dış tehditler ile iç siyasi rekabet arasındaki çizgiyi bulanıklaştırarak, diaspora topluluklarını ve demografik değişimi düşman devletlerle eşdeğer güvenlik sorunları olarak ele alıyor. Bu, "Büyük Yer Değiştirme" teorisinin resmi dogmaya dönüştürülmüş hali.
Küresel taahhütlerinden çekilmeye hazırlanan bir yönetim neden göçmenleri şeytanlaştırmak zorunda kalıyor? Batı Yarımküre'ye odaklanan bir strateji neden Avrupa'nın göç politikasına saldırmak için bu kadar enerji harcıyor? Çünkü bu yönetimi harekete geçiren korku Çin, Rusya veya terörizm değil. Onu harekete geçiren korku, yarının Amerika'sının dünün Amerika'sına benzemeyeceği korkusu. Ulusal Güvenlik Stratejisi, geleceği yönlendirmek için bir plan değil. Geleceğin kaçınılmazlığına duyulan öfkenin bir ifadesi.
Bu, Trump yönetiminin izlediği yırtıcı ve yağmacı ekonomiyi açıklıyor. Kalıcı ilişkiler kurmaktan vazgeçtiyseniz, yapabildiğiniz sürece elinizden gelenin en iyisini yaparsınız. İttifaklar sizin gözünüzde bir işlem maliyetine dönüştüyse, onları terk edersiniz. Uluslararası düzen sizi herhangi bir şekilde engelliyorsa, onu sürdürmeyi reddedersiniz. Mantık, tasfiye satışının mantığına benzer: Her şey satılmalı.
Gelecek korkusu, Trump yönetiminin Rusya'ya karşı yumuşak tavrını da açıklıyor. Vladimir Putin'in Kremlin'i, Trump'ın demografik kaygılarını, liberal kurumlara olan düşmanlığını ve kozmopolit bir geleceğe duyduğu kızgınlığı paylaşıyor. Aynı zamanda Trump'la aynı isteğe de sahip: Emperyalizmi benimsemiş, revizyonist ve etnonasyonalist devlet. Ulusal Güvenlik Stratejisi, Rusya'yı ciddi bir tehdit olarak adlandırmıyor çünkü Trump yönetimi, Rusya'yı değer verdiği şeyleri tehdit eden bir unsur olarak görmüyor.
Politika, bir hareketin özlemini karşılayamadığında geriye ne kalır? Yıkım. Nesiller boyu kurulan ittifaklar aylar içinde yerle bir edilebilir. Ulusal Güvenlik Stratejisi, demokratik ülkelerin geleceğin ciddi zorluklarıyla yüzleşmek üzere birlikte çalışmasına olanak tanıyan bağları koparmak için ideolojik gerekçeler – “medeniyet” dili, “büyük yer değiştirme” önermeleri, “işgal” söylemi – sunuyor.
Amaç, gerçek tehditleri görmezden gelmek değil, tehdidin kendisini demografik değişim olarak yeniden tanımlamak. Yani tehdit, Trump'ın "çöp" dediği insanların varlığı. Gelecek beyaz olmayacaksa, geleceği yönetmek için ittifaklar neden korunsun ki?
Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS), geleceği düşman olarak görenlerin dış politika taslağı hazırlamasının bir sonucu. Zamanı durduramayanlar, saatleri kırmaya ve çiviyle sabitlenmemiş ne varsa ceplerine atmaya razı oluyor.
Trump Avrupa'yı Yeniden Beyaz Yapmak İstiyor
ZAKI LAIDI
Açıkça milliyetçi ve yerelci bir çerçeve çizen Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS), 1945'ten beri Amerikan devlet yönetimini yönlendiren çok taraflı yaklaşımdan keskin bir kopuşu işaret ediyor. Liberal değerlere duyduğu küçümseme, transatlantik ittifakın dağılışını gözler önüne seriyor. Trump'ın ancak MAGA (Amerika'yı Yeniden Büyük Yap) ideolojisini –daha doğrusu Avrupa varyantı olan Avrupa'yı Yeniden Beyaz Yap – benimsemesi durumunda Avrupa'nın yanında yer alacağını açıkça ortaya koyuyor.
ABD liderliği bir zamanlar ideolojik evrenselcilikle tanımlanırken, Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) kesinlikle yerel bir duruş sergiliyor. Trump'ın Savaş Bakanı Pete Hegseth'in de belirttiği gibi, Pentagon artık "demokrasi inşası, müdahalecilik, belirsiz savaşlar, rejim değişikliği, iklim değişikliği, uyanışçılık veya beceriksiz ulus inşası" ile meşgul olmayacak.
Trump'ın Avrupa'dan beklentileri, Avrupalıların transatlantik ilişkiye dair kendi anlayışlarından keskin bir şekilde ayrışmaktadır. Avrupalı liderler, Trump'ın ideolojik projesine katılmadan Amerikan güvenlik şemsiyesini korumak isterken, Trump onlardan MAGA'laştırılmış küresel düzene uymalarını talep ediyor ancak karşılığında çok az şey sunuyor.
Trump, artık inanmadığı ABD ve Avrupa arasındaki stratejik dayanışmanın yerine, üç temel koşula dayanan bir medeniyet ittifakı öneriyor.
İlk koşul, Trump'ın görüşüne göre Avrupa’da ifade özgürlüğünü ihlal eden ve ABD çıkarlarına zarar veren düzenleyici çerçevelerin Avrupa Birliği tarafından ortadan kaldırılması yönünde. Başkan Yardımcısı JD Vance, Şubat ayında Münih Güvenlik Konferansı'nda aynı argümanı dile getirerek, Avrupa'nın karşı karşıya olduğu gerçek tehdidin, popülist seslere "dijital sansür" uygulamak için "yanlış bilgi ve dezenformasyon gibi çirkin Sovyet dönemi kelimelerinin arkasına saklanan eski, yerleşik çıkarlardan" kaynaklandığını iddia etti.
Ancak AB'nin Google, Apple, Facebook ve Amazon gibi ABD teknoloji devlerine uyguladığı cezaların siyasi sansürle hiçbir ilgisi yok. Trump yetkililerini öfkelendiren X'e (eski adıyla Twitter) verilen son 140 milyon dolarlık ceza, şeffaflık ve tüketiciyi koruma ihlalleriyle ilgili: Platformun yanıltıcı kullanıcı doğrulama politikası, gerekli reklam verilerini sağlamaması ve araştırmacıların erişimini engelleme çabaları. Trump bunu sansür olarak nitelendirerek, AB'yi " ortadan kaldırma " konusundaki desteğini gizlemeyen X'in sahibi Elon Musk'ın iddialarını tekrarlıyor.
İkinci koşul ise AB'nin göç ve iltica politikalarını elden geçirmesi. NSS mevcut göç politikasını, Batı medeniyetine bir tehdit olarak nitelendiriyor. Avrupa'nın aşırı sağ partileri, büyük ölçüde göçmenliğe karşıtlıklarıyla tanımlanırken, bu ideolojik desteğe hızla sarıldılar; Fransız aşırı sağcı lider Éric Zemmour, "Avrupa medeniyetini savunacak tek kişi Trump'tır" diye ilan etti.
Trump'ın üçüncü şartı, Avrupa'nın Amerikan askeri korumasını artık doğal bir şey olarak görmeyi bırakması. Ona göre, Avrupa hükümetleri uzun zamandır ABD'nin güvenlik garantileri için NATO'ya güvenirken, AB'yi de Amerika'nın ekonomik çıkarlarını baltalamak için kullanıyorlar.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Christopher Landau, X'te yayınladığı son bir yazıda bu noktayı vurguladı. "Bu ülkeler NATO şapkalarını taktıklarında," diye yazdı, "transatlantik birliği övüyorlar. Ancak 'AB şapkalarını taktıklarında', 'ABD çıkarlarına ve güvenliğine tamamen aykırı' gündemler izliyorlar. Bunlar arasında 'sansür, ekonomik intihar/iklim fanatizmi, açık sınırlar, ulusal egemenliğe saygısızlık/çok taraflı yönetişim ve vergilendirmenin teşvik edilmesi ve Komünist Küba'ya destek' yer alıyor."
NATO Güvenlik Bildirgesi'ndeki özellikle dikkat çekici bir pasaj, "en geç birkaç on yıl içinde" bazı NATO üyelerinin "çoğunluğunun Avrupalı olmayanlardan oluşacağı" uyarısında bulunuyor. Belgede, gelecekteki nüfusların "dünyadaki yerlerini veya ABD ile olan ittifaklarını, NATO tüzüğünü imzalayanlarla aynı şekilde görüp görmeyecekleri"nin "açık bir soru" olduğu belirtiliyor.
Bu ifade, Trump'ın göçün Avrupa ülkelerini "daha az Avrupalı" hale getireceği yönündeki uzun süredir devam eden inancını yansıtıyor; sanki Avrupa'nın kimliği etnik saflığa dayanıyormuş gibi. Bu derin yanlış anlama, Avrupa ile ABD arasındaki giderek genişleyen kültürel ve siyasi uçurumu vurguluyor.
Trump'ın Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS), Avrupa'nın Ukrayna konusunda ABD'den çok az destek beklemesi gerektiğini de açıkça ortaya koyuyor. Kendisini "savaş konusunda gerçekçi olmayan beklentilere sahip Avrupalı yetkililerle ters düşen" bir konumda gören yönetim, "Avrasya kara kütlesi genelinde stratejik istikrar koşullarını yeniden tesis etmeyi" ve "Rusya ile Avrupa devletleri arasındaki çatışma riskini azaltmayı" hedefliyor. Bu vizyonda ABD, Rusya'ya karşı Avrupa'nın ortağı değil, iki taraf arasında arabulucu konumunda.
Bütün bunlar bir araya getirildiğinde, Avrupalı liderleri endişelendirmelidir. Düşmanca bir yönetimle karşı karşıya kalan liderler, otomatik Amerikan korumasının sona erdiğini kabul etmeli ve kıtanın stratejik kırılganlığıyla doğrudan yüzleşmeli. Charles de Gaulle'ün on yıllar önce uyardığı gibi, Avrupa sonsuza dek ABD'ye bağımlı kalamaz. Hayatta kalmak için jeopolitik uykusundan uyanmalı ve kendi kaderinin kontrolünü yeniden ele geçirmeli.
Trump Amerikası, İttifaklar Yerine Bölgesel Etki Alanlarına Yöneliyor
RICHARD HAASS
Trump yönetiminin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, Amerika Birleşik Devletleri'nin artık ittifaklara ve uluslararası kurumlara yön vermediği, demokrasi ve insan haklarını savunmadığı veya küresel güç dengesini korumaya çalışmadığı bir dünya öngörüyor. Rusya ve Çin bu yeni dünyada birçok fırsat bulacak.
Her ABD yönetiminin zaman zaman yayınladığı ulusal güvenlik stratejileri genellikle az şey söyler ve çabucak unutulur. Ancak Trump yönetiminin geçen hafta yayınladığı son strateji belgesi bir istisna teşkil ediyor. 80 yıl önce Soğuk Savaş'ın başlangıcından bu yana ABD dış politikasındaki en büyük yön değişikliğini önceden gösterdiği için mutlaka okunması gereken bir metin.
En göze çarpan şey, ekonomik ve ticari çıkarların önceliklendirilmesi. Belge, Amerika'nın ticaret dengesizliklerini azaltmaktan, ticareti artırmaktan, tedarik zincirlerini güvence altına almaktan ve ülkeyi yeniden sanayileştirmekten bahsediyor. Müttefikler, ancak savunma yükünün çok daha büyük bir kısmını üstlendikleri sürece müttefik olarak kabul ediliyor. Jeoekonomi, jeopolitiğin yerini alıyor. Yatırım revaçta; yardım değersiz. Fosil yakıtlar ve nükleer enerji revaçta; rüzgar, güneş ve diğer yenilenebilir enerjiler – iklim değişikliği endişeleriyle birlikte – değersiz.
En büyük değişiklik, uzun süre büyük ölçüde göz ardı edilen Batı Yarımküre'nin artık Amerika'nın ulusal güvenlik politikasının merkezinde yer alması. Bölge, Amerika Birleşik Devletleri'nin dünyadan istediklerinin ve dünyadan beklediklerinin listesinde ilk sırada yer alıyor; diğer tüm bölgelerden önce uzun uzun tartışılıyor.
Yeni önceliğin, iç güvenlik konusundaki artan endişeden kaynaklandığı ve uyuşturucu kaçakçılığını engelleme ve yasadışı göçü durdurma yönündeki iç çabaların bir uzantısı olduğu anlaşılabilir. Amerika'nın askeri varlığı buna göre değişecektir. Kısacası, "Trump İlkesi" artık Monroe Doktrini ve [Theodore] Roosevelt İlkesi'nin yanında yerini alıyor. Ancak bu yeni politika, bölge dışı ülkeleri dışarıda tutmaktan çok, ABD'nin Amerika kıtasının geri kalanına ekonomik ve stratejik olarak nüfuz etme arayışına dayanıyor gibi görünüyor.
Hint-Pasifik bölgesi, ilgi açısından ikinci sırada yer alıyor. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, politikanın ekonomik boyutlarına, "Amerika'nın Çin ile ekonomik ilişkisini yeniden dengelemeye, karşılıklılık ve adaleti önceliklendirerek Amerikan ekonomik bağımsızlığını yeniden tesis etmeye" büyük önem veriliyor. Bununla birlikte, belgede Tayvan konusunda bir çatışmayı önlemenin öncelikli olduğu belirtiliyor.
Ancak Kuzey Kore'den bahsedilmiyor. Yönetimin dünyanın bu bölgesindeki ekonomik ve stratejik hedeflerini nasıl dengelemeyi planladığı bilinmiyor; bu da Trump'ın gelecek baharda Çin'e yapmayı planladığı ziyareti kritik hale getiriyor.
Buna karşılık, yönetim, son 35 yılın büyük bölümünde ABD dış politikasına hakim olan Orta Doğu'daki Amerikan rolünü küçültmek istiyor. Bunun mümkün olup olmayacağı henüz belli değil: Strateji, barışı teşvik etme ve İran'ı zayıflatma açısından elde edilenleri abartıyor gibi görünüyor. Nüfus artışının en yüksek olacağı bölge olmasına rağmen Afrika, çoğunlukla göz ardı ediliyor.
Avrupa en sert eleştiriye maruz kalıyor. Kıtanın apaçık ekonomik sorunlarını anlattıktan sonra, belge şu iddiada bulunuyor: "Bu ekonomik gerileme, medeniyetin yok oluşunun gerçek ve daha vahim olasılığı karşısında önemsiz kalıyor."
Avrupa Birliği, özgürlük ve egemenliği baltalayan bir yapı olarak tasvir ediliyor. Strateji metninde ayrıca şu ifadeler yer alıyor: “Mevcut eğilimler devam ederse, kıta 20 yıl veya daha kısa sürede tanınmaz hale gelecek. Bu nedenle, bazı Avrupa ülkelerinin güvenilir müttefik olarak kalabilmek için yeterince güçlü ekonomilere ve ordulara sahip olup olmayacağı hiç de açık değil.”
İlginç bir şekilde, belge Avrupa hakkındaki tartışmasını biraz daha olumlu bir notla sonlandırıyor: “Amacımız Avrupa'nın mevcut gidişatını düzeltmesine yardımcı olmak olmalı. Başarılı bir şekilde rekabet edebilmemiz ve herhangi bir düşmanın Avrupa'ya hakim olmasını engellemek için bizimle birlikte çalışacak güçlü bir Avrupa'ya ihtiyacımız olacak.” Ancak Avrupa'ya genel yaklaşım olumsuz, küçümseyici ve uğursuz.
Belgede Rusya düşman olarak muamele görmüyor. Ukrayna'daki barış çabaları koşulsuz. "Rusya ile stratejik istikrarı yeniden tesis etme" hedefinden ve "NATO'nun sürekli genişleyen bir ittifak olduğu algısının sona erdirilmesi ve bu gerçeğin önlenmesi" gerektiğinden söz ediliyor.
Strateji belgesi, büyük güçlerin etki alanlarının örtük bir şekilde kabul edilmesi olarak da okunabilir. ABD, Batı Yarımküre'de liderliği üstlenecek; Rusya ve AB, Avrupa'da işleri kendi aralarında halledecek ve Çin, çok ileri gitmediği sürece Asya'nın geleceğinde büyük bir söz sahibi olacak. Belge burada lafı dolandırmıyor: "Daha büyük, daha zengin ve daha güçlü ulusların orantısız etkisi, uluslararası ilişkilerin zamansız bir gerçeğidir."
Bu strateji izolasyonist değil, ancak ABD'nin çıkarları ve müdahalesine ilişkin daha dar ve kısıtlı bir bakış açısını temsil ediyor. "Amerika Birleşik Devletleri'nin Atlas gibi tüm dünya düzenini desteklediği günler sona erdi." Buna, büyük ölçüde tek taraflılık ve uluslararası kurumlara karşı güçlü bir önyargı da karışmış durumda. Bu kurumlar genellikle doğası gereği Amerikan karşıtı ve ulusal egemenliğe tehdit olarak gösteriliyor.
Yeni güvenlik stratejisi ahlaksız olmaktan ziyade ahlak dışı. Avrupa bir yana, başkalarının iç işlerine karışmaya karşı bir önyargı var. " Dünya ülkeleriyle, onların gelenek ve tarihlerinden büyük ölçüde farklı olan demokratik veya diğer sosyal değişiklikleri dayatmadan, iyi ilişkiler ve barışçıl ticari ilişkiler kurmayı amaçlıyoruz.
Bu aşırı gerçekçilik, Orta Doğu hükümetleriyle işbirliğini savunan bölümde vurgulanıyor. "Bunu yapmak, Amerika'nın bu ulusları -özellikle Körfez monarşilerini- geleneklerinden ve tarihi yönetim biçimlerinden vazgeçmeye zorlama yönündeki yanlış yönlendirilmiş deneyiminden vazgeçmeyi gerektirecektir."
Peki tüm bunlar ne anlama geliyor? ABD'nin ittifaklara ve uluslararası kurumlara yön verdiği, demokrasi ve insan haklarını savunduğu ve hukukun üstünlüğü ile dünya genelindeki güç dengesi için fedakarlık yapmaya hazır olduğu dönem sona erdi. Bunun yerine, ABD'nin eylemlerinin daha çok ABD ekonomisine, ABD'li işletmelere ve vatan güvenliğine doğrudan fayda sağlayan şeylere göre belirlendiği bir dünya geldi.
Gelecekteki bir başkan, dünyaya yönelik bu yaklaşımın bazı unsurlarını – özellikle de Amerika kıtasına odaklanmayı – değiştirebilir; ancak bu aralıkta, daha karmaşık, daha az özgür ve daha az müreffeh bir dünya muhtemel görünüyor. Bunun en büyük nedeni de bu yönetimin görev süresinin bitmesine daha üç yıldan fazla bir zamanın kalmış olması. Rusya ve Çin burada fırsat bulacakken, Avrupa ve Asya'daki geleneksel dost ve müttefikler daha büyük risklerle karşılaşacak ve zorlu seçimler yapmak zorunda kalacaklar. Kesin olan şey, tarihi bir dönemin sona erdiği ve yeni bir dönemin başladığı. Umut, bir strateji değildir. Amerika'nın dostları için en kötüsüne hazırlıklı olmak daha iyidir.
Bu yazı Project Syndicate’te 11 Aralık 2025 tarihinde “Trump’s Ethnonational Security Strategy” başlığıyla; Council for Foreign Relations’ta 06 Aralık 2025’te “Unpacking a Trump Twist of the National Security Strategy” başlığıyla; Atlantic Council’de 05 Aralık 2025’te “What Trump’s National Security Strategy means for US foreign policy” başlığıyla; AlJazeera’da, 05 Aralık 2025 tarihinde “Five key takeaways from Trump’s National Security Strategy” başlığıyla; The Economist’te 11 Aralık 2025’te, “More reasons for America’s friends to plan for the worst” başlığıyla ve European Policy Center’da 05 Aralık 2025’te “Trump’s new National Security Strategy – an existential threat to Europe” başlığıyla yayınlanan yazılardan hareketle hazırlanmıştır.