×
ALMANYA

ANALİZ

Almanya ve İsrail: Benzersiz Bir İlişki

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını eleştirmek Almanya’da kolaylıkla antisemitizm olarak tanımlanıyor. Almanya'nın bu “teyakkuz hali” salt normatif mülahazalara mı dayanıyor? Ülkenin İsrail siyasetini normatif değerlerin yanında hangi ulusal çıkarlar şekillendiriyor?
HAMAS'IN 7 Ekim 2023’te İsrail’e saldırısı ve sonrasındaki gelişmeler Almanya’da İsrail ve antisemitizm ile ilgili tartışmaları da alevlendirdi. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını eleştirmek Almanya’da çok kolay genel konsensüsün dışına çıkmayı, sert eleştirilere, hatta antisemitizm suçlamasına maruz kalmayı beraberinde getiriyor. En son örnek Türk kökenli Federal Meclis Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz. İsrail’le ilgili attığı, infial yaratan bir X-gönderisinden (tweet) sonra gelen sert eleştirilerin ardından Özoğuz’a istifa çağrıları da yapılmaya başlandı. 

CDU’lu Federal Meclis üyesi Matthias Hauer, söz konusu X-gönderisinin bir Federal Meclis Başkan Yardımcısına yakışmadığını söyleyerek, İran’ın Almanya’nın yakın müttefiki olan İsrail’e saldırması karşısında Özoğuz’un ilk tepkisinin bu olmasından “duyduğu endişeyi” dile getirdi. Bavyera eyaletinin antisemitizm komiseri Ludwig Spaenle (CSU) ise SPD’li siyasetçiye istifa çağrısında bulunarak ekledi: “Böylesine şeytani ve yanlış bir şekilde tartışan herkes terörün dilini kullanıyor ve mollalar için kullanışlı bir aptal. Bayan Özoğuz İsrail’e zarar vermek isteyenlerin klasik enstrümanlarını kullanıyor.”

Özoğuz tweetinde şunları yazmıştı: “Çok fazla savaş, risk altında çok fazla insan, serbest bırakılmayan rehineler, açlık içindeki insanlar. Ben #Ukrayna #İsrail #Gazze’deki tüm insanlar için endişeleniyorum. Bu durum neden provoke edilmek zorundaydı? İran’ın bombalanması. Büyükelçiliğin bombalanması Orta Doğu’yu daha da tehlikeye attı.” Özoğuz gönderisini İsrail’in Suriye’nin başkenti Şam’daki İran büyükelçiliğine yönelik hava saldırısı ve sonrasında ise İran’ın İsrail’e yönelik misilleme saldırısı sonrasında atmıştı.

Almanya’daki İsrail ve antisemitizm ile ilgili bu tartışmalar ve Ortadoğu’daki gelişmeler Almanya’nın İsrail’e yönelik siyasetini uluslararası siyasetin merkezine oturtuyor. Berlin’in İsrail politikası ve “teyakkuz hali” hangi normatif mülahazalara dayanıyor, hangi ulusal çıkarlar tarafından şekilleniyor?

Soykırım Gölgesinde İkili İlişkiler

Almanya’nın İsrail ile ikili ilişkileri “benzersiz” olarak nitelenebilir. Federal Almanya Cumhuriyeti, Nazi döneminde Avrupa’da yaklaşık altı milyon Yahudi’yi sistematik olarak soykırıma uğratan bir devletin devamı. Bu durum iki toplum arasında derin bir uçuruma neden olmuş, Almanya ile İsrail arasında diplomatik ilişkilerin kurulması bir hayli zaman almış, ancak 1965 tarihinde (12 Mayıs) gerçekleştirilebilmişti. Sonrasında ise Almanya-İsrail ilişkileri hem resmi hem de sivil toplum düzeyinde sürekli olarak yoğunlaşarak derinleşti. Almanya ve İsrail arasındaki bu benzersiz ilişki, özellikle İsrail’in güvenliğine atfedilen önem, Alman dış politikasının temel taşlarından biridir. Almanya, İsrail Devleti’nin var olma hakkının savunucusudur. Aynı zamanda, kendi değerlendirmesine göre, Orta Doğu’daki “barış çabalarını desteklemekte” ve “hem İsrail hem de Filistinlilerin barış ve güvenlik içinde yaşamaları için hala en iyi yol olan iki devletli çözümü savunmaya” devam etmektedir.

Almanya, 8,94 milyar dolarlık ticaret hacmiyle (2022) İsrail’in AB’deki en önemli ekonomik ortağıdır, Alman ürünleri İsrail’de rağbet görmekte ve Alman şirketleri birçok altyapı projesi gerçekleştirmektedir. İki devlet arasında askerî açıdan da çok yakın bir iş birliği söz konusudur. Örneğin İsrail’in nükleer ikinci vuruş kabiliyetini sağladığı düşünülen Dolphin sınıfı denizaltıları, önemli ölçüde Alman hükümeti tarafından ortaklaşa finanse edilmiş ve kuzey Almanya’daki tersanelerde üretilmiştir. Bu durum Hamas’a karşı mücadelede kullanılan dört Saar-6 sınıfı korvet için de geçerlidir.

Almanya’nın İsrail ile ilişkisinin pek çok açıdan benzersiz olmasının temel nedeninin Holokost/Yahudi soykırımı suçunun, “geri ödenmesi mümkün olmayan bir borç” yaratmış olması olduğunu söyleyebiliriz. Bundan dolayı Almanya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hayatta kalan Yahudilere ve onların torunlarına yardım etmekten geri durmamıştır. Şansölye Konrad Adenauer’dan bu yana Alman hükümetleri benzersiz bir öz taahhüt altına girmeye karar verdiler. Bu taahhüt, “düşmanca siyasi ve coğrafi bir ortamda” İsrail’in varlığını güvence altına almak için kalıcı bir katkı sağlamaya yöneliktir. Ancak örneğin Adenauer’ın İsrail politikasının tamamen fedakârca, diğerkam bir yaklaşıma dayandığını söylemek de abartı olacaktır. 1966 yılında Günter Gaus’a verdiği mülakatta İsrail ile ilişkileri geliştirmenin önemini şu şekilde açıklayacaktır Konrad Adenauer:

İlk olarak, adalet duygusundan dolayı. Yahudilere karşı o kadar çok yanlış yaptık, onlara karşı o kadar çok suç işledik ki, dünya halkları arasında herhangi bir saygıyı yeniden kazanmak istiyorsak, bunların bir şekilde telafi edilmesi gerekiyordu. Ve dahası: Yahudilerin bugün bile, özellikle Amerika’daki gücü hafife alınmamalıdır. İşte bu nedenle çok bilinçli bir şekilde – ve bu her zaman benim görüşüm olmuştur – tüm enerjimi elimden geldiğince Yahudi halkı ile Alman halkı arasında uzlaşma sağlamak için harcadım.”

Ancak Adenauer, günümüzdeki durumdan farklı olarak, Almanya’nın ulusal çıkarlarını ve uzun vadeli jeopolitiğini İsrail’in varlık nedeni ve ulusal çıkarları ile özdeşleştirmemiş, Almanya’nın İsrail’e yönelik güvenlik taahhütlerini adeta bir açık çek boyutuna taşımamıştı. Bu yeni yaklaşımı Şansölye Merkel ile başlatabiliriz. 18 Mart 2008 tarihinde İsrail parlamentosunda yaptığı konuşmasında Merkel, Almanya’nın İsrail’e karşı “tarihi sorumluluğunu” vurgulamış, İsrail’in güvenliğini “Almanya’nın Hikmet-i Hükûmetinin” bir parçası olarak tanımlamıştı. Ayrıca Almanya Şansölyesi olarak kendisi için İsrail’in güvenliğinin asla “pazarlık konusu” olamayacağını vurgulamıştı. Merkel böylece İsrail’e yönelik Alman politikasını adeta demokratik tartışma alanından çıkarıp, “sorgulanamaz, alternatifsiz bir ilke” haline getirmiş oluyordu. Buna paralel olarak Holokost’un, Almanya’ya bütün insanlık yerine sadece İsrail’e karşı bir sorumluluk yüklediği inancının yerleştiğini gözlemliyoruz. Hatta, bu bağlamda bazı gözlemciler bir “Merkel doktrininden” dahi bahsetmişlerdir. 

Çakışan Ulusal Çıkarlar

Ancak Almanya’nın İsrail politikasının normatif boyutunun yanı sıra, stratejik – jeopolitik bir boyutu da var. İki ülkenin uzun vadeli ulusal çıkarları birçok noktada çakışıyor. Örneğin Almanya’nın başlıca jeopolitik hedeflerinden biri, AB’nin dağılmasını ya da parçalanmasını engellemek ve birliği dünya siyasetinde etkin bir güç yapmak. Buna, AB’nin periferisi olarak bakılan Balkanlar ve Doğu Avrupa’nın ve bu bölgenin etrafındaki kuşağın, yani Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın iktisadi ve siyasi olarak istikrara kavuşturulması hedefi de dahil. Özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın istikrarı ise AB ve Almanya için, barındırdığı göç potansiyeli, sahip olduğu enerji ve doğal kaynaklardan ve de Hint ve Asya-Pasifik deniz ticaret yolu üzerinde (Akdeniz, Süveyş Kanalı, Kızıl Deniz, Babülmendep Boğazı) bulunmasından dolayı son derece önemli. 

Böylesi bir denklemde – Çin ve Hindistan’ın yükselişini, Hint-Pasifik bölgesinin küresel ekonomi ve siyasetteki artan önemini de düşündüğümüzde – İsrail, Almanya için önemli bir müttefik ve stratejik ortak olarak öne çıkmaktadır. Buna ek olarak bir de – Adenauer’ın yukarıda alıntıladığımız mülakatta değinmiş olduğu gibi – Yahudilerin Amerika’daki gücünü de dikkate aldığımızda, Almanya’nın İsrail politikasının normatif boyutunun yanında güçlü bir stratejik, reel-politik boyutunun da olduğunu ve birçok noktada realist yaklaşımla örtüştüğünü daha iyi anlarız.

Almanya’nın koruma vaadi nereye kadar uzanıyor?

İsrail yanlısı politika Almanya’nın hem Arap hem de “İslam dünyasındaki” yumuşak gücünü zayıflatmakla kalmıyor, Filistin sorununda arabuluculuk yapmasını da ciddi biçimde kısıtlıyor. Alman hükümeti her ne kadar Gazze Şeridi’ndeki insani durumun felaket boyutlarına işaret etse de insani yardım çağrısında bulunsa da Almanya’nın bölgede, hatta dünyada, ciddi bir güven kaybına uğradığı muhakkak. Almanya’nın İsrail politikası, Hamas’a karşı olumlu yaklaşımından dolayı, Türkiye ile de ciddi bir gerilim noktası teşkil ediyor. 

Bu noktada asıl can alıcı soruya gelecek olursak; İsrail’in güvenliğini “Almanya’nın Hikmet-i Hükûmetinin” bir parçası olarak tanımlamak, Alman silahlı kuvvetlerinin acil bir durumda İsrail lehine müdahale etmesini de içerir mi? İsrail’in bugüne kadar bu soruyu sormaktan kaçınmış olması, gelecekte de sormayacağının teminatı olamaz. Alman hükümeti halihazırda İsrail’i askeri ve tıbbi teçhizatla desteklemektedir. Almanya’nın İsrail safında bir çatışmaya, hatta savaşa sürüklenmesinin NATO için ne tür sonuçlarının olabileceğinin üzerinde ciddiyetle durulması gerekiyor. Bölgesel güç olma iddiasındaki bir Türkiye bu olasılık üzerinde durarak, stratejiler geliştirmek zorundadır.

YAŞAR AYDIN

Sosyoloji ve ekonomi dalındaki lisans ve yüksek lisans eğitimini Hamburg ve Lancaster Üniversitelerinde tamamladı. Doktorasını Hamburg Üniversitesi’nden aldı. Uluslararası ilişkiler, jeopolitik, Türk ekonomisi ve dış politikası, milliyetçilik, göç ve diaspora konuları üzerinde çalışan Aydın’ın, bilimsel makaleleri dışında üç telif kitabı bulunuyor. Halen, German Institute for International and Security Affairs (SWP)/ Centre for Applied Turkey Studies (CATS) bölümünde görev yapmakta, Alman ve Türk gazetelerine yorumlar yazmaktadır.