×
ALMANYA

ANALİZ

Aşırı Sağcı Lider, Almanya için “Brexit” İstiyor!

Almanya İçin Alternatif Partisi Başkanı Alice Weidel, seçimleri kazandığı takdirde AB üyeliğini referanduma götüreceğini söylüyor. Ayrıca parti, son dönemde "geleneksel aşırı sağ tabanın" ötesinde, "orta sınıf seçmenler" için de çekiciliği olan bir çizgide ilerliyor.
AŞIRI SAĞCI Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD)'nin lideri Alice Weidel, iktidara geldikleri takdirde AB üyeliği konusunda Brexit tarzı bir referandum için baskı yapacağını belirterek İngiltere'nin birlikten ayrılmasını "şüphesiz doğru" bir hamle olarak nitelendirdi.

Weidel, Financial Times'a verdiği röportajda: "Birilerinin Brexit gibi güçlü bir karar alabilmesi, Almanya için de bir model oldu," dedi.

2022'den bu yana partisine liderlik eden Weidel, AfD hükümetinin AB'de reform yapmanın yollarını arayacağını ve "seçimle belirlenmemiş bir yürütme organı" olan Avrupa Komisyonu'nun yetkilerini sınırlamak da dâhil olmak üzere birliğin "demokratik açığı"nı ortadan kaldırmaya çalışacağını belirtiyor.

Weidel, sözlerini şu şekilde dile getiriyor: "Fakat bir reform mümkün değilse ve AB üyesi ülkelerin egemenliğini yeniden tesis edemezsek tıpkı İngiltere'nin yaptığı gibi halkın karar vermesine izin vermeliyiz. Almanya'nın AB'den ayrılması üzerine 'Dexit' adıyla bir referandum yapabiliriz."

Bu fikirler, önde gelen partilerin büyük ölçüde Avrupa yanlısı olduğu Almanya'da önemli bir tabuyu da yıkıyor. Diğer yandan Alman Anayasası, ulusal halk referandumuna karşı katı sınırlamalar getiriyor. Referandum yapılsa da anketler, Almanların büyük çoğunluğunun AB'de kalmaktan yana oy kullanacağını gösteriyor. AfD seçmenleri arasında ise AB desteği çok düşük seviyede.

Weidel, sözlerini, AfD'ye verilen desteğin ciddi artış gösterdiği bir bağlamda dile getiriyordu ki bu destek, anketlere göre %22'leri buluyor. Bu rakam, Şansölye Olaf Scholz'un sallantılı koalisyonundaki üç partiden de (Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Liberaller) daha fazla.

AfD'nin Saxony, Brandenburg ve Thuringia gibi doğu eyaletlerinde, eylül ayında yapılacak seçimleri kazanması bekleniyor. Ne var ki önde gelen partilerin kendileriyle koalisyon yapmayı reddetmesi nedeniyle partinin iktidar yolundaki konumu, belirsizliğini koruyor.

AfD mensubu geniş bir kitlenin aşırılık yanlısı olduğunu belirten Alman istihbarat teşkilatı, bazı parti yetkililerini de gözetim altına aldı. Buna rağmen parti gerek Scholz'a gerekse giderek kötüleşen ekonomi yönetimine karşı oluşan kamuoyu öfkesinden yararlanmayı bildi.

Fakat AfD'nin önde gelen isimleri ile Avusturyalı aşırı sağcı Martin Sellner arasında geçtiğimiz kasım ayında yapılan tartışmalı toplantıya ilişkin söylentiler nedeniyle parti, son dönemde çeşitli eleştirilerin odağında. İlgili toplantıda, Alman pasaportu taşıyan vatandaşlar da dâhil olmak üzere milyonlarca göçmenin ülkeden zorla çıkarılmasına yönelik bir "tersine göç" planı tartışılmıştı.

Almanya'nın birçok kentinde AfD karşıtı gösteriler düzenlenirken, siyasetçiler de ülkenin demokratik kurumları açısından partinin oluşturduğu tehlikeye dikkat çekiyor.

Düzenlenen toplantıya katılmayan Weidel, katılan yakın bir yardımcısını da vakit geçirmeksizin görevden aldı. Buna rağmen gelen tepkileri kontrol altına almakta zorlandı. Sosyal Demokratların lideri Lars Klingbeil, Weidel'i, sınır dışı etme planını önemsemek yerine AfD aleyhine yürütülen "medyadaki karalama kampanyasına" karşı saldırmakla suçladı.

Klingbeil, geçen haftaki parlamento tartışmalarında Weidel'i şu sözlerle eleştirdi: "Sen kuzu postuna bürünmüş bir kurtsun! Ama sana söylüyorum, masken düşüyor. Artık insanlar, AfD'nin gerçek yüzünü görmeye başladı."

Weidel, verdiği röportajda, toplantıyı ilk kez haberlere taşıyan araştırma kuruluşu Corrective'i suçlayarak kuruluşun yöntemlerini "skandal" olarak nitelendirerek kınadı.

Weidel, düşüncelerini şu sözlerle dile getirdi: "Bu, bu ülkede kalma izni olmayan veya haklarında sınır dışı etme kararı bulunan kişilerin hukuki bir şekilde ülkelerine geri gönderilmesi fikrini suç saymaya yönelik bir girişimden başka bir şey değildir. Nitekim AfD, bu ülkede yasaların uygulanmasını savunan bir partidir."

Weidel, kendisi için "tersine göç" kavramının "sahte beyanlarla yasa dışı yollardan vatandaşlık kazanmış" kişilerin ya da "terör şüphelisi veya hüküm giymiş çifte vatandaşlığı bulunan" kişilerin sınır dışı edilmesi anlamına geldiğini ifade ederken toplu şekilde sınır dışı etmeyi reddettiğini belirtti: "Burada, böyle bir genelleme mümkün değil."

Fakat hâlihazırda Almanya'da bulunan bir milyondan fazla Ukraynalı mültecinin ülkede uzun vadeli bir geleceğinin olmadığını söyleyen Weidel, bu mültecilerin sosyal yardım almasının da bir hata olduğunu sözlerine ekledi: "Savaş sona erdiğinde bütün Ukraynalıların evlerine dönmek zorunda kalacağı apaçık ortada. Ülkelerinin yeniden inşasında onlara ihtiyaç duyulacak."

AfD, 2013'te, devletin borç kriziyle boğuştuğu esnada oluşturulan Euro Bölgesi kurtarma paketlerine tepki gösteren muhafazakâr ekonomistler tarafından kuruldu. Fakat parti, Eski Almanya Şansölyesi Angela Merkel'in göçmenlere uyguladığı açık kapı politikasına duyulan öfkeyle adım adım sağ cenaha kaydı. Neticede göç ve düzen karşıtı bir platforma dönüştü.

Ekonomi alanında doktorası bulunan ve siyasete atılmadan önce Goldman Sachs ve Allianz Global Investors gibi kurumlarda çalışan Weidel, 2017'den beri AfD'nin meclis grubu liderliğini yürütüyor. Sri Lanka kökenli bir kadınla ilişkisi olduğu bilinen AfD liderinin, geleneksel aile görüşünü savunan, erkek egemen bir siyasi partide lider olması dikkat çekiyor elbet.

Dresden University of Technology'den siyaset bilimci Hans Vorlander, Weidel'in kendine has beyaz bluz ve incilerinin, varlıklı geçmişinin ve finans kariyerinin AfD'ye "geleneksel aşırı sağ tabanın ötesinde, orta sınıf seçmenler için güçlü bir çekiciliği olan bir burjuvazi saygınlığı" kazandırdığını belirtiyor.

Fakat güvenlik yetkilileri, aşırı sağcıların bu imajın ardına yoğun bir şekilde sızdığı ve partinin giderek radikalleştiği konusunda uyarılarda bulunuyor. Hatta bir Alman mahkemesi, 2019'da "doğrulanabilir gerçekleri" gerekçe göstererek, partinin üst düzey yetkililerinden Björn Höcke'nin faşist olarak adlandırılabileceğine karar verdi.

Diğer partiler, AfD tehdidine, partiyle her türlü koalisyonu veya iş birliğini engelleyen bir "güvenlik duvar"ı oluşturarak karşılık veriyor. Sonuç olarak anketlerde güçlü olmasına rağmen AfD, ülkenin 16 eyaletinin hiçbirinin yönetiminde bulunmuyor.

Reichstag'a (Berlindeki tarihi meclis binası) nazır ve bu konumuyla da hükûmet karşıtı protestoların işitilebildiği ofisinden düşüncelerini dile getiren Weidel, AfD'nin Berlin'de "2029'dan önce" iktidara gelemeyeceğini itiraf etti.

Yine de AfD'nin bir gün hükümette rol olmasının "kaçınılmaz" olduğunu ısrarla belirten Weidel, kendilerine uygulanan boykottan vazgeçecek ilk partinin de merkez sağdan Hristiyan Demokrat Parti (CDU) olacağını düşünüyor.

Bir zamanlar Merkel'in yönettiği parti için: "CDU, ördüğü güvenlik duvarını pek uzun süre koruyamayacak." ifadelerini kullanıyor. Geçen yıl, Hessen eyaletinde yapılan seçimlere dayanarak net bir sağ çoğunluk oluşturabileceklerini ifade eden Weidel, CDU'nun bu gerçeği, uzun vadede, özellikle de doğu bölgelerinde, reddedemeyeceğini belirtiyor.

AfD'nin hükümetteki en mühim önceliklerinin ne olacağı sorulduğunda Weidel, "ülke sınırlarını etkili bir şekilde koruyacaklarını" ve "yabancı suçları derhâl sınır dışı edeceklerini" dile getiriyor.

Ayrıca vergi sisteminde reform yapacaklarını, devlet yapısında küçülmeye gideceklerini ve fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçişi sonlandıracaklarını belirten Weidel, sözlerini şöyle tamamlıyor: "Fransa, 15 yeni nükleer enerji santrali kurmayı planlıyor. Biz ise kendi başımıza bile kuramayacağımız rüzgâr türbinleri ve güneş panelleri üzerine kumar oynamaya devam ediyoruz."


Bu yazı, Financial Times’da, “German far-right leader hails Brexit as ‘model for Germany’” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.