×
TÜRKİYE

ANALİZ

Gündem Şampiyonasında Zorlu Rakipler: Siyasal Cemaatleşme, Kutuplaşma ve Durağanlık

Türkiye siyaseti, bir süredir, siyasi cemaatleşme, kutuplaşma ve siyasi durağanlığın favoriler arasında yer aldığı, tempolu bir şampiyonlar ligini anımsatıyor.
TÜRKİYE SİYASETİNDE yapısal tartışmalar, önceki dönemlerde olduğu gibi, bugün de gündemdeki ağırlığını korumayı sürdürüyor. Bir tür şampiyonlar ligiyle karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Yapısal tartışmalar arasında gerçekleşen bu şampiyonada dönemsel olarak bazı başlıklar öne çıkarken, bazı başlıklar rutin bir performans sergiliyor. Uzun bir süredir kutuplaşma, siyasal cemaatleşme ve siyasal durağanlık, bahsi geçen şampiyonlar liginin üst sıralarını zorlayan güçlü başlıklar olarak dikkat çekiyor. Son dönemde özellikle “İstanbul Sözleşmesi”, “Öğrenci Andı”, “HDP’ye kapatma davası”, “Anayasa Mahkemesi kapatılsın söylemi” ve en son “emekli amirallerin Montrö bildirisi” etrafında yükselen tartışmalar, gündem şampiyonasındaki “zorlu rakiplerin”, zor başlıkların üst sıralardaki rekabetini keskinleştirmiş vaziyette.

Söz konusu başlıkların siyaset gündemindeki bu yükselişlerine ve nedenlerine ilişkin analizlerde genel olarak “iktidar, lider, kahraman” merkezli bir yaklaşımın ağırlık sergilediğini ifade etmek mümkün. Lider ve kahraman merkezli bu yaklaşımın esas itibariyle Türkiye siyaset analizlerine çoğu zaman hakim olan bir düşünce çerçevesini oluşturduğu söylenebilir. Bu yaklaşımın en temel avantajı, tıpkı bir İngiliz anahtarı gibi hemen her meseleye uyumlu bir çözüm formülü sunabilmesi ve her meseleyi kolayca çözüme kavuşturması. Diğer yandan temel bir handikabı da içinde taşıdığı söylenebilir bu etkileyici yaklaşımın: Her meseleyi hemen hemen aynı şekilde hep aynı, tek faktörle; hep bir “kahraman ya da sorumlu” kategorisiyle açıklaması. Hakkını teslim edelim, hayli kullanışlı, operasyonel, kesin ve etkileyici bir işleve sahip bu yaklaşım. Her kesime etkileyici açıklama çerçeveleri sunabilme kabiliyetine malik. Dolayısıyla kutuplaşma, siyasal cemaatleşme ve siyasal donukluk meselelerinde de söz konusu yaklaşımın ve o yaklaşıma dayalı, lider temelli açıklamaların yaygın bir kabul gördüğü söylenebilir.

Kutuplaşma, siyasal cemaatleşme ve siyasal donukluk tartışmaları konusunda, bu lider merkezli yaklaşımın dışında yapısal, sistem temelli bir yaklaşımı takip ederek daha farklı ve çok taraflı bir analiz çerçevesi önermek mümkün. Bu kapsamda Türkiye’de son dönemlerde yükselen söz konusu tartışmaların, Türkiye siyaset yapısındaki dönüşüm ve o dönüşümün oluşturduğu yeni iktidar ilişkilerinden kaynaklandığı öne sürülebilir.

2010’ların başında ana hatlarını edinen, 2017-2018 aralığındaysa kurumsal çerçevesini kazanan yeni siyaset yapısı ve iktidar ilişkileri etrafında Türkiye’de siyasetin genel olarak çoklu sosyal gruplar, siyasi partiler ve sivil siyaset kurumları temelinde tanımlandığını söylemek mümkündür. Bu doğrultuda siyaset ve iktidar alanının rakip sosyal gruplar, aktif siyasi partiler ve güçlü yürütme erki etrafında işlemeye başladığı ifade edilebilir. İşte bu yeni siyaset yapısı içerisinde toplum, siyaset ve iktidar alanları; bu alanlar arasındaki iktidar ilişkileri ve bu ilişkilerin kurulma biçiminin Türkiye siyasetinde kutuplaşma ve siyasal cemaatleşme süreçlerinin ana nedenini oluşturduğu söylenebilir.

Toplumsal alan: çoklu kimlikler ve kimliksel bagajlar

Önce yeni dönemde toplum ve toplumsal alandan, oradaki iktidar ilişkilerinin kurulma biçiminden, başlayalım. Yeni siyaset yapısı içerisinde, toplumun yani oradaki kültürel kimliklerin, kimlik temelli sosyal grupların Türkiye’de siyasetin merkezine itici güç olarak yerleştirildiği ifade edilebilir. Bu ortamda artık siyaset, kimlik temelli sosyal grupların çok boyutlu, çok taraflı rekabetleri ve iktidar mücadeleleri üzerinden şekilleniyor. İktidar ve devlet, kimlik temelli sosyal gruplar arasındaki iktidar mücadelesinin hem bir sonucu hem de yeniden üretildiği mevki olarak ortaya çıkıyor. Ne var ki, Türkiye’de toplumsal alan parçalı, heterojen ve çoklu bir yapısal nitelik taşımakta. Bu parçalı ve çoklu sosyal gruplar, kültürel kimlikler temelinde ağır tarihi kültürel bagajlara, kimliksel hassasiyetlere, cemaatsel vizyonlara ve maksimal taleplere yaslanıyor. Kültürel ve kimliksel aidiyetler bu bagaj, hassasiyet, vizyon ve önceliklerle sürekli olarak besleniyor. Söz konusu gruplar, siyasete ve iktidar mücadelesine işte bu kimliksel vizyon, talep ve öncelikleriyle dahil olmakta, kimliksel aidiyetler üzerinden sert bir siyasi rekabet ve keskin bir iktidar mücadelesi yürütmektedir. 

Tam da bu noktada yeni siyaset yapısının “sıfır toplamlı” niteliği öne çıkıyor. Zira yeni siyaset yapısı, farklı kültürel kimlikler, kimliksel sosyal gruplar arasında siyasi kurumlar ve yönetim araçları üzerinden yürütülen iktidar ilişkilerini dengeleyecek, siyasi rekabeti düzenleyecek ilkesel - kurumsal mekanizmalardan yoksun bir nitelik taşıyor. Bu haliyle hayatı, gelişmeleri, ilişkileri ve sorunları ortak normlar etrafında düzenleme, çözüme kavuşturma kapasitesinin ve bu noktada cazip-kuşatıcı-fonksiyonel bir siyasal modelin uzağında olduğunu belirtmek mümkün. “Doldur boşalt” mantığıyla çalışıyor bir anlamda. Dolayısıyla sürekli kültürel hassasiyetlerden beslenen ve fakat ortak ilkeler temelinde dengelenmeyen bu iktidar ilişkisi, açıkça sosyal gruplar arasında siyasal cemaatleşmeyi ve kutuplaşmayı pekiştiren bir etkinlik sergiliyor. Kutuplaşma ve cemaatleşme ise sosyal - siyasal hareketliliği sınırlandıran, durağanlaştıran ve siyaseti donukluğa sürükleyen bir siyasal sonuç üretiyor.

Siyasal alan: Toplumdan uzak siyaset ya da siyasetin hakimiyeti

Türkiye’de siyasal cemaatleşme, kutuplaşma ve durağanlık başlıklarını Türkiye siyasetinin yapısal gündemlerinden biri haline getiren ve “turnuvanın favorileri arasına sokan” ikinci temel etkenin doğrudan siyaset alanı ve siyasi partilerle ilgili olduğu söylenebilir. Türkiye’de yeni dönem siyaset yapısı içerisinde siyasi partiler, sosyal grupların siyaset kurumunu etkileme ve biçimlendirme süreçlerini yürüten tek aracı-aktif aktör olarak öne çıkmaktadır. Siyasi partiler, siyaset ve temsil süreçlerinin ana özneleri olarak sistem içerisinde sosyal grupların hassasiyet, beklenti ve taleplerini sisteme taşıma rolü üstlenmektedir. Ne var ki, bu noktada hem partilerin yüksek disiplinli kurumsal yapıları hem de partilerin dağılımını ve temsil kapasitesini belirleyen genel seçim sistemi, esas itibariyle siyasi partilerin toplumsal alanla ve toplumsal gruplarla ilişkilerini, bu ilişkinin niteliğini biçimlendiren bir etki sergiliyor. 

Partilerin yüksek disiplinli yapıları ve ülkede mevcut seçim sistemi, siyasi partilerin toplumsal gruplarla tek taraflı, parti / lider merkezli, parti inisiyatifine / hakimiyetine ve kimliksel referanslara dayalı bir temsil, etki ilişkisi kurması için verimli bir ortam sunuyor. Bu ortamda siyaset alanı ve siyasi partiler, kendi kurumsal vizyon, öncelik ve programları etrafında toplumsal alanı, sosyal grupları, siyasi tabanlarını kimliksel olarak etkileme, yönlendirme konusunda hayli geniş bir manevra alanı buluyor. Hakeza siyasi partiler, siyaset ve temsil süreçlerini kendi siyasi tutum, öncelik ve yaklaşımları etrafında sertleştirme, manipüle etme, ayrıştırma, biçimlendirme konusunda hayli rahat bir imkanlar repertuarı kullanıyor. Dolayısıyla siyasi partilerin toplumsal temsil, katılım, etki, hesapverebilirlik mekanizmalarının zayıflığı ve hantallığı, partilerin kuşatıcı, toplum temelli ve makul politika duyarlılıklarını da zayıflatıyor. 

Sonuçta demokratik temsil siyaseti açısından gerekli olan parti-taban arası karşılıklı etkileşim ve aktif katılım süreçleri, daha kuşatıcı politika arayışları kültürel-kimliksel bir kulvara hapsedilmiş oluyor. Siyasi partilerin aşırı özerk konumuna, üstünlük ve hakimiyetine dayalı, tek taraflı bir temsil süreci işlerlik buluyor. Siyasi partilerin politika ve performans bakımından üzerlerinde çok fazla toplumsal etki, baskı ve denetim hissetmedikleri, toplumsal alanı kültürel ve kimliksel temelde çok rahat mobilize etme imkanı buldukları bu ortamda, siyaset alanı kolaylıkla cemaatsel bir mevziye, kutuplaşmış bir evrene ve donuklaşan bir mahalleye eviriliyor. Gündemdeki güncel gelişmeler, konu ve meseleler, kısa bir mesafe içerisinde kimlik ve ideoloji temelinde sert siyasi tutumlara, tepkilere ve keskin ayrışmalara dönüşüyor. Güncel gelişmeler ve politik gerçeklikler kaçınılmaz bir şekilde o içerisinden anlamlandırılıyor, kuruluyor ve inşa ediliyor. Ve bu inşa süreci, kendisini üreten bir sarmala dönüşerek, siyasal cemaatleşmeyi ve kutuplaşmayı sürekli olarak yeniden üretiyor.

İktidar alanı: Yürütmenin üstünlüğü ve yatay hesapverebilirlik meselesi

Toplumsal alanda kültürel kimlik temelli çeşitlilik ve siyasal alanda siyasi partilerin hakimiyetine dayalı temsil süreçlerinin yanında iktidar alanının yürütmenin üstünlüğü eksenli tasarımı da Türkiye siyasetinde siyasal cemaatleşme, kutuplaşma ve siyasal durağanlığı “gündem şampiyonasının favorileri” arasında tutuyor. Yeni dönemde iktidar alanı, başkanlık sistemi etrafında her ikisi de toplum tarafından seçilen ve bu anlamda sosyal gruplar arası rekabeti yansıtan Cumhurbaşkanlığı ve Meclis etrafında tanımlanmıştı. Dolayısıyla bu dönemde iktidar alanının doğrudan ve bütünüyle sosyal gruplar ve onların uzantısı olan siyasal partiler arasındaki rekabet etrafında biçimlendiği söylenebilir. Ancak bu siyaset yapısı içerisinde devlet yönetimi ve kamu süreçlerinde yürütme otoritesinin (Cumhurbaşkanlığı) kurumsal olarak geniş bir yetki ve inisiyatif alanıyla güçlü bir konuma sahip olduğu; siyasi otorite ve iktidar gücünün merkezde yoğunlaştığı ifade edilebilir. Merkezde yoğunlaşan bu siyasal iktidar gücünü sivil düzeyde dengeleyecek, sınırlandıracak kurumsal mekanizmalarsa zayıf bir nitelik taşıyor. 

İşte bütünüyle sosyal gruplar arası siyasal rekabet etrafında biçimlenen ve fakat dengelenmemiş bir iktidar alanı, sosyal grupları ve siyasi partileri, eğer o iktidarı elde etmek veya sürdürmek istiyorlarsa, doğrudan güç etraflı toparlanma, güç eksenli bütünlük oluşturma ve cemaatleşmeye motive eden bir rol üstleniyor. Sosyal grupları, sivil toplum-siyaset hattı üzerinde bütünleşmeye, o hattı tahkim etmeye teşvik ediyor. Onları belli bağlamlarda grup içi - gruplar arası düzeylerde ittifaklar kurmaya ve o ittifakları konsolide etmeye yönlendiriyor. Başka bir ifadeyle çoklu kimliksel toplum yapısı, yüksek disiplinli siyasi partiler, nispi temsile dayalı seçim sistemi içerisinde iktidar alanının “güçlü yürütme ilkesi” etrafında tanımlanması; siyaseti kolektif yapılar arasında topyekun bir “iktidarı ele geçirme” ve “sürdürme” performansına çeviriyor. Dahası böyle bir iktidar ve siyaset yapısı içerisinde, yürütme erkinin hukukun üstünlüğü ve kurumsal özerklikler konusunda esnek davranma eğilimi ve tercihi, sosyal gruplar ve siyasi partiler arasında kimlik temelli gruplaşma ve kutuplaşma potansiyelini besleyici bir etki gösteriyor.

En nihayetinde siyaset, rakiplerini “meşruiyet kıskacına almaya çalışan” bir iktidar cephesi ile “salt iktidar karşıtı ittifaka” odaklanan bir muhalefet cephesi arasında, topyekun bir güç mücadelesinin yaşandığı cemaatleşmiş, kutuplaşmış ve o noktada durağanlaşmış bir sahneye dönüşüyor. Bu ortamda güncel politik gelişmeler ve konular da bir yandan bu cemaatleşme ve kutuplaşma bağlamında okunup anlamlandırılırken diğer yandan bu okuma süreci içerisinde cemaatleşme ve kutuplaşma hatları yeniden üretiliyor.

Yeni bir turnuva formatı

Gelinen noktada Türkiye siyasetinde gündem tartışmaları için yeni bir turnuva formatına, yeni bir gündem şampiyonası konseptine ihtiyacımızın olduğu açık. Siyasi cemaatleşme, kutuplaşma ve durağanlığın favori olmaktan çıktığı daha sakin ama daha canlı bir turnuva formatına. Sosyal grupları, siyasi partileri ve iktidar kurumunu, oralardaki iktidar ilişkilerini ve etkileşim süreçlerini kurumsal olarak aşan, kuşatan, saran bir şampiyona konseptine. Siyaseti ve iktidar kurumunu bir tür “doldur-boşalt yönteminden”, bir çeşit “tezahürat kültüründen”, “mahalle reflekslerinden”, “büyük kavram tüketimlerinden”, “salt iktidar aleyhinde ittifak politikalarından” veya “muhalefeti gayr-ı meşru kılma” çabalarından ya da “parti ve lider bağımlı süreçlerden” uzaklaştıran; dahası “şiddet ve teröre yönelik angajmanlardan” çekip çıkaran bir turnuvaya ihtiyacımız var. İşin tuhafı, bu yeni turnuva formatına giden yol, mevcut formatın kurulu diyarından, dolambaçlı hatlarından geçerek ilerlemek zorunda. Her zamanki gibi, zorlu!

ŞÜKRÜ MUTLU KARAKOÇ

Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi’de, yüksek lisansını İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde tamamladı. Doktorasını İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yaptı. Karşılaştırmalı siyaset, siyasi sistemler, siyaset sosyolojisi, Türkiye siyaseti ve muhafazakar siyaset konularıyla ilgileniyor.