ANALİZ
Yerel Seçimler ve Muhafazakâr Siyaset -III: Yeni Bir Başlangıç Mümkün mü?
Gelinen noktada AK Parti’nin toplumla ve özellikle muhafazakar seçmenle ilişkilerini “toplumsal rıza” temelinde yenilemesi gerekiyor. Aynı zamanda ekonomi, hukuk, sivil toplum ve medya ile ilişkilerini “iyi yönetim” bağlamında restore etmesi gerekiyor.
AK PARTİ, 2014’te başlayan ve 2016 sonrasında somutlaşan liderlik - otorite temelli siyaset tarzı içerisinde 2024 yerel seçim sürecine girdi. Kampanya kapsamında sahaya sürülen en büyük kampanya argümanı, “gerçek belediyecilik” vurgusu temelinde yerel yönetimde hizmet siyaseti, etkili bir kentsel dönüşüm vurgusuydu. Bu temel argüman özellikle, CHP yönetimindeki büyükşehirler İstanbul, İzmir ve Ankara’da, geride kalan dönemin hizmet üretilmeden geçirildiği iddiasına dayalı “kayıp beş yıl” söylemiyle somutlaştı. Ayrıca CHP’nin İstanbul yönetimine yönelik olarak “kayıt dışı para transferleri gerçekleştirdiği”, hatta bunu “Kandil’e aktardığına” ilişkin “yolsuzluk ve terör” temalı söylemler de sıklıkla işlendi. Yine Yeniden Refah Partisi’nin bağımsız olarak seçimlere girmesini, İslami kesimin oylarını bölme, fitne oluşturma olarak değerlendiren argümanlar da kullanıldı. Ayrıca AK Parti’nin belediye seçimlerini (özellikle İstanbul’u) kazanmasıyla Gazze’nin kazanması arasında kurulan kimliksel bağ da kullanılan argümanlar arasında yerini aldı. Kimi İslami-muhafazakar STK’ların kimliksel bir ortaklık üzerinden yaptığı AK Parti’ye destek açıklaması da seçim kampanyasında kullanılan taktiksel adımlar arasındaydı.
Kampanya sürecinde özellikle İstanbul’daki rekabet, her zaman olduğu gibi, kritik bir öneme sahipti. Doğrusu bu rekabetin, AK Parti’nin içine düştüğü “yıldız/lider karizması tuzağını” çok açık bir şekilde gözler önüne serdiği söylenebilir. Gelinen noktada belki de en büyük sorunlarından biri, partinin Erdoğan dışında, büyük rekabetlerde yarışabilecek, etkili/karizmatik başka bir ismi bırakmamış olmasıydı. Sonuçta parti, öncelikle “kimlik/güç/karizma” unsurlarının siyaseti domine ettiği bir ortamda, Murat Kurum gibi teknokrat, uzman, hizmet vurgusu taşıyan bir adayla seçmen karşısına çıkmayı seçti. Kurum’un seçim meydanlarında, sokaklarda ve kampanya programlarında politik olarak yapabildiği hemen hemen tek şey, “kötü bir İmamoğlu taklidi”ydi. İmamoğlu’nun Kafkas dansına, oyun havasıyla karşılık vermesi, "evlenmek için subay olmayı seçtiğini, ehliyetsiz araba kaçırdığını" açıklaması bu kötü taklidin bir kaç yansımasıydı. Samimi, halktan biri gibi olmak isteyen ama bunu “tam oturtamayan” bir performans görüntüsüydü bu. Diğer taraftan İmamoğlu ise bütünüyle siyasetteki “kimlik/güç/karizma” havasına uygun olarak “kötü bir Erdoğan” taklidiyle seçmen karşısına çıktı. Erdoğan gibi halka doğrudan temas etme, bunun için tartışma ve polemikten kaçınmama yolunu seçti İmamoğlu. Ama işin kötü tarafı, konuşmada bir üstünlük ve hakimiyet kurma hesapçılığıyla, yanlış bilgiyi doğru gibi savunma, manipülasyon, yanlışta ısrar, hatta seçmeni aşağılama, hafife alma, hakaret etme yoluna girdi.
Günün sonunda AK Parti’nin kampanya ve argümanları, partinin son on yılda somutlaşan siyaset tarzının üzerine çıkarak, beklenen büyük etkiyi üretme konusunda yetersiz kaldı. Yerleşik siyaset ve iktidar tarzı etrafında AK Parti açısından seçim sürecinde ortaya çıkan en büyük sorun, partinin hitap ettiği / etkilemeye çalıştığı geniş toplumsal kesimlerle (o kesimin eğilim, talep, tepki ve öncelikleriyle) arasında, derin bir uçurumun oluşması; partinin geniş toplumsal kesimlere dokunma ve nüfuz etme kapasitesini büyük oranda kaybetmesi; seçimleri kazanmak için gerekli etkileşim ve teması sahaya taşıyamamasıydı. Sonuçta kampanya, parti ile toplum arasında (güçlü lider siyaseti ve bu siyasetin ürettiği yakıcı sorunlar etrafında) oluşan derin uçurumu kapatmaya yetmedi. Yaklaşık on yıllık bir sürede çok katmanlı bir soruna dönüşen bu yönetim ve temsil sorununun bir kampanya ile aşılması beklenemezdi. Öyle de oldu!
Muhafazakâr Siyaset ve AK Parti'nin Geleceği
Seçim sonrası itibariyle gelinen noktada muhafazakar siyaset parçalanmış durumda. Dahası, siyaset sahnesinde uzun aradan sonra tarihi ve ağır bir yenilgi almış vaziyette. 2019’da özellikle büyükşehirleri kaybettiği ama yine de birinci parti olarak çıktığı yerel seçimlerde muhafazakar siyaset ve AK Parti’nin önünde iki seçenek vardı. Muhafaza ve Reform.
O seçimlerden sonra Parti, ilkini seçti. 2014 itibariyle başlayan güç ve otorite temelli siyaset anlayışını katmanlaştırarak devam ettirdi. Şimdi bu yenilgiden tekrar geri dönmek için bu kez önde artık tek seçenek var. Reform ve değişim.
Önce toplumla ve özellikle muhafazakar seçmenle ilişkilerini “toplumsal rıza” temelinde yenilemesi gerekiyor. Aynı zamanda ekonomi, hukuk, sivil toplum ve medya ile ilişkilerini “iyi yönetim” bağlamında restore etmesi gerekiyor. Esas olarak bu reform ve değişik kendi içerisinde çok katmanlı, çok boyutlu, çok tercihli bir dönüşüm sürecini barındırıyor.
Reform ve değişim konusunda bir seçenek olarak açık bir “politika değişikliğine” gidilebilir. Bu değişimin “toplumsal onay” ve “iyi yönetim” açısından sonuç verebilmesi, geri planda ilke ve anlayış değişikliğini, bu da belli düzeyde kadro değişikliğini gerektirecektir.
Reform konusunda ikinci bir seçenek olarak merkezden teşkilatlara doğru bir iktidar/parti içi “kadro değişikliğine” gidilebilir. Ancak bu değişimin arka planda anlayış, ilke ve politika değişikliğine uzanmaması durumunda, “toplumsal onay ve iyi yönetim” konusunda süreç hüsranla sonuçlanabilir.
Reform konusunda üçüncü bir seçenekse doğrudan “ilke, anlayış ve paradigma değişikliğine” gidilmesi, bu kapsamda güçlü lider siyasetinin kurumsal özerklik ve hukukun üstünlüğü ile dengelenmesi / dönüştürülmesi olabilir. Bu seçenek mevcut durumda hayli zorlu ama zorunlu bir seçenek. Bu seçenek AK Parti’nin Türkiye siyaseti içerisindeki mevcut konumunu, siyasi ilişkilerini ve reflekslerini köklü bir şekilde değiştirmek demek.
Bunun için de 2024 itibariyle bu reform ve değişimin gerçekleşebilmesi için pek çok parçanın bir araya getirilmesi ve yapısal pek çok adımın atılması gerekiyor. Mesela, muhafazakar siyaset içerisindeki aktörlerle bir araya gelmek onlarla yeniden müzakere etmek gerekiyor. İktidar kadrolarını, parti yapısını, teşkilatları hatta medyadaki yüzleri buna göre yenilemek gerekiyor. Kısa politik manevralar bir tarafa, öncelikle kurala, norma ve ilkelere dayalı siyasete dönmek gerekiyor. Böylece parti ve muhafazakar toplum arasındaki ilişkiyi, aynı zamanda parti ile toplum arasındaki ilişkileri, karşılıklı etkileşim temelinde yeniden tazelemek gerekiyor. Bu adımları atmak ne kadar zorsa, geri dönüş de o kadar zor görünüyor!
Bugün gelinen noktada, CHP ve İmamoğlu, Türkiye’nin geleceğini etkileyecek birer siyasi özne olarak siyaset ve güç ilişkisine dahil olmuş durumda. AK Parti, özellikle son beş yıldaki siyaset performansı ve anlayışıyla, bu noktada sahip olduğu tekeli kaybetti. Fakat hala avantajı şu ki, bir sonraki seçimleri CHP’nin performansından daha çok AK Parti’nin iktidar, yönetim ve temsil performansı belirleyecek. Türkiye’nin geleceği için şimdi gözler yine AK Parti’nin üzerinde olacak. Ama bu kez yalnız değil!
Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi’de, yüksek lisansını İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde tamamladı. Doktorasını İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yaptı. Karşılaştırmalı siyaset, siyasi sistemler, siyaset sosyolojisi, Türkiye siyaseti ve muhafazakar siyaset konularıyla ilgileniyor.