ANALİZ
İran-İsrail Savaşı: Orta Doğu'da Güç Dengesi İsrail’e Kayıyor!
Şimdi kritik üç soru var: İlki, İran – İsrail savaşının nasıl bir seyir izleyeceği; ikincisi, Trump ve Amerika’nın bu savaşın derinlerine doğru çekilip çekilmeyeceği. Üçüncüsü ise savaşın Orta Doğu’yu nasıl şekillendireceği.
TAKVİMLER 12 Haziran’ı gösterdiğinde ABD Başkanı Donald Trump, “İran nükleer sorununda diplomatik bir çözüme BAĞLI KALACAĞIZ !" dedi. Ancak ertesi gün İsrail, İran'a saldırdı. İsrail’in İran nükleer programını hedef aldığı hava saldırılarında, İran Genelkurmay Başkanı Bakıri ile Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Selami ve nükleer bilim insanları hayatını kaybetti. Son saldırılarda en az 20 üst düzey komutanın öldüğü öne sürüldü. Şimdi bu çatışma amansızca tırmanmaya devam ediyor. İran, İsrail şehirlerini balistik füze ve drone saldırılarıyla vurdu. İkinci gece, İsrail savaş uçakları Tahran'ın hava savunma sistemlerini hedef aldı. Sonrasında İsrail, Fordow ve Isfahan'daki İran nükleer tesislerine saldırdı ve "önemli hasar" verdiğini iddia etti; daha fazla saldırı gelebilir. Amerika, askeri ve teknolojik gücüyle İsrail'i füze saldırılarına karşı savunmaya yardımcı oluyor.
Şimdi kritik üç soru var: İlki, İran – İsrail savaşının nasıl bir seyir izleyeceği ya da İran’ın, İsrail’i durdurup durduramayacağı. İkincisi, İsrail’i koşulsuz destekleyen Trump ve Amerika’nın bu savaşın daha derinlerine doğru çekilip çekilmeyeceği. Üçüncüsü ise bu savaşın Orta Doğu’yu nasıl etkileyeceği ve bölgedeki güç dengelerini nasıl şekillendireceği.
I) İRAN - İSRAİL SAVAŞI NASIL BİR SEYİR İZLEYECEK?
İsrail'in şu anki odak noktası İran'ın nükleer tesislerinin yanı sıra ülkenin komuta - kontrolünü ve askeri liderliğini zayıflatmaya çalışmak. Bu açıdan Netanyahu yönetimi, en azından önümüzdeki günlerde saldırılara devam edecektir. Beklenti, İsrail kendi başına İran'ın nükleer bombaya ulaşma çalışmasını tamamen ortadan kaldıramasa bile, İran'ın nükleer bombaya ulaşma zamanını geciktirmek. Bunun için İsrail hükümeti, İran'ın önemli nükleer altyapısına odaklanıyor. İsrail, İran'ın nükleer silah üretme potansiyelini kendi varlığına ve bölgesel hedeflerine yönelik bir tehdit olarak görüyor. İran’ın atom programına karşı bir sabotaj kampanyasının arkasında olduğu düşünülüyor.
Peki İsrail'in nihai hedefi, sadece İran'ın nükleer programını sekteye uğratmanın ötesinde rejim değişikliğini kışkırtmak olabilir mi? İsrail'in seçtiği hedefler bu sorunun cevabını belirlemeye yardımcı olacak. Yıllardır İsrail'deki birçok kişi İran'daki rejim değişikliğinin bölgede yeni ve daha iyi bir dönemi başlatacağı konusunda ısrar ediyor. Hiçbir şeyin mevcut teokratik rejimden daha kötü olamayacağını öne sürüyor. İran, ülkenin büyümesini baltalayan ve kendi halkına muazzam zarar veren korkunç bir otokrasi tarafından yönetiliyor. Ancak tarih, söz konusu değişikliğin her zaman daha da kötü olabileceğini söylüyor. Otokratik bir İran hükümetinin yerine gelmesi muhtemel olan şey demokrasi değil, Devrim Muhafızları Kolordusu yönetimidir. Böyle bir hükümetin, en azından başlangıçta, mevcut hükümetten çok daha sert olması muhtemel. Böyle bir durumda İsrail, kendisini, açık, sürekli ve çok daha yoğun bir savaşın içinde bulabilir.
Diğer taraftan, birden fazla üst düzey yetkilinin öldürülmesi de dahil olmak üzere yaşanan son gelişmelerin, İran'ı nükleer bombaya erişim çalışmalarını hızlandırma konusunda teşvik etme olasılığı daha yüksek. Perşembe günü göz ardı edilen önemli noktalarından biri, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) yirmi yıldır ilk kez İran'ın nükleer yayılmama yükümlülüklerine uymadığı yönünde bir rapor yayınladı. Rapora göre İran, %60 saflıkta zenginleştirilmiş yaklaşık 400 kilogram uranyum biriktirdi. Bu uranyum %90 saflıkta zenginliğe ulaştırılırsa, dokuz ila on bomba yapmaya yetecek. Şimdi İran yönetimi, İsrail saldırılarının, artık nükleer bomba edinip edinmeme konusunda karar vermesi için zamanın dolduğuna işaret ettiğini düşünebilir. Bu durumda artık meşhur nükleer eşiğin önünde beklemekten vaz geçip, nükleer bomba edinmek için acele etmesi ya da bir daha asla bir nükleer bombaya sahip olmama riskini göze alması gerekir.
Zira İsrail'in nükleer silaha sahip İran'ı varoluşsal bir tehdit olarak görmesi gibi, birçok İranlı lider için nükleer silahı olmayan (veya nükleer silaha sahip olma potansiyeli olmayan) bir İran, rejimin kendisinin hayatta kalması için varoluşsal bir tehdittir. Birçok İranlı lider, nükleer silahın nihayetinde kendilerine istikrar ve koruma sağlayacağına inanıyor.
Askeri Güç Karşılaştırması
Nükleer silah sorunu etrafında alevlenen bu savaşta, İsrail kuvvetlerinin İran'a göre büyük bir teknolojik üstünlüğü var. Bu açıkça, İsrail’in güvenliğine olan bağlılığının bir parçası olarak uzun zamandır bölgede İsrail'in avantajını garanti altına almaya çalışan Amerika'nin askeri ve mali desteğinden kaynaklanıyor. Örneğin, İsrail şu ana kadar Lockheed Martin'in, şimdiye kadarki en pahalı silah sistemi F-35 savaş uçağını satın alan Orta Doğu'daki tek devlet.
Buna karşılık yaptırımlar ve siyasi izolasyon, İran'ın yabancı askeri teknolojiye erişimini engelliyor. Bu durum, Nisan ayında İsrail'e karşı ateşlediği füzeler ve insansız hava araçları da dahil olmak üzere İran’ı kendi silahlarını geliştirmeye yöneltti. İran'ın savaş uçakları çoğunlukla ülkenin 1979 devriminden önce miras alınan eski modeller. Ülke, Rusya ile artan bir iş birliği yoluyla askeri yeteneklerini geliştirmeyi umuyor. Şimdiye kadar, Sukhoi Su-35 savaş uçakları da dahil olmak üzere İran'ın en çok istediği üst düzey Rus askeri ürünleri istek listesinde kalmaya devam ediyor.
Teknolojik açıdan dezavantajlı olmasına rağmen İran ordusunun, Nisan ayında İsrail'e karşı konuşlandırdığı balistik - seyir füzeleri ve insansız hava araçları (İHA) açısından önemli bir stoka sahip olduğu düşünülüyor.
İran'ın için İsrail'in hava savunma sistemini aşmak önemli bir zorluk. İsrail Hava Kuvvetleri savaş uçaklarını geçmek gerekiyor. Sonra İsrail'in Arrow ve David's Sling hava savunma sistemleri, ayrıca bölgedeki ABD ve diğer müttefik kuvvetlerin müdahale kabiliyetlerini aşabilmek gerekli.
İran'ın kendi savunma sistemi, uçak ve seyir füzelerine karşı koymak için Rusya'nın S-300'ü ve yerel olarak üretilen Arman anti-balistik füze sistemi gibi, karadan havaya füze sistemlerini içeriyor. Bunlar, İsrail'in savunma araçları kadar kadar savaşta test edilmiş değil. Bu da İran'ın, kafa kafaya mücadeleden ziyade, aşırı büyük güç yansıtabildiği asimetrik savaşı tercih ettiğinin bir göstergesi.
Teslimiyet rejimin sonu anlamına gelebilir
Nükleer program görüşmeleri bağlamında, ABD Başkanı Trump, İran'da "rejim değişikliği" aramadığını birçok kez vurguladı. İran'ın "başarılı" olmasını istediğini defalarca iddia etti - tek şart, bir ABD anlaşmasını kabul etmesi.
Ancak İran'ın görüşüne göre, ABD'nin teklifi bir barış teklifi olarak değil, teslimiyet için bir plan olarak görülüyor. Ve korkulan şey, bunun nihayetinde diplomasi kisvesi altında rejim değişikliğinin yolunu açması.
Dini lider Ali Hamaney, ABD'nin son önerisine, uranyum zenginleştirmenin İran için "kırmızı çizgi" olmaya devam ettiğini belirterek yanıt verdi. İran perspektifinden bu haktan vazgeçmek, muhaliflerin rejim üzerindeki baskılarını artırmaya ve daha fazla talepte bulunmaya (örneğin İran'ın füze programını iptal etmeye) cesaretlendirecektir.
Tahran'daki korku, bu durumun ülkeyi gelecekteki İsrail saldırılarını caydırma imkânı olmadan savunmasız bir duruma düşürebileceği yönünde.
Dahası, ABD şartlarına teslim olmak, içeride iki cephenin tepkisine yol açabilir: İlki, halihazırda büyüyen muhalefet hareketinin tepkisi. İkincisi ise rejimin sadık destekçilerinden oluşan ve herhangi bir geri çekilmeyi ihanet olarak görecek olan tabanın tepkisi.
Bu bağlamda İran'ın önde gelen isimlerinin çoğu, Trump'ın şartlarına boyun eğmenin rejim değişikliğini engellemeyeceğine, aksine hızlandıracağına inanıyor.
Bu noktada İran, açık bir çatışmaya çekilmişken, ileriye doğru ilerlemekten başka bir alternatif görmüyor. Herhangi bir zayıflık belirtisi, rejimin içerideki meşruiyetini ciddi şekilde zayıflatacak ve yurtdışındaki muhaliflerini cesaretlendirecektir.
Dahası, Tahran, Trump'ın yabancı savaşlara karşı olan isteksizliğine bahse giriyor. İranlı liderler ABD'nin bölgede (küresel ticareti bozabilecek ve Trump'ın Körfez ülkeleriyle son ekonomik ortaklıklarını tehlikeye atabilecek) başka bir maliyetli çatışmaya girmeye ne hazır ne de istekli olduğuna inanıyor.
Bu nedenle, İran liderliği muhtemelen şu anda kararlı bir şekilde durarak, ABD kenarda kaldığı sürece çatışmanın sınırlı kalacağına inanıyor. Ve sonra, İran liderleri, kendi görüşlerine göre, güçlü bir konumdan müzakere masasına geri dönmeye çalışacaklar.
***
II) TRUM VE AMERİKA SAVAŞIN DERİNLERİNE ÇEKİLİR Mİ?
İsrail’in saldırılarının ardından ikinci kritik soru, İsrail’i koşulsuz destekleyen Trump ve Amerika’nın bu savaşın daha derinlerine doğru çekilip çekilmeyeceği. Bazı Cumhuriyetçiler bunu teşvik ediyor. Senatör Lindsey Graham 13 Haziran'da diplomasi başarısız olursa, "İsrail'in işi bitirmesine yardımcı olmak için her şeyi yapmanın" Amerika'nın ulusal güvenlik çıkarına olduğuna "güçlü bir şekilde" inandığını söyledi. Ayrıca Washington'daki muhafazakar eğilimli Demokrasileri Savunma Vakfı'nın kıdemli danışmanlarından Richard Goldberg, İran hükümeti "geçmişteki diğer diktatörlükler gibi tarihin çöp sepetine atılana kadar" İsrail'in ABD'den ihtiyaç duyduğu tüm desteği alması gerektiği görüşünde. Ancak Trump'ın bazı müttefikleri de dahil olmak üzere Cumhuriyetçilerin önde gelen isimleri, İsrail saldırılarını sorguluyor ve ABD'nin İran'la savaşa girmemesi konusunda uyarıyor.
Başkan Donald Trump, Ocak ayında ikinci dönemi için yemin ettikten sonra , “tüm savaşları durdurmak” ve “barış elçisi ve birleştirici” bir miras bırakmak için çaba göstereceğini söylemişti. Ancak altı ay sonra, İsrail'in İran'a saldırmasının ardından Orta Doğu'ya füzeler uçmaya başladı ve bu durum, ABD birliklerini çatışmaya çekebilecek tam kapsamlı bir bölgesel savaş riskini doğurdu. Trump'ın açıkça desteklediği İsrail'in İran'a yönelik saldırıları, şimdi başkanın barışın habercisi olma vaadini sınamaya başlıyor. Ayrıca Trump'ın tabanını da bölmüş durumda; birçok sağcı siyasetçi ve yorumcu, İsrail'e koşulsuz destek vermenin Trump'ın seçildiği "Önce Amerika" platformuyla çeliştiğini vurguluyor.
ABD'de diplomasiyi destekleyen bir düşünce kuruluşu olan Quincy Enstitüsü’nün icra direktörü yardımcısı Trita Parsi, “Önce Amerika tabanının pek çok bölümünde çok güçlü bir ihanet duygusu ve öfke var çünkü ABD’nin bu tür savaşlara dahil olmasına ya da bunları desteklemesine gerçek anlamda karşı çıkıyorlar” dedi.
Parsi, sözlerini şöyle sürdürdü: “İsrail’e büyük ölçüde şüphe ile yaklaşmaya başladılar; bu tür savaşların Cumhuriyetçi başkanlıkların başarısızlık haline gelmesine sebep olduğuna ve bunun daha geniş iç gündemlerinden taviz verilmesine yol açtığına güçlü bir şekilde inanıyorlar.”
“ABD, savaşa aç İsrail hükümetini desteklememeli!”
Pek çok ABD’li muhafazakar da İsrail’in İran’a düzenlediği saldırıları sorgulamaya başladı, ABD’nin “çıkarlarına hizmet etmeyen bir savaşın içine çekilmemesi” konusunda uyarıda bulundu.
Eski Fox News sunucularından olan ve Trump’ın “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap” (MAGA) hareketinin önde gelen isimlerinden sayılan Tucker Carlson, ABD’nin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun “savaşa aç hükümetini” desteklememesi gerektiğini söyledi.
Carlson, cuma günü “Tucker Carlson Network” yayınındaki sabah bülteninde, “Eğer İsrail bu savaşı yürütmek istiyorsa bunu yapmak için her türlü hakkı var. Egemen bir ülke ve istediğini yapabilir. Ama Amerika’nın desteğiyle değil…” diye konuştu.
İran ile savaşın “bir sonraki nesil terörizmi körükleyebileceği” iddiasında da bulunan Carlson, bunun aynı zamanda binlerce ABD’linin “yabancı bir gündem adına” ölmesi anlamına gelebileceğini sözlerine ekledi.
"İsrail’i bırak"
Bültende, ayrıca şu ifadelere yer verildi: “Bu olasılıklardan herhangi birinin ABD için faydalı olmayacağını söylemeye gerek yok… Ama başka bir seçenek var: İsrail’i bırak. Bırakın kendi savaşlarını yürütsünler.”
Cumhuriyetçi Senatör Rand Paul de sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda “Amerikan halkının büyük çoğunlukla sonsuz savaşlara karşı olduğunu ve 2024 yılında Trump’a bu sebeple oy verdiklerini” söyledi.
Paul, “Başkan Trump’ı çizgisinde kalmaya, Amerika’yı birinci sıraya koymaya ve diğer ülkeler arasındaki herhangi bir savaşa katılmamaya çağırıyorum” diye konuştu.
Kongre üyesi Marjorie Taylor Greene de X hesabından saldırılara karşı olduğuna işaret eden bir paylaşım yaptı. Greene, “Barış için dua ediyorum. Barış” ifadelerini kullandı.
Cumhuriyetçi bir aktivist ve yorumcu olan Charlie Kirk de İran ile olası bir savaşa ilişkin şüphelerini dile getirerek, “Size hemen şu an şunu söyleyebilirim: MAGA tabanımız hiçbir şekilde savaş istemiyor” dedi. Podcast yayınında konuşan Kirk, “ABD’nin dahil olmasını istemiyorlar. ABD’nin buna müdahil olmasını istemiyorlar” gözleminde bulundu.
***
III) SAVAŞ ORTA DOĞU'YU NASIL ŞEKİLLENDİRECEK?
İsrail’in saldırılarının ardından patlak veren savaş ortamında üçüncü kritik soru ise bu savaşın Orta Doğu’yu nasıl etkileyeceği ve bölgedeki güç dengelerini nasıl şekillendireceği. Son gelişmeler, İran'ın bölgedeki yirmi yıllık nüfuzunun sona ermesi olasılığını gündeme getiriyor.
Fransız güvenlik uzmanı Claude Moniquet’e göre, gelinen noktada İran büyük bir askeri başarısızlık sergilemiş durumda ve Orta Doğu'daki güç dengesi önemli ölçüde değişmiş vaziyette. Moniquet, Fransız istihbarat hizmetlerinde görev yapmış, bölge hakkında birkaç kitap yazmış bir isim. Moniquet'e göre, İran, İsrail saldırıları sırasında büyük askeri kayıplar yaşadı ve karşılık verme kapasitesi sınırlı.
"200'den fazla uçak, füze, 300 saldırı, 100'den fazla noktanın vurulduğu ve en az bir düzine veya on beş İranlı liderin ortadan kaldırıldığı bir operasyona sınırlı bir operasyon denemez. Bu, 25 yıldır beklenen bir savaş eylemi. 25 yıldır İsrailliler, İran'ın atom bombasına sahip olmasına tahammül etmeyeceklerini söylüyorlar.”
Moniquet, İran'ın şu anda dört yanıt seçeneği olduğunu, bunlardan ilkinin -İsrail'e insansız hava araçları göndermek- halihazırda başladığını söyledi.
Moniquet'e göre ikinci olasılık, Yemen'deki Husiler gibi vekillerle ortak bir operasyon. Moniquet'e göre, uzun veya orta vadede "bir şekilde" devreye girecek üçüncü ihtimal ise "terörizm kullanımı". İran, son 40 yıldır Avrupa ve Fransa da dahil olmak üzere birçok ülkede saldırılar düzenleyen bir devlet. Moniquet'e göre "eğer tırmanma devam ederse, dördüncü ve son ihtimal Hürmüz Boğazı'nın kapatılması olur ki bu da Avrupa için bir felaket olur."
" Şimdi, oldukça açık bir şekilde, İranlıların bölgede hava üstünlüğüne sahip olan İsrail'e karşı tam kapsamlı bir savaş açma kapasitesine sahip olduğunu düşünmek zor. İran'ın askeri-güvenlik sisteminin tamamen dağınık olduğu görülüyor."
Moniquet'e göre İsrail, son yıllarda Hizbullah ve Hamas'a karşı yürüttüğü savaşla bölgedeki İran vekillerini sistematik olarak zayıflattı ve şimdi de güç dengelerini değiştirecek bir darbe indirdi.
"İran bugün, çok ağır bir askeri başarısızlık yaşadı ve savaş daha bitmedi. Ancak Hizbullah'ın, Hamas'ın, Yemen'deki Husilerin arkasında her zaman İranlıları buluyoruz. Eğer İsrailliler çok fazla ileri giderse, bu savaşın, Orta Doğu'daki tüm jeopolitik haritayı değiştirme olasılığı yüksek."
İsrail’in pervasızlığı
Diğer taraftan Türkiye 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İsrail’in bölgedeki saldırganlığıyla ilgili olarak “İslam dünyasındaki dağınıklık İsrail’in pervasız saldırılarına cesaret veriyor” açıklamasında bulundu. İsrail’in bu denli pervasızlaşmasının iki nedeni olduğunu belirten Gül, bunlardan ilkinin İslam dünyasındaki dağınıklık, ikincisinin ise ABD’nin kayıtsız desteği olduğunu ifade etti. İsrail’in Filistin’deki katliamlarına dikkat çeken Gül, “Filistin’deki savaş artık Filistinlilerle İsrail arasında değil, Filistinlilerle İsrail’i koşulsuz destekleyen ABD arasında” diyen Gül, Washington yönetiminin BM’deki veto kararlarını örnek gösterdi.
“ABD’ye toplu baskı şart!”
D-8’in 28. kuruluş yıl dönümünde konuşan Gül, çözüm için yalnızca açıklama yapmak ve yürüyüş düzenlemenin yeterli olmadığını, İslam ülkelerinin en üst düzeyde birlikte hareket ederek ABD üzerinde doğrudan baskı kurması gerektiğini söyledi. “Krallar, cumhurbaşkanları, emirler ve başbakanlar ortak bir duruş göstermeli” çağrısında bulunan Gül, ABD’nin mevcut politikalarının sadece Orta Doğu’yu değil, küresel barışı da tehdit ettiğini vurguladı.
“Gerçekle yüzleşip güçlü bir organizasyon gerekli”
Bölgede İsrail meselesine karşı etkili bir tepki gösterilmesi için organizasyonel ve stratejik bir bakış açısı gerektiğini vurgulayan Abdullah Gül, “İşin açık gerçeğini görmek ve bunu en dikkatli, en güçlü şekilde organize etmek zorundayız” ifadelerini kullandı.
***
TRUMP AMERİKA'NIN "SÜPER GÜCÜ"NÜ AŞINDIRIYOR!
Gelinen noktada Benjamin Netanyahu hükümetinin pervasızlığı ve Donald Trump'ın tutarsızlığı Ortadoğu'daki krizi derinleştiriyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı, İsrail'in İran'a düzenlediği ve kilit askeri komutanları ve nükleer bilim adamlarını öldüren, ayrıca füze kapasitesini ve nükleer zenginleştirme tesisini vuran yıkıcı gece saldırısının tek taraflı olduğunu hemen açıkladı. Trump'ın, Pazartesi günü yaptığı bir telefon görüşmesinde, İran'ın nükleer programı hakkında bu hafta sonu yapılması gereken ABD görüşmelerini beklemesi için Netanyahu'yu uyardığı bildirildi. Şüphe, İsrail'in bir anlaşmaya varılabileceğinden korktuğu ve önce saldırmak istediği yönünde. Ancak İsrailli yetkililer, Trump'ın yalnızca buna karşı çıktığını iddia etmesiyle, ABD'den gizli bir yeşil ışık aldıklarını bildirdiler.
Saldırıdan sarsılmış ama misilleme yapamayacak kadar zayıf görünmekten korkan İran, ABD'nin saldırıya karşı çıktığına inanması pek olası değil. Trump, ileride "daha da acımasız saldırı" tehdidinde bulunarak, İran'ı "her şey yıkılmadan bir anlaşma yapmaya" çağırarak ve " her şeyi bildiğini" iddia ederek bunu zorlaştırdı.
İsrail, Orta Doğu'yu uçurumun kenarına itmeden yeniden şekillendirme becerisine giderek daha fazla ve tehlikeli bir şekilde güveniyor. Hamas, Hizbullah ve İran hava savunmalarına yönelik önceki saldırılarının, İran nükleer programının oluşturduğu varoluşsal tehdidi çok geç olmadan yok etmek için kısa bir fırsat yarattığına inanıyor. Rusya, Tahran'ın yardımına koşacak gibi görünmüyor ve Körfez ülkeleri istikrarsızlık istemese de eski bir rakibin zayıflamasını görmekten de rahatsız olmuyorlar.
Ancak hesaplaşmada en önemli nokta, İsrail iç siyasetinde ancak “askeri eylemlerle hayatta kalabilen Netanyahu'nun bu hafta Knesset oylamasında ancak kıl payı iktidarda kalmasıydı. Hükümet ayrıca Gazze'deki savaş suçları nedeniyle artan uluslararası kınamayla karşı karşıya. ABD ve diğerleri bu suçların devam etmesine izin verse de. Ülkenin uluslararası itibarını yok ediyor, ancak bu dış saldırılarla iç desteği artırabiliyor.
Açık soru, İran uranyum zenginleştirme sahasının geleceğinin ne olacağı. İsrail, personel ve bazı altyapıların ortadan kaldırılmasının İran'ın nükleer tehdidini engellemek için yeterli olduğuna inanıyorsa, bu çok büyük ve tehlikeli bir kumar olur. Bu saldırı, Tahran'ı, nükleer silahlı statüye doğru acele etmesine neden olabilir ve bu arada daha umutsuz ve çıkmaz önlemlerin alınmasına yol açabilir. Böyle bir durumda, en büyük olasılık, İran'ın kağıt kaplan olduğuna ikna ederek veya Tahran'ı ABD hedeflerine saldırmaya ikna ederek İsrail'in ABD’yi savaş bataklığına çekmesi olabilir.
Göreve başlama konuşmasında "En gurur duyduğum miras, bir barış elçisi ve birleştirici olmak olacak," demişti. Ancak Cuma günü İsrail'in saldırıları nedeniyle bölgesel bir savaşın çıkmasından endişe duymadığını söyledi. Çok az kişi bu kadar iyimser hatta kayıtsız olabilecektir. ABD dış politikasının mevcut tutarsızlığı ve anlaşılmazlığı istikrarsızlığı körüklüyor ve muhalifleri kadersel yanlış hesaplamalara çekme riski taşıyor. İsrail’i de...
Bu yazı, The Economist, The Guardian, Atlantic Council, The Conversation, Aljazeera, Euronews ve Business Standart sayfalarından derlenerek hazırlanmıştır.