ANALİZ
“Yeni Ortadoğu”: Aktörler Değişiyor, Kaos Baki!
Ortadoğu, en güçlü aktörlerin diğerlerini domine ettiği, onların hak, irade ve tanınma taleplerini reddettiği, derin siyasi bölünmelerin yaşandığı bir bölge olmaya devam ediyor. Dolayısıyla bazı unsurlar değişse de "yeni bir Ortadoğu"dan söz etmek için çok erken.
ORTADOĞU'DA SON BİRKAÇ yılda yaşanan çalkantılı olaylar göz önüne alındığında, "yeni bir Ortadoğu"nun ortaya çıkışını müjdelemek cazip geliyor. Ancak şimdiye kadar bu “müjdeyi” pek çok kez duyduk. Altı Gün Savaşı bazıları tarafından kritik bir dönüm noktası olarak düşünüldü. Ama öyle olmadı. Mısır-İsrail barış antlaşması, Birinci Körfez Savaşı, Oslo Anlaşmaları, ABD'nin Irak işgali ve Arap Baharı da aynı şekilde. Yine 11 Eylül saldırıları, Suriye iç savaşı, 7 Ekim 2023 Hamas saldırısı, ardından İsrail’in Gazze'de sürdürdüğü soykırım, Lübnan'ın tekrarlayan yıkımı, Husilerin Kızıldeniz gemilerine saldırıları ve İran'a son hava saldırıları gibi kritik, dramatik olaylar dünden bugüne yaşanmaya devam ediyor.
Bölgede son on yılda, özellikle de 7 Ekim 2023'ten bu yana olağanüstü gelişmelere tanık olduk. Ancak bölgeyi uzun süredir çatışma ve kriz sarmalına sokan temel koşullar değişmedi. Bazı aktörler gitti, bazıları güç kazandı/kaybetti ve bazıları farklı politikalar benimsedi. Ancak istikrarsızlığın temel kaynakları hâlâ sağlam.
İşte tam da bu nedenle yeni bir Ortadoğu'dan söz edildiğini duyduğumda şüpheci olmaya meyilliyim. Bu şüpheciliğin nedenini anlamak için önce bölgede neyin yeni olduğuna, sonra neyin değişmediğine bakalım.
Bölgede değişen unsurlar
Son birkaç yılın en belirgin ve önemli gelişmesi, “Direniş Ekseni”nin (İran, Hamas, Hizbullah, Irak milisleri, Suriye'de Esad rejimi ve Yemen'de Husiler) dramatik biçimde zayıflaması. Hamas'ın 7 Ekim 2023'te İsrail'e yönelik saldırısının ardından, İsrail bu gevşek koalisyonun her bir parçasına karşı büyük bir saldırı kampanyası başlattı ve bunda da etkili oldu. Hamas ciddi şekilde zayıflatıldı, ancak ortadan kaldırılamadı ve hala İsrail'in soykırım eylemlerine direniyor. Hizbullah'ın birçok üst düzey lideri öldürüldü; askeri kolu iki yıl öncesine göre çok daha zayıf. Destekten yoksun kalan Esad rejimi süpürüldü. İsrail bu fırsatı Suriye'deki silah depolarını bombalamak ve orada daha fazla toprak işgal etmek için kullandı. Yemen'de Husilerle hava saldırıları alışverişinde bulundu. Son olarak, Haziran ayında İran'a karşı iddialı bir hava saldırısı başlattı (daha sonra ABD tarafından güçlendirildi). Amaç İran'ın nükleer altyapısını yok etmek ve muhtemelen din adamı rejimini devirmekti. Esad dışında, direniş eksenin hiçbir parçası ortadan kaldırılamadı ve hepsi inatla meydan okumaya devam ediyor. Ancak her biri, birkaç yıl öncesine göre daha zayıf.
İkinci gelişme, Arap dünyasında güç ve nüfuzun Mısır ve Irak'tan Suudi Arabistan ve Körfez'in zengin petrol devletlerine doğru kademeli olarak kayması. Yeni dönemde Mısır ekonomik olarak çökmüş durumdayken, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), ekonomilerini modernize edip çeşitlendirmek ve daha aktif diplomatik roller üstlenmek için yarışıyor. Şimdi bazı uzmanlar artık bu devletlerin, zorunluluktan da olsa, bölgede arabuluculuk rolü üstlenebileceğine inanıyor.
Üçüncüsü, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın devrilmesi ve Ukrayna'daki uzun, maliyetli savaşın getirdiği zorluklar, Rusya'nın bölgedeki nüfuzunu büyük ölçüde azalttı. Moskova, Esad'ın çöküşünü engelleyemedi ve Ukrayna'daki savaşın başlamasından bu yana Tahran'ın Rusya'ya sağladığı çeşitli yardımlara rağmen İran'a çok fazla yardımcı olmadı. Devlet Başkanı Vladimir Putin yönetimindeki Rusya, son yıllarda oynadığı yıkıcı rolü artık oynayamıyor ve bu gelişme, önemli bir değişime işaret ediyor.
Son olarak, bölgede, Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere diğer dış güçlerin rolü artık önemli ölçüde değişiyor olabilir. Amerika Birleşik Devletleri onlarca yıldır İran'a düşmanca bir tutum sergilese de Trump yönetiminin İsrail'in bombalama kampanyasına aktif olarak katılma kararı, önemli bir adımdır. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki İsrail lobisinin bazı kesimleri bu adım için uzun zamandır baskı yapıyordu ve sonunda isteklerine ulaştılar.
Ancak aynı zamanda, İsrail'in Gazze'ye yönelik vahşeti hem ABD siyasi partilerinde hem de dünya genelinde İsrail'e yönelik siyasi desteği zayıflatıyor. Eski İsrailli diplomat Alon Pinkas'ın yakın zamanda New Republic'te gözlemlediği gibi, Amerikalıların yüzde 60'ı artık İsrail'in Gazze'deki harekatını onaylamıyor ve son anketler, çoğunluğun (%53) İsrail hakkında olumsuz bir imaja sahip olduğunu gösteriyor. Önde gelen gazeteler İsrail'in eylemlerini giderek artan bir sıklıkla kınıyor ve -İsrail'in kendisinde de dahil- uzman isimler, İsrail'i soykırımla, bu iğrenç suçla, giderek daha fazla suçluyor. Birileri bu terimi reddetse de İsrail'in büyük savaş suçları işlediği konusunda hiç şüphe yok. Hamas'ın 7 Ekim'de suç işlemiş olması, İsrail’in çaresiz bir halkı bombalamaya, öldürmeye ve aç bırakmaya devam etmesinin bir gerekçesi değil. Demokrat Parti artık bu konuda derin bir şekilde bölünmüş durumda. Cumhuriyetçi Parti'nin bir zamanlar kaya gibi sağlam olan İsrail yanlısı duygu yapısı çatırdıyor. Tucker Carlson, Steve Bannon ve koyu Trump yanlısı Temsilci Marjorie Taylor Greene gibi isimleri kaybettiğinizde, zeminin kaydığını bilirsiniz.
Benzer eğilimler tüm dünyada yaşanıyor: Pew'in 24 ülkeyi kapsayan yakın tarihli bir anketi, 24 ülkenin 20'sinde çoğunluğun İsrail hakkında olumsuz görüşlere sahip olduğunu ortaya koydu. Ayrıca Fransa, İngiltere, Kanada ve muhtemelen Avustralya hükümetleri Filistin devletini tanıma sözü verdi. Trump'ın İsrail'e (veya başka herhangi bir ülkeye) duygusal bir bağlılığı olmadığı ve daha çok zengin Arap petrol zenginlerinin gözüne girmekle ilgilendiği göz önüne alındığında, ABD'nin en azından uzun vadede İsrail'i, bölgede yürüttüğü beyhude savaşı durdurmaya ve Batı Şeria'yı da kapsayan bir "büyük İsrail" yaratma çabalarına son vermeye zorlamak için siyasi nüfuzunu kullanması mümkün görünüyor.
Tüm bunları bir araya getirince, bazı insanların neden bölgede potansiyel bir değişime tanık olduğumuza inandığını anlamak mümkün. Bazı önemli unsurların değiştiğine şüphe yok, ama "yeni bir Orta Doğu"dan söz etmek için erken.
Bölgede değişmeyen noktalar
Öncelikle, Orta Doğu hâlâ anarşik ve çok kutuplu bir ortam. Bölgede düzeni sağlayabilecek baskın veya hegemonik bir güç yok. Bush yönetimi, Amerika'nın kısa süreli "tek kutuplu dönemi" sırasında bölgeyi dönüştürmeye çalıştı ve feci bir şekilde başarısız oldu. Netanyahu ve diğer İsrailli sertlik yanlıları, son zaferlerinin İsrail’i bölgenin hegemonik gücü haline getireceği ve zamanla bu statüsünü sağlamlaştıracağı hissine kapılmış olabilirler. Ancak yaklaşık 7,5 milyon Yahudi (ve yaklaşık 2 milyon İsrailli Arap) tarafından yönetilen ve büyük ölçüde cömert Amerikan desteğine bağımlı olan bir devlet, yüz milyonlarca Arap ve Fars Müslüman üzerinde kalıcı bir hakimiyet kuramaz. Tekrarlamak gerekirse: Ne Hamas, Hizbullah, Husiler ne de İran ortadan kayboldu ve hepsi meydan okumaya devam ediyor. Körfez veya Arap Yarımadası'nda giderek nüfuz kazanan devletler de İsrail'in son zamanlarda yaptıklarından memnun değiller, çünkü bu devletler bölgede kalıcı bir istikrar arıyorlar. İsrail'in sağladığı ise kesinlikle bu değil.
Bütün bunlar şu anlama geliyor: Orta Doğu farklı devletlerin güç, güvenlik ve nüfuz için rekabet ettiği bir bölge olmaya devam edecek. İran, İsrail'i dengelemek için hâlâ gizli bir nükleer silah kapasitesine sahip olmak istiyor. Bu kendi caydırıcılığına sahip olma arzusu, şüphesiz İsrail/Amerikan bombardımanının ardından iyice arttı. Suudi Arabistan, BAE, Katar ve Mısır, Arap dünyasında statü ve nüfuz için rekabet etmeye devam edecek. Türkiye kendi çıkarlarını korumak için zaman zaman müdahale edecek. Ve tüm bu devletler, konumlarını güçlendirmek için dış güçlere başvuracak. Dolayısıyla son birkaç yılda gerçekleşen hiçbir olay, bölgesel siyasetin bu tekrarlayan özelliğini değiştirecek gibi görünmüyor. Bölgede var olan Arap Birliği veya büyük ölçüde cansız Körfez İşbirliği Konseyi gibi kurumlar, çok fazla fark yaratamayacak kadar zayıf.
Dahası, Amerika Birleşik Devletleri hala orada. ABD liderleri bölgeden tekrar tekrar çekilmeye çalışsalar da (kısmen Washington'ın dikkatini Asya'ya odaklayabilmesi için) hiçbiri başarılı olamadı. Trump ilk döneminde ABD güçlerini Suriye'den çıkarmaya çalıştı ve başarısız oldu. Bugün ABD'nin askeri ayak izi 2017'de ilk göreve geldiğindekiyle hemen hemen aynı düzeyde. Zaten, Trump'ın İran'a doğrudan saldırma kararı pek de çekilme işareti değil. Trump ayrıca Husileri bombaladı (pek bir faydası olmadı) ve başkanlık elçisi Steve Witkoff, Gazze'deki katliamı sona erdirmek için şimdiye kadar sonuçsuz kalan bir çabayla uçmaya devam ediyor. Ve Amerikan halkının hoşnutsuzluğuna rağmen, ABD hükümeti hala İsrail'e para ve silah yığıyor.
Ne yazık ki, bu durum bölgedeki direniş eylemlerinin ve aşırılıkların yeniden canlanması için mükemmel bir fırsat. Son birkaç yıldaki olaylara yanıt olarak yeni terör dalgalarının ortaya çıkmaması küçük bir mucize olacak. Bu korku, Arap petrol devletlerinin İsrail'in yaptıkları karşısında bu kadar endişelenmesinin sebeplerinden biri. Filistinlilere karşı gerçek bir sempati duymuyor olabilirler, ancak içinde bulundukları durumun aşırılık yanlıları için güçlü bir kaynak oluşturma aracı olmaya devam ettiğini biliyorlar. Bu da sorunu ele alma konusundaki başarısızlıklarının bir göstergesi.
Değişmeyen bir şey daha var: Filistin-İsrail sorunu için siyasi bir çözüme daha yakın değiliz, büyük olasılıkla daha da uzağız. Ekim 2023'ten bu yana İsrail’in Gazze ve Batı Şeria'da öldürdüğü 60.000'den fazla Filistinliyi dikkate alsak bile, İsrail'in kontrol ettiği topraklarda yaşayan Filistinli Arap ve İsrailli Yahudi sayısı hala aşağı yukarı eşit. Bu Filistinlilerin çoğunun siyasi hakları yok, çok az söz hakkı var ve kendi devletlerini kurmak için gerçekçi bir plan konusunda çaresiz bırakılmış durumdalar. Bu durum değişene kadar, Filistinliler, İsrailli egemenlere karşı ellerinden gelenin en iyisini yaparak direnmeye devam edecekler. Tıpkı siyonistlerin İngilizlere karşı yaptıkları gibi. Bu durum düzeltilene kadar, bölgesel sorunların bu en temel kaynağı varlığını sürdürecektir.
Sıfır toplamlı ilişkiler
Özetle, Orta Doğu, en güçlü aktörlerin diğerlerini domine ettiği, onların hak ve iradelerini, temsil ve tanınma taleplerini reddettiği, derin siyasi bölünmelerin yaşandığı bir bölge olmaya devam ediyor. Bunu, yaptırımlar, tanımama, bölgesel diplomatik çabalardan dışlama ve son olarak hava saldırıları yoluyla İran'ı ötekileştirme çabalarında görüyoruz. Yine bunu, Filistinlilerin kendi devletlerini reddetmek (hatta "Filistin ulusu diye bir şey yoktur" diye ısrar etmek ) için İsrail'in yürüttüğü uzun kampanyada da görüyoruz. Dahası bunu, monarşilerin ve askeri diktatörlerin daha fazla açıklık ve siyasi hak taleplerini bastırdığı Arap dünyasında da görüyoruz (Arap Baharı'nı hatırlayan var mı?).
Bu şekilde dışlama, görmezden gelme, bastırma koşulları, kaçınılmaz olarak karşı tepki yaratır ve bu da giderek daha sert baskı eylemlerine yol açar. Bu da istikrarsızlığın devam etmesi anlamına gelir. Durulayın ve tekrarlayın. İstikrarlı bir bölgesel düzen, güç ve meşruiyet arasında daha dengeli bir kurgu gerektirir. Meşruiyet de nihayetinde bir ölçüde adalet, hakkaniyet ve siyasi hakların sağlanmasını gerektirir. Bu koşullar devam ettiği sürece, "yeni" Orta Doğu eskisinden hiç farklı olmayacaktır. Bunu aklınızda tutarsanız, bir şarkıda geçtiği gibi, "bir daha kandırılmayacaksınız!"
Bu yazı, Foreign Policy’de 7 Ağustos 2025’te “Meet the New Middle East, Same as the Old Middle East” başlığıyla yayınlandı. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.
Harvard Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler profesörü. Foreign Policy yazarı.