×
ARAP DÜNYASI

ANALİZ

Arap Körfezi'nde Milliyetçilik

Riyad ve Abu Dabi'deki siyasi liderler, kendi iktidarlarını güçlendirmek üzere ulusal kimliği baştan yapılandırıyor; devlet – toplum ilişkisinde yeni bir “toplumsal sözleşme” tasarımında bulunuyor.
BASRA KÖRFEZİ'NİN en büyük iki Arap devleti Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nde (BAE) yeni bir devlet destekli milliyetçilik biçimi, hızla yaygınlaşıyor. Yüksek petrol fiyatlarını sabit tutma çabaları, ülke içi mega projelerin hayata geçirilmesi, küresel spor dallarına yönelik girişimler, Rusya ve Çin'e yönelik artan temaslar… Suudi ve BAE hükümetlerinin izlediği tüm bu iç ve dış politikaların kökeninde söz konusu milliyetçi stratejiler yatıyor. Temelde, gelişen genç nüfusa yönelik hazırlanan bu programlar, milli kimliği ve devlet ile toplum arasındaki ilişkileri tepeden inmeci çabalarla yeniden yapılandırıyor. 

Son dönemde bu girişimlerin somut etkileri görülmeye başlandı bile. Suudi Arabistan ve BAE, Orta Doğu'yu saran hemen her çatışma bölgesinde ve jeopolitik fay hattında yer alıyor. Şu anda bölgedeki gerilimi azaltmaya yönelik son girişimlerin de başını çekiyorlar. Suudi ve BAE hükümetleri, yükselen çok kutuplu küresel düzeni kabul ederek kendilerini buna göre konumlandırıyorlar. Kısa ve uzun vadede kendi çıkarlarını en iyi şekilde korumayı hedefliyor ve çoğu zaman da ABD'nin itirazlarına kulak asmıyorlar.

Bölgede gücünü Körfez'den almaya devam eden Suudi Arabistan ve BAE'nin milliyetçiliğe doğru evrilen bu yeni yönelimi ve kendilerini yurtdışına taşıma çabaları, Orta Doğu ve ABD dış politikası üzerinde derin etkilere sahip olacaktır.

Körfezde yeni bir ulusal kimlik inşası ve milliyetçilik

Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman ve BAE Devlet Başkanı Muhammed bin Zayed'in üzerinde kendi iktidarlarını güçlendirmeye çalıştıkları yeni siyasal zemin milliyetçilik. İki lider de ülkelerinde daha önce gelmiş geçmiş tüm yöneticilerden daha fazla güce sahipler ve uzun vadede mutlak otoritelerini korumak istiyorlar. Bu noktada Muhammed bin Selman ve bin Zayed yurt içi ve yurt dışındaki izleyicileri için bir milli kimlik hazırlığına girişmiş durumda. Bir tür kimlik mühendisliği edasıyla giriştikleri bu eylem, kendi iktidarlarını güçlendirme hedeflerinin merkezinde yer alıyor.

Suudi Arabistan'da Muhammed bin Selman, milli kimliği din vurgusundan uzaklaştırıp "Suudi" olmanın ne anlama geldiğine dair yeni bir fikir oluşturuyor. Modern Suudi devleti, kurulduğundan beri bir siyasi-dini proje idi. Geleneksel olarak bu proje, Suudi Arabistan'ı arındırılmış bir İslam ütopyası olarak tasvir eden anlatıları temel alan dini bir milliyetçiliğe dayanıyordu. İktidardaki Suud ailesi meşruiyetini bu görüşe dayandırarak elde etmeye çalışmıştı. Muhammed bin Selman ise Suudi milliyetçiliğini ülkedeki birincil meşrulaştırıcı ve birleştirici güç haline getirmek istiyor. Din, Riyad için kritik bir araç olmaya devam ediyor ama İslam bu yeni milliyetçi çabayı desteklemek üzere yeniden yönlendiriliyor.

Resmi Suudi Arabistan tarihini Vahhabilikten uzaklaştırma çabaları; kadınların araba kullanmasına, yalnız yaşamasına ve bir erkek vasi olmadan seyahat etmesine izin verilmesi; dini polisin yetkilerinin sınırlandırılması; sinema ve konser gibi halka açık eğlence mekanlarına izin verilmesi; yolsuzlukla mücadele bahanesiyle hükümet yetkililerinin ve kraliyet mensuplarının tasfiye edilmesi ve rejimin aşırılık yanlısı olarak etiketlediği din adamlarının ve alimlerin tutuklanması da dahil olmak üzere veliaht prensin talimatıyla gerçekleşen çeşitli reformlar bu durumu en açık şekilde ortaya koyuyor. Ders kitapları ve devlet eğitimi bu yeni milliyetçi anlatıyı kucaklayacak şekilde güncelleniyor. Bu yeni milliyetçi anlatı ülkeyi pan-Arap ya da pan-İslamist davalardan uzaklaştırıyor.

Riyad bu milliyetçi projeyi güçlendirmenin bir yolu olarak militarizme ağırlık veriyor. Askeri sembolizmi, toplumu bir araya getirmek ve ortak bir sadakat, bağlılık duygusunu teşvik etmek için kullanıyor ve savunma harcamalarını ciddi ölçüde arttırıyor.

Ulusal kimliği yeniden yapılandırmak

Emirliklerde ise Bin Zayed milli kimliği yeniden yapılandırarak daha kapsayıcı bir "Emirlik" algısı yaratmaya çalışıyor. Bugün BAE'yi oluşturan yedi emirlik 1971'de İngiltere'den bağımsızlığını kazandı: Abu Dabi, Dubai, Sharjah, Ajman, Fujairah, Umm al-Quwain ve Ras al-Khaimah. Bunlardan altısı hemen bir federasyon kurdu. Ras al-Khaimah da 1972'de onlara katıldı. Kurulduğu zaman BAE'de esas olarak bir kabile yapısı hakimdi ve milli kimlik duygusu çok zayıftı.

BAE'deki milletin inşası, başından beri devlet otoritesinin sağlamlaştırılması ve meşrulaştırılmasına ve ortak bir kimlik bilincinin geliştirilmesine odaklandı.  Bin Zayed, Muhammed Bin Selman gibi sıfırdan başlamadı, Abu Dabi'deki diğer emirlikler üzerindeki gücünü pekiştirip devlet otoritesini merkezileştirdi ve tek bir Emirlik kimliği oluşturmak için yürütülen mevcut çabaları hızlandırdı.

Ortak bir kimlik bilinci geliştirmek için planlanan girişimler arasında, 2018 "Zayed Yılı" uygulaması, birçok müze ve kütüphanenin açılması ve her yıl düzenlenen Milli Bayram törenlerine daha fazla önem verilmesi yer alıyor. Emirliklerde eğitim de büyük ölçüde reformlara tabi tutuldu. Bu noktada Akademisyenler Zeynep Özgen ve Şerif İbrahim El Shishtawy Hassan'ın "girişimci, kendine güvenen ve başarı odaklı Emirlik vatandaşları" olarak tanımladıkları kişilerin yetiştirilmesine ve milli birliğe odaklanılıyor.

Tıpkı Muhammed bin Selman gibi bin Zayid de bu milliyetçi programı desteklemek için militarizmi kullanmış, Emirlik ordusunu ve şehitlerini onurlandırmak için Anma Günü (ya da "Şehitler Günü") gibi bayramlar ilan etmiş, savunma harcamalarını artırmış ve BAE'nin önemli bir güç merkezi haline gelmesini sağlamıştır.

Milliyetçi siyaset ve ekonomi

Bu milliyetçilik sürecinde ekonominin önemi büyüktür. Muhammed bin Selman ve bin Zayed, petrol dışında sürdürülebilir bir geleceği hedefleyen ekonomik yeniden yapılandırma girişimlerine öncülük ediyorlar. Suudi Arabistan ve BAE, gelinen noktada, uzun yıllardır izledikleri refah devleti programlarının baskı altında. Bunun sonucunda Riyad ve Abu Dabi mali yardımları kısıtlıyor ve milletine bağlı, ekonomiye katkıda bulunan "girişimci vatandaşların" gelişimini teşvik ediyor. Böylece bu ülkelerde on yıllardır devlet ve toplum ilişkilerinin temelini oluşturan toplumsal sözleşme değişiyor.

Riyad ve Abu Dabi'nin yeni Vizyon 2030 isimli girişimleri, bu yeni atılımın ekonomik temellerini oluşturuyor. Bu vizyon, Suudi Arabistan ve BAE'yi Orta Doğu'nun başlıca ekonomik merkezleri ve uluslararası sermaye için kârlı pazarlar haline getirmek üzere tasarlandı. İki ülke dış destek ve yatırım toplama umuduyla uluslararası alanda modernlik, ilerleme ve istikrar imajı çizmeye çalışıyor. Bu imaj çalışmasına, turizmi teşvik etme çabaları, küresel spor faaliyetlerine ve uluslararası yatırım zirvelerine ev sahipliği yapma girişimleri ve kendilerini ılımlı İslam'ın savunucuları olarak resmeden uluslararası dini inisiyatifler de dahildir.

Tüm bu ekonomik girişimlere rağmen petrol gelirleri Riyad ve Abu Dabi için büyük önem taşımaya devam ediyor. Muhammed bin Selman ve bin Zayed'in bu milliyetçi planlar için maddi kaynağa ihtiyaçları var ve özellikle de Suudi Arabistan'ın ekonomisi büyük ölçüde petrole bağımlı.

Suudi Arabistan'da Vizyon 2030'a ilişkin program, özellikle iki kritik alanda ilerleme kaydedemiyor: Özel sektörde büyüme ve petrol dışı gelirler. Suudi Arabistan ekonomisi yüksek petrol fiyatları sayesinde 2022'de yüzde 8,7 büyüdü ve neredeyse 10 yıl sonra ilk kez bütçe fazlası verdi. Buna rağmen Uluslararası Para Fonu bu büyümenin 2023'te yüzde 1,9'a gerileyeceğini öngörüyor. Bu da büyük dünya ekonomileri içindeki en sert büyüme düşüşü.

BAE'de de devlet vergileri artırmaya devam ederken gençler artan işsizlikle karşı karşıya. Riyad'ın devam eden kesintileri ve Abu Dabi'nin OPEC+ üst sınırı yüzünden Suudi Arabistan'la arasında çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle yaşadığı hayal kırıklığı, ekonomik ilerlemenin gecikmesiyle birlikte yüksek petrol gelirlerinin öngörülebilir gelecekte kritik önemini koruyacağını gösteriyor.

Muhammed bin Selman ve bin Zayed'in Suudi Arabistan ve BAE'yi Orta Doğu'nun jeostratejik manzarasında ön plana çıkarma çabaları, içeride milliyetçiliğe doğru bu dönüşlere paralel olarak gerçekleşti.

Arap Baharına karşı yeni bir bölgesel vizyon

Riyad ve Abu Dabi, Arap Baharı ayaklanmalarını takip eden yaklaşık 13 yıl boyunca, Orta Doğu'daki hakim statükoya meydan okuyan hareketleri engellemek istediler. Bunun için müttefik statüsündeki aktörlerle birlikte hareket ederek bölgesel karşı devrime öncülük ettiler. Muhammed bin Selman ve bin Zayed 2015 yılında Yemen'de dünyanın en büyük trajedilerinden birine yol açan ve 377.000'den fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan bir askeri harekat başlattılar. Ve 2017'de Katar'a karşı 2021'e kadar sürecek hava, kara ve deniz ablukasına birlikte öncülük ettiler. Söylentilere göre ABD tarafından engellenmese bir askeri operasyon planları da vardı.

Riyad ve Abu Dabi ayrıca Kudüs ile stratejik bağlarını önemli ölçüde güçlendirdi ve BAE, Abraham Anlaşması'nın bir parçası olarak 2020'de İsrail ile normalleşme sürecine girdi. Suudi Arabistan ve BAE ayrıca stratejik varlıklarını geleneksel operasyon alanlarının dışında, yani Doğu Akdeniz ve Afrika Boynuzu gibi yerlerde de genişletmeye çalıştılar.

Milliyetçi siyaset ve dış politika: Rusya ve Çin’le gelişen ilişkiler

Artık bu kendini gösterme arzusu küresel bir boyut kazandı: Hem Muhammed bin Selman hem de bin Zayid, Suudi Arabistan ve BAE'nin Rusya ve Çin ile siyasi, ekonomik ve güvenlik ilişkilerinin kayda değer bir şekilde gelişmesini sağladı.

Riyad ve Abu Dabi, Ukrayna'nın Rusya tarafından işgali konusunda taraf tutmaktan kaçındı; Washington'un itirazına rağmen petrol üretimi konusunda Moskova ile koordinasyon içinde olmaya devam etti ve şu ana kadar Rusya'ya karşı yaptırım uygulamayı reddetti. Öte yandan Riyad, Abu Dabi ve Moskova arasındaki askeri bağlar da derinleşti. Bu noktada her iki ülke de esas olarak silah satışına yoğunlaşmış durumda. Ayrıca Suudi Arabistan ve BAE, Çin'in ülkedeki Müslüman topluma yönelik sert politikalarını desteklediklerini de defalarca ifade etti.

Bugün Çin hem Riyad hem de Abu Dabi'nin en büyük ticaret ortağı ve başlıca petrol tüketicisi konumunda. Suudi Arabistan, BAE ve Çin devletleri arasındaki yatırımlar önemli ölçüde arttı ve daha da artacak gibi görünüyor. Savunma alanındaki bağlar da güçlendi. Silah satışları ve BAE'de bir Çin askeri tesisinin inşasına başlandığına dair haberler bunun bir göstergesi. 

Muhammed bin Selman ve bin Zayed son dönemde çıkarlarını korumanın en iyi yolu olarak diplomasiyi görüyor ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ı yeniden bölgeye entegre etmeye çalışıyorlar. Suudi Arabistan Yemen'de (büyük ölçüde başarısız olan) müzakerelere girişiyor. Riyad ve Tahran'ın 2016'da kopan diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmesiyle birlikte her iki ülke de İran'la gerilimi azaltıyor.

Diplomasiye dönüş

Yurtiçinde, yerel bölgelerde ve uluslararası alanda değişen şartlar, gerilimin düşürülmesini gerektiriyor. Bunun sonucu olarak devletler diplomasiye yönelmiş durumda.

Ülke içinde Muhammed bin Selman ve bin Zayed büyük planlarını hayata geçirmeye çalışıyor ki bu da nispeten güvenli bir ortam gerektiriyor. 2019'da Suudi Arabistan'ın doğusundaki Abqaiq ve Khurais'teki Aramco tesislerine İran tarafından yapıldığı düşünülen füze saldırıları ve 2022'de Yemen'deki Husilerin BAE'ye karşı düzenlediği füze saldırıları, Riyad ve Abu Dabi tarafından ABD'nin cılız tepkisi olarak algılanan saldırılarla birleşti. Böylece Suudi ve Emirliklerin zaafları gün yüzüne çıktı. Bu tür saldırılar, Riyad ve Abu Dabi'nin yurt dışından yatırım almaya çalıştığı bir dönemde uluslararası imaj açısından oldukça kötü.

Orta Doğu genelinde karşı devrimci güçler, otoritenin yeniden dirilişiyle de kanıtlandığı üzere, büyük ölçüde başarılı oldu. Ayaklanmalar ve yarattıkları stratejik boşluklar nedeniyle ortaya çıkan devlet-toplum rekabeti ve jeopolitik rekabetin şiddeti en azından şimdilik azaldı.

Milliyetçi politikaların ve bölgenin geleceği

Suudi Arabistan ve BAE'nin güvencesi olan ABD, çok kutuplu yeni dünyaya uyum sağlayabilecek tutarlı bir Orta Doğu politikası oluşturmak için çabalarken, Rusya ve Çin'in bölgedeki artan varlığı da cabası.

Çok kutupluluğun bölgeye ve dünyaya geri dönüşünü yönetmeye çalışan Muhammed bin Selman ve bin Zayed, her şeyden önce büyük güç politikaları açısından her iki taraf için de aynı derecede önemli olan "sıfır toplamlı" bir yaklaşımı benimsemiyor. Yalnızca kendi çıkarlarını en iyi nasıl koruyabilecekleri perspektifinden hareket ediyorlar.

Milliyetçi yönelimleri, Suudi Arabistan ve BAE'deki yönetici elitlerin değişen yurt içi, bölgesel ve uluslararası şartlara tepki verme arayışlarının bir ürünü. Ne var ki bu girişimler, eski ve yeni bölgesel fay hatları ve değişmekte olan dünya düzeninin yarattığı zorlukların yanı sıra tabandan gelen saldırılara da açık olmaya devam ediyor.

Ülke içinde Muhammed bin Selman ve bin Zayed, milliyetçi projelerinin başarılı olmasını ve otoriter yapılarının tekrar şekillenmesini varoluşsal bir mesele olarak görüyor. Yeni ve sürdürülebilir bir kişisel iktidar zemini kurma isteği, Suudi Arabistan ve BAE'de siyasetin ve toplumun giderek daha fazla güven altına alınmasıyla sonuçlandı. Muhammed bin Selman ve bin Zayed, politikalarını eleştirenleri susturmak için hala şiddetli baskılara başvuruyor. 
Milliyetçi stratejilerin başarısına ilişkin riskler büyüdükçe baskı da artacak gibi görünüyor.

Ayrıca hükümetlerin ekonomik başarı vaatlerini yerine getirip getiremeyecekleri ve Muhammed bin Selman ve bin Zayed'in kendilerini milli çıkarların teminatı olarak gösterip gösteremeyecekleri de bu girişimlerin geleceği açısından kritik önem taşıyor. Koyu milliyetçilik kolaylıkla devletin kontrolü dışında (son derece otoriter) güçler doğurabilir. Eğer Muhammed bin Selman ve bin Zayed bu konuda başarısız olurlarsa, aktif olarak teşvik ettikleri milliyetçi güçler tarafından hedef alınma riskiyle karşı karşıya kalırlar.

Bölgedeki mevcut gerilimi yatıştırma yönündeki gidişata rağmen Suudi Arabistan, BAE ve bölgesel rakipleri arasında halen derin bir güvensizlik ve jeopolitik gerilim var. Bu gerilim kolaylıkla yeniden alevlenebilir. Yurt içi, bölgesel ve uluslararası şartlar şu anda gerilimin düşürülmesinden yana. Bu yüzden söz konusu anlaşmazlıklar daha çok "dondurulmuş" durumda. Bununla birlikte, Riyad ve Abu Dabi'deki hırslı idarecilerin stratejik hesapları gibi bu şartlar da hızla değişebilir.

Milliyetçiliğe doğru bu keskin dönüşler beraberinde gerilimin tırmanması riskini de getiriyor. Çıkarların çatışması kolayca eski çekişmeleri alevlendirebilir ya da çatışma potansiyeli taşıyan yeni fay hatları yaratabilir. Gerek Muhammed bin Selman gerekse bin Zayid kendilerini Körfez'de ve daha genel olarak Orta Doğu'da hakim unsurlar olarak konumlandırmaya çalışıyor ve iki ülke arasındaki milliyetçilik rekabeti de giderek daha aleni bir hal alıyor. Yemen ve Sudan gibi yerlerde yapılan yabancı yatırımlar, petrol üretimi ve stratejik meseleler nedeniyle yaşanan rekabet Riyad ve Abu Dabi arasındaki uçurumu derinleştirdi.

Amerika Birleşik Devletleri'nin bu gelişmelere vereceği tepki çok önemli. ABD, Suudi Arabistan ve BAE üçgeninde hedeflerin farklılaşması, Washington'un Riyad ve Abu Dabi'ye karşı izlediği "açık çek" politikalarının sorgulanmasını gerektirecek. Muhammed bin Selman ve bin Zayid bir yandan ülke içinde otoriter yönetimi yeniden yapılandırırken, diğer yandan da kendi nüfuz alanlarını yurt dışına taşımaya çalışıyor. Bu durumda ABD neden Muhammed bin Selman ve bin Zayid'in güvenlik harcamalarını finanse etmeye devam etsin?

Ancak Biden yönetimi, değişmekte olan bölgesel ve uluslararası bağlamların farkına varmakta başarısız olacak gibi. Biden, Suudi Arabistan ve BAE'yi desteklemeye kararlı görünüyor. İddialara göre ABD başkanı, Riyad'ın Kudüs yönetimiyle ilişkilerini normalleştirmesi koşuluyla Suudi Arabistan'la karşılıklı bir askeri güvenlik anlaşması imzalamayı düşünüyor. Washington'un Temmuz 2022'de BAE'ye resmi bir anlaşma taslağı sunduğuna dair benzer haberler de bunu doğrular nitelikte.

Sonuç olarak Biden yönetimi yeni gerçeklere uyum sağlayamıyor. Amerika Birleşik Devletleri ise kendi çıkarlarını ve değerlerini paylaşmayan hırslı otokratların güvenliğini sağlamakla yükümlü olacak gibi görünüyor.


Bu yazı, Foreign Policy’de 07 Ağustos 2023 tarihinde “The Arab Gulf’s New Nationalism” başlığıyla yayımlanmıştır. Kısaltılarak çevirilen yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.