×
ARAP DÜNYASI

ANALİZ

Suudi Arabistan'da Devletin Yeniden Yapılandırılması ve Ulema-Hanedan İlişkileri

Muhammed bin Selman’ın Suudi politik sisteminde yükselmeye başlamasıyla birlikte Suudi devleti yeniden yapılandırılma sürecine girdi. Bu sürecin en önemli sonucu, ulema ve hanedan arasındaki güç ilişkilerinin dönüşmeye başlaması oldu.
İSLAM VE PETROL, kurulduğu 1932 yılından beri Suudi krallığının en önemli meşruiyet araçları olageldi. Bu araçlar sayesinde krallık hem içeride yönetilenlerin rızasını satın almayı hem de dışarıda kendi lehine ittifak sistemleri kurarak ulusal güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik tehditlere karşı koymayı başardı. Krallığın uluslararası siyasetteki yüksek profili de İslam’ın iki kutsal mekânına (Mekke ve Medine) ve dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip olmasıyla yakından alakalı. 

Ancak son dönemde Riyad’dan gelen haberler Krallığın önemli bir değişim geçirmeye başladığını gösteriyor. Özellikle Muhammed bin Selman öncülüğünde gerçekleştirilen “reformlar” Krallığın yönetim yapısında ve rejimin kimliğinde köklü bir değişime işaret ediyor. Muhammed bin Selman’ın başlattığı Suudi Arabistan’da devleti yeniden yapılandırılma projesinin en önemli ayağını ise din-devlet/ulema-hanedan ilişkilerinin yeniden yapılandırılması teşkil ediyor. Bu yazıda yeni dönemde dinin ve dini bürokrasiyi temsil eden ulemanın Suudi politik sistemindeki nüfuzunun azalacağı iddia edilecektir. Ülkede ulemanın azalan nüfuzunun Suudi rejiminin karşı karşıya kaldığı tehditlerin ve fırsatların doğasıyla yakından alakalı olduğunun da altı çizilecektir. 

Suudi Müesses Nizamında Ulemanın Yeri

Suudi müesses nizamı diye de adlandırılan geleneksel Suudi politik sisteminin iki temel unsuru bulunuyor; Suud hanedanı ve ulema. Bugünkü modern Suudi Arabistan devleti, bedevi bir aşiret reisi ve Suud hanedanın lideri olan Muhammed bin Suudi ile selefi bir âlim olan Muhammed bin Abdulvehhab arasındaki 1744 tarihli Dir’iyye ittifakı zemininde yükseldi. Bu zımni ittifakın yapıldığı tarih, son yıllara kadar Suudi devletinin kuruluş tarihi olarak kabul edilmekteydi. Suudi devletinin amblemindeki iki çapraz kılıç da işte bu ittifakı simgeliyor. 

Devletin kuruluşu, rejimin yapısı, işleyişi ve siyasi istikrarı açısından ulema-hanedan işbirliği her zaman önemli oldu. Politik sistemin bu iki temel aktörü arasındaki ilişkiler son yüz yıllık dönemde önemli krizler yaşamış olsa da rejimin güvenliğine yönelik kritik bir tehdit halinde, ulema ve hanedan aralarındaki ihtilafı bir kenara bırakarak kenetlenmeyi bildi. 1929 yılındaki “İhvan İsyanı”, 1960’lı yıllarda radyo ve televizyon istasyonlarının kurulmasına yönelik tepkiler, 1979 yılında Cuheyman el-Uteybi ve adamlarının Kâbe’yi işgali ve Arap Baharı sürecinde yaşanan krizler, hanedan ve ulemanın kenetlenmesi sayesinde büyük bir hasara yol açmadan atlatıldı. Bütün bu yaşanan krizlerde ulemanın ve hanedanın aralarındaki ihtilafı bir kenara bırakarak kenetlenmesi, rejimin istikrarında her iki unsurun da önemli çıkarı olmasıyla yakından alakalı.

Suudi politik sisteminde ulemanın gücü, yönetenlere itaati dini bir sorumluluk olarak tanımlamasından gelir. Ulema bir bakıma Suudi politik sisteminde rıza üreten ve yönetime dini bir meşruiyet kazandıran işlev görmektedir. Ulemanın Suudi toplumuna kabul ettirdiği “mutlak itaat” doktrini, petrol gelirlerinin olmadığı dönemlerde bir bakıma Suudi “toplumsal sözleşmesi” işlevi görmüş, Suudi toplumunun rejime sadakatini temin eden “örgütleyici ideoloji” olmuştur. 

Suudi toplumunun ulus aşırı ideolojilere olan yüksek duyarlılığı, devletin ideolojik meydan okumalara karşı savunulmasını önemli kılmaktadır. İşte ulema bir taraftan içeride ulus aşırı ideolojilere kapılma temayülü yüksek Suudi toplumuna, dini referanslar üzerinden rejime sadakati telkin ederken diğer taraftan bölge genelinde devrimci ideolojilere meydan okuyacak ideolojik kaynakları üreterek devletin dış politikadaki yumuşak gücünün omurgasını teşkil ediyor. 

Krallığın içeriden ve dışarıdan ciddi meydan okumalarla karşı karşıya kaldığı son yüzyılda ulemanın pozisyonu rejimin güvenliğini sağlayan önemli bir işlev gördü. Çoğu devlet askeri tehdidi öncelikli bir güvenlik sorunu olarak kabul etse de Suudi rejimi açısından ideolojik tehdit askeri olandan her zaman daha öncelikli oldu. İşte Krallığın yaşamsal çıkarlarına yönelik ideolojik tehditlerle baş etmesinde Suud uleması rejime eşsiz katkılar sağladı. Suudi rejiminin çevredeki ideolojik tehditlere karşı savunulduğu iki kritik dönemden bahsedebiliriz; 1960’lı yıllarda Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’ın Pan-Arabizm ideolojisi ve 1980’li yıllarda İran dini lideri Ayetullah Humeyni’nin devrimci İslamcılık ideolojisi. 

Hem Nasır’ın hem de Humeyni’nin farklı gerekçelerle Suudi rejiminin meşruiyetini sorgulayan revizyonist/devrimci ideolojileri tüm Orta Doğu bölgesinde olduğu gibi Suudi topraklarında da oldukça geniş kitleler tarafından rağbet gördü. Krallık her iki dönemde de sayılan ideolojik tehditlere karşı koymayı başardı. Krallığın Nasır ve Humeyni’nin liderliğini yaptığı ve tüm bölge genelinde kitleleri peşinden sürükleyen devrimci dalgaya karşı koymasında ulemanın rejime sadakati önemli rol oynadı. Benzer şekilde 2010’lu yıllarda başlayan Arap Baharı sürecinde de Suudi Arabistan bölgede sakin kalan ender Arap ülkelerinden biri oldu. Geçmiş dönemlerde olduğu gibi Arap Baharı sürecinde de ulemanın rejimin meşruiyetine sağladığı katkı ülkedeki siyasi istikaların korunmasında önemli rol oynadı. 

Yeni Dönemde Suudi Politik Sisteminde Ulemanın Rolü

Muhammed bin Selman’ın Suudi politik sisteminde yükselmeye başlamasıyla birlikte ülkede yeniden yapılanma hamlelerine şahitlik etmeye başladık. Suudi politik sistemindeki bu yeniden yapılanmanın en önemli sonucu Suudi ulemasının geçmişte Suudi politik sisteminde sahip olduğu imtiyazlarını kaybetmeye başlamasıdır. Yeni dönemde ulemanın politik nüfuzunun azalması Suudi devletinin karşı karşıya olduğu tehditlerin ve fırsatların doğasıyla yakından alakalı. Burada iki temel husus ön plana çıkıyor: Artan petrol fiyatları sonrası Krallığın devasa petrol gelirlerine kavuşması ve bölge genelinde ideolojik tehditlerin doğasında yaşanan değişim.

Öncelikle yükselen petrol fiyatlarının Krallığı devasa ekonomik kaynaklara kavuşturması içeride rıza üreten ulemaya olan ihtiyacı azaltmış durumda. Çünkü Krallık artık devasa ekonomik kaynakları kullanarak, içeride rejimden memnun olmayan geniş kitlelerin memnuniyetini satın almayı başarabilmekte, dışarıda ise “çek defteri” politikası takip ederek rejimine yönelik meydan okumaları caydırabilmektedir. Artan petrol fiyatlarına ilaveten Muhammed bin Selman’ın ekonomik reform ajandası da ulemanın Suudi politik sistemindeki nüfuzunu sarsıyor. Özellikle spor ve turizm alanında yapılması planlanan devasa yatırımlara ulemanın geliştirdiği olumsuz refleks, yeni yönetimin ulemayı Suudi kalkınmasının önündeki engel olarak damgalamasına yol açmakta. 

İkinci olarak Krallığın son dönemde karşı karşıya kaldığı tehdidin doğasında belirgin bir değişim ortaya çıktı. Hala ideolojik meydan okumaları, askeri olandan önceliyor olsa da Krallığın maruz kaldığı ideolojik meydan okumaların doğası geçmişe nazaran önemli ölçüde değişti. Bu değişimi yansıtan üç temel faktör bulunuyor. 

Öncelikle tüm bölgede kitlesel isyanların yaşandığı Arap Baharı sürecinde Suudi toplumunun nispeten sakin kalması Krallık vatandaşlarının geçmişe nazaran ulus aşırı ideolojilere olan duyarlılığının azaldığını gösteriyor. Çünkü bu süreçte Suudi toplumu tüm bölgeye yayılan politik değişim çağrılarına ve sokak hareketlerine kulak tıkayarak rejime sadık kaldı. Riyad’daki siyasi elitler, dışarıdaki ideolojik hareketlerin Suudi toplumunu etkileme olasılığının azaldığını yaşanan bu gelişmelerle tecrübe ettiler. Burada bölge genelinde politik değişim taleplerine öncülük eden İslamcıların yaşadığı başarısızlıkların da önemli bir rolü oldu Aradan geçen on beş yılın ardından geniş kitleler tarafından devrimci söylemin güçlü bir şekilde dillendirildiği Suriye, Mısır, Libya ve Yemen gibi ülkelerin yaşadığı yıkım, devrimciliğin yüksek maliyetini ortaya koyarak Suudi toplumunun bu değişim taleplerinin peşinden sürüklenmesini engelledi. 

Üçüncü olarak; nüfusunun yaklaşık üçte ikisinin otuz beş yaşın altında olduğu Suudi Arabistan oldukça genç bir popülasyona sahip. Eğitim sisteminde teolojinin azalan ağırlığı, artan kitle iletişim olanakları ve yurt dışına seyahatin yaygınlaşması gibi faktörler tutucu ulemanın toplumsal nüfuzunun zayıflamasına yol açıyor. Yeni dönemde değişim talep eden gençler için en önemli husus eğlence ve spor gibi seküler araçlar olmakta. Hâlbuki geçmiş dönemlerde Suudi toplumunun en çok şikâyet ettiği husus rejimin İslam ilkelerini ihlal eden uygulamalarıydı. Ulus aşırı ideolojilere duyarlılığı azalan, seküler bir hayat tarzına ilgi duyan Suudi gençliğinin yeni dönemde Riyad’ın sahip olduğu devasa ekonomik kaynaklarla yeni bir milliyetçilik söylemi üzerinden rejime sadakati temin edilmeye çalışılmakta. Bu politika ister istemez ulemanın Suudi politik sistemindeki önemini azaltmaktadır. 

Suudi Arabistan’da değişen hanedan-ulema ilişkileri ve ulemanın Suudi politik sistemindeki rolünün zayıflaması ilk kez karşı karşıya kaldığımız bir durum değil. Geçmişte de benzer durumlar ortaya çıktı. Ulemanın Suudi politik sistemindeki rolünü belirleyen temel faktör, hanedanın toplumsal meşruiyetine yönelik tehditlerin doğasıyla alakalı. Petrol gelirlerinin arttığı ve Krallığa yönelik ideolojik meydan okumaların azaldığı dönemlerde ulemanın Suudi politik sistemindeki rolü zayıflar. Ülkede ekonomik sorunlara ilaveten ideolojik meydan okumaların ortaya çıktığı durumlarda hanedan ile ulema yeniden kenetlenerek rejimin güvenliğini sağlar. 

NECMETTİN ACAR

Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanıdır.