×
İNGİLTERE

ANALİZ

Bölünmüş Krallık: Milliyetçilik Britanya’yı Parçalıyor mu? -I

Birleşik Krallık hala ayakta olabilir, ancak temelleri yüzyıllardır olduğundan daha zayıf. İngiliz seçmenler daha önce Britanya ve İmparatorluk kimlikleri altında gömülü olan İngiliz milliyetçiliğini giderek daha fazla öne sürüyorlar.
EYLÜL 2022'de Kraliçe Elizabeth'in naaşı İskoçya'da, öldüğü Balmoral Kalesi'nden Edinburgh'daki Holyroodhouse Kraliyet Sarayı'na götürüldü. Tabut İskoçya Kraliyet Sancağı ile örtüldü ve tartan kilt giyen İskoçya Kraliyet Alayı üyeleri tarafından taşındı. Ölümünden sonraki altı gün boyunca Kraliçe'nin vefatı, tam bir İskoç töreni havasında geçti. Ancak daha sonra naaşı güneye, Birleşik Krallık'ın geri kalanının saygılarını göstereceği Londra'ya götürüldü.

Bu son yolculuk, bir önceki Elizabeth’in ölümüyle tetiklenen ve Birleşik Krallık'ın kendisi için bir başlangıç noktası olarak kabul edilebilecek bir başka kraliyet geçişini yansıtıyordu. Nisan 1603’te, o zamanlar henüz 36 yaşında olan İskoçya Kralı VI. James, Edinburgh’dan Londra’ya, çocuksuz Kraliçe I. Elizabeth’in yerine İngiltere ve Galler’in I. James’i olarak geçeceği yere doğru çok daha yavaş bir yolculuğa başladı. Bir yıl sonra, İngiliz Parlamentosu’na yaptığı ilk konuşmada, iki krallığın birleşmesini, boşanmanın mümkün olmadığı bir evliliğe benzetti: “Tanrı’nın birleştirdiğini kimse ayırmasın. Ben kocayım ve tüm ada benim yasal karımdır.” James’in saray tiyatro yazarı William Shakespeare, bu ipucundan yola çıkarak en korkunç oyunu olan Kral Lear’ı yazdı. Oyun, birleşik bir krallığın aptalca parçalanması halinde yaşanabilecek tüm korkunç şeyler konusunda bir uyarıydı.

Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı’nın geleceğine ilişkin kaygılar yeni değil. Bu kaygının geçmişi, hikayenin başlangıcına kadar uzanıyor. Ancak pek çok Britanya vatandaşı için Kraliçe II. Elizabeth’in ölümü bu eski endişelere yeni ve keskin bir boyut kazandırdı. Uzun zamandır temsil ettiği istikrar, Shakespeare’in deyimiyle, kemikleriyle birlikte gömüldü. Kraliçe’nin ölmeden iki gün önce yemin ederek göreve getirdiği başbakan Liz Truss, Birleşik Krallık’ı neredeyse anında mali bir krize sürükledi ve sadece birkaç hafta sonra da görevinden ayrıldı. O zamandan bu yana ülke yükselen enerji fiyatları, yaygın grevler ve muhtemelen son on yılların en kötü ekonomik daralmasıyla karşı karşıya kaldı. Avrupa’yı terk eden İngiliz hükümeti artık sadece dünyada daha az etkili olmakla kalmıyor, aynı zamanda büyük çoğunluğun AB’de kalma yönünde oy kullandığı İskoçya ve Kuzey İrlanda ile de giderek daha fazla anlaşmazlık yaşıyor. Ve bir zamanlar İngiliz nüfuzunun ve İngiliz kimliğinin heybetli bir sembolü olan monarşi, şimdi küçük kardeş savaşları ve skandallarla anılan prenslerin tatsız magazinsel hikayelerinin kaynağı haline gelmiş durumda.

Elbette Birleşik Krallık daha önce de varoluşsal krizler yaşamıştı. İskoçya’nın kendi parlamentosunu feshedip İngiltere ve Galler ile birleştiği 1707 yılında resmen kurulan krallık, 1801’de İrlanda’nın tamamının eklenmesi ve 1922’de büyük bir kısmının kaybedilmesiyle yüzyıllar boyunca büyüyüp küçüldü. Yine de bu tuhaf çok uluslu devlet varlığını sürdürmektedir. Dağılma konusundaki ilk modern kitap olan İskoç sosyalist entelektüel Tom Nairn’in The Breakup of Britain [Britanya’nın Dağılışı] adlı kitabı 1977 yılında yayınladı. Nairn kesin bir güvenle, “Eski Britanya devletinin yıkılacağına hiç şüphe yok” diyordu. Neredeyse yarım yüzyıl geçmesine rağmen devlet hala ayakta.

Nairn’in korkunç öngörüsü tam anlamıyla gerçekleşmemiş olsa da oldukça ileri görüşlüydü. Nairn, Birleşik Krallığın sonunu, “sık sık öngörülen Titanik tipi bir felaketten ziyade yavaş yavaş batan bir gemi” fikriyle tanımladı. Bu tanım Britanya gemisinin şu andaki durumunu özetlemesi bakımından faydalı bir metafor. İskoç siyasetine artık, öncelikli misyonu krallıktan ayrılmak olan İskoç Ulusal Partisi (SNP) hakim. Kuzey İrlanda, bir asırdan fazla bir süredir Britanya ile birliğinin belkemiğini oluşturan Protestan çoğunluğu ilk kez kaybetti; sadece demografi bile, nüfusunun önümüzdeki on yıllarda İrlanda Cumhuriyeti ile birleşmeye meyilli olacağını gösteriyor. İngiltere’nin 1284 yılında ilhak ettiği Galler bile giderek İngiltere’den ayrışmaktadır. Aralık ayında, Cardiff’te devredilen hükümet tarafından kurulan Galler’in Anayasal Geleceği Bağımsız Komisyonu’nun ara raporu, Londra ile mevcut siyasi düzenlemelerin sürdürülebilir olmadığını ortaya koydu. Komisyon, Galler’in tamamen bağımsız bir ülke olma olasılığı da dahil olmak üzere radikal seçeneklere dikkat çekiyor.

En ilginç noktalardan birisi Brexit’e verilen halk desteğinin de ortaya koyduğu gibi, İngiliz seçmenler daha önce Britanya ve İmparatorluk kimlikleri altında gömülü olan İngiliz milliyetçiliğini giderek daha fazla öne sürüyorlar. Bu artan zorluklar Birleşik Krallık’ı sadece uluslararası düzendeki yeri konusunda değil, aynı zamanda tek bir yer olarak görülüp görülmeyeceği konusunda da kararsız bırakıyor. Bir zamanlar dünyayı şekillendiren bir yönetim artık kendi kabuğunu korumakta zorlanıyor.

Temeller ve krallık 

Birleşik Krallık hala ayakta olabilir, ancak temelleri yüzyıllardır olduğundan daha sığ. Bu temellerden ilki imparatorluktu. Bunu oluşturabilmek için İngiltere’nin kendi adasındaki barış için sorun teşkil eden, ayanı zamanda kırılgan, yakın komşusu İrlanda üzerinde kontrole ihtiyacı vardı. İspanya ya da Fransa ile savaşa girdiğinde, kuzeyden ellerindeki kılıçlarla İskoçlar tarafından saldırıya uğramayacağını ve Avrupalı rakiplerinin İrlanda’yı anavatanı işgal etmek için bir üs olarak kullanamayacağını bilmesi gerekiyordu. Buna karşılık, özellikle İskoç elitleri için İngiltere, hızla büyüyen ticari gücünden kârlı bir pay sunabilirdi. Bu pazarlık her iki taraf için de anlamlıydı: İngiltere Büyük Britanya adasına hükmedebilirdi, ama İskoçya da ona katılarak dünyaya hükmetmesine yardımcı olabilirdi.

İkinci temel ayak ise Protestanlıktı. On altıncı yüzyılda Reformasyon çeşitli Britanya uluslarında farklı biçimler aldı. Zamanla İskoçya tipik Presbiteryen, Galler güçlü Metodist, İngiltere ise VIII. Henry’in Roma’dan ayrılmasıyla ortaya çıkan resmi Episkopal kilisesine sadık hale geldi. Bu inançlar arasındaki gerilimler çok sertti. Ancak sonuçta, Katolik olmama zorunluluğundan daha az önem taşıyorlardı. Çoğunluğun güçlü bir Katolik kimliğine sahip olduğu İrlanda, bu nedenle Birleşik Krallık’ta sürekli tedirgindi. Ancak Protestanlık, diğer uluslar arasındaki ortaklık duygusunu pekiştirdi.

Üçüncü bir temel ise sanayi devrimi tarafından sağlanmıştı. 1980'lere kadar Birleşik Krallık’ta seyahat eden herkes, Galler’deki kömür sahalarını, İngiltere'nin Midlands bölgesindeki çömlek fabrikalarını, Manchester'daki pamuk fabrikalarını, Glasgow’daki demir fabrikalarını ve Belfast’taki tersaneleri kapsayan derin ve ortak bir fiziksel emek geçmişine tanıklık ederdi. Bu dünya, yirminci yüzyılda bölgesel bölünmeleri aşan ulusal bir işçi sınıfını temsil eden sendikalar ve İşçi Partisi gibi kendi birlik bağını oluşturdu. İşçi Partisi, en azından zamanın bir kısmında, radikal bir şekilde reformist olabilir, ancak ulusal kimlik açısından da son derece muhafazakârdı. Bu durum sıradan insanlara güçlü bir ortak siyasi amaç duygusu verdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yarattığı refah devleti, Ulusal Sağlık Hizmeti gibi ortak kurumlarla desteklenerek, Birleşik Krallık’ın hangi bölgesinde yaşadıklarına bakılmaksızın sıradan insanlara aynı faydaları sağladı.

Son olarak, prestij vardı. Britanyalılık kazanan bir markaydı. İmparatorluğun tebaası olan halklar aynı şekilde hissetmemiş olabilir, ancak ana ülkenin sakinleri için Büyük Britanya’daki “büyük”, coğrafi bir nitelemeden çok, ahlaki ve siyasi üstünlüğün açık bir ifadesi gibi görülüyordu. Amerikan kolonilerinin kaybedilmesi gibi talihsiz bir olayın ardından Birleşik Krallık inanılmaz bir başarı serisi yakaladı: Napolyon’u ezdi; Afrika, Karayipler, İrlanda, Hindistan ve başka yerlerdeki isyanları (unutmakta oldukça başarılı olduğu bir şiddetle) bastırdı; Kırım Savaşı’nda Rusya’yı yendi; Çin’i küçük düşürdü; ve iki dünya savaşı kazandı.

Savaş sonrası gerileme döneminde bile, imparatorluk çözülürken ve Birleşik Krallık Atlantik ötesindeki yeni Anglofon dünya gücünün küçük ortağı rolüne yerleşirken, ülke sert gücü yumuşak güçle değiştirme konusunda olağanüstü başarılıydı. Hantal kurulu düzeni bunları anlamakta gecikti ama Beatles ve Rolling Stones, Judi Dench ve Monty Python Britanyalılık üzerinde bir cazibe büyüsü yarattı. Fiziksel imparatorluğun yerini kültürel bir alan almıştı. Sanatta, eğlencede, bilimde ve düşüncede Britanyalılık, Britanya vatandaşları için olduğu kadar yabancılar için de cazibesini korudu. Rule Britannia, Cool Britannia’ya dönüştü.

Bu markalaşmanın başarısı, iki tür çekiciliği kapsama yeteneğinde yatıyordu. Şık, dinamik bir pop kültürü fikri, soğukkanlı İngilizlerin öz imajıyla eşleştirildi. James Bond’un martini gibi, İngiliz halkı da dünya olaylarıyla - 1956 Süveyş Krizi, 1992'de sterlinin çöküşü gibi – sarsılabilirdi. Ama asla yazılı olmayan anayasasının gizemlerine dayanan kendi hükümet sistemlerini gerçekten istikrarsız hale getirecek kadar heyecanlanmayacaklardı.

Bunlar oldukça sağlam temellerdir. Şu anda oldukça istikrarlı görünen pek çok ülkenin ayakları hala daha çok sallantıda. Birleşik Krallık’ın temel direklerinden birinin, hatta ikisinin zayıflaması ülke için varoluşsal bir tehdit oluşturmayacak gibi görünüyor. Peki ya dördü birden zayıflarsa? Çünkü objektif bir analiz yapıldığında, bugün Britanyalılığın bu temellerinden herhangi birinin sağlam bir şekilde yerinde durduğuna inanmak mümkün değil.


Bu yazı, Foreign Affeirs’de 21 Şubat 2023 tarihinde “Disunited Kingdom: Will Nationalism Break Britain” başlığıyla yayımlanmıştır. İki bölüm halinde yayınlanacak yazı, kısaltılarak çevirilmiştir. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.