×
İNGİLTERE

ANALİZ

İktidar ve Düzen: İşçi Partisi Yeni Bir Siyasi Uzlaşı İnşa Edebilir mi?

Birbiri ardına gelen muhafazakar hükümetler ve yönetici bir üst sınıfın hakimiyetinde olan ulusal kurumlar, sistemin tepesinde oturan egemen parlamentonun içini boşalttı. Popülizmin alternatifi ruhsuz bir teknokrasi değil, kurumsal özerkliğe dayalı demokratik çoğulculuktur.
ÖNCE BREXIT, ardından milyonlarca işçi sınıfı seçmeninin İşçi Partisi'ni terk ettiği 2019 seçimlerini izleyen süreçte, İngiliz siyasetinin yeniden düzenlenmesi hakkında çok şey konuşuldu. Sağcı kalkınma ve solcu sosyal reformlarla geçen yılların ardından, yeni yön "ekonomide sol" ve "kültürde sağ" olarak belirlendi. Böylece her iki ana partinin de daha fazla piyasa ve daha fazla bireycilikten başka bir şey sunmadığı, özelleştirici, taşeronlaştırıcı bir devlet ve daha az sosyal dayanışma önerdiği günler geride kalacaktı. Boris Johnson başbakan olarak mali kemer sıkma politikalarının sona erdiğini ilan etmiş ve "geride bırakılan" yerlerin devlet eliyle düzlüğe çıkarılacağı bir nesil vaat etmişti. "İş dünyasının canı cehenneme" ve "kontrolü geri al" bu yeni başlayan post-liberal dönemin parolalarıydı.

Ancak bu yeni eğilim aslında yanlış bir başlangıçtı. Johnson'ın kayıtsız övgücülüğü yeni bir siyasi uzlaşı inşa etme çabalarını baltaladı. Kapsayıcı bir dünya görüşü tanımlayamayan Johnson (muhtemelen o burada kendisine “dünya kralı” demeyi tercih ederdi), içgüdüsel bir sosyo-ekonomik liberalizm ile fırsatçı bir büyük devlet müdahaleciliği arasında gidip geldi. Liz Truss'un eşzamanlı devlet destekleri ve vergi indirimleri şeklindeki özgürlükçü deneyi gerçeklikle temas ettiğinde iflas etti. Ve şimdi Rishi Sunak, Tony Blair gibi, piyasa güçlerini serbest bırakmak ve Birleşik Krallık'ı teknolojik bir süper güce dönüştürmek için neo-Thatchercı bir "sağlam para" stratejisi izliyor. Gelinen noktada Brüksel'den aldığımız yetkileri, Wall Street'teki kurtlara ve Silikon Vadisi'ndeki teknoloji milyarderlerine teslim ettik.

Muhafazakâr Brexit yanlılarının çoğu, küresel serbest ticaretin egemen olduğu bir Britanya'yı savunuyor. Londra Şehri'ni memnun etmek için bankacıların ikramiyelerinin sınırlandırılmaması, ahlaksızlığın erdeme ödediği bir bedel olarak görülebilir, ancak Muhafazakârların sermayenin çıkarlarını savunmaya devam ettiği tezini doğrulamaktadır. Muhafazakarların ekonomileri ultra-liberal olduğu gibi kültürleri de anti-liberaldir. Destekledikleri ekonomik model, şehir işleri için sayısız mezun yetiştirmeye ve yüksek vasıflı, düşük ücretli işgücü ithal etmeye dayanırken, üniversitelere ve göçmenlere karşı kültür savaşları açıyorlar. Göçmen politikası, denizaşırı ülkelerden daha fazla öğrenci ve vasıflı işçi çekmek olan Muhafazakar Parti’nin, göründüğü kadarıyla muhafazakar ya da şefkatli hiçbir yanı yok. Savaşan Muhafazakâr kabileleri birleştiren bir şey varsa, o da yeniden yapılanmanın hoşgörülü ve vatansever bir kamu yararı politikası gerektirdiği piyasa milliyetçiliğidir.

Ancak birbiri ardına gelen hükümetler, -kamu hizmeti, mahkemeler, BBC, okullar ve üniversiteleri içeren ve hepsi de yönetici bir üst sınıfın hakimiyetinde olan- ulusal kurumlar, bu ekosistemin tepesinde oturan egemen parlamentomuzun içini boşalttı. Dolayısıyla demagojik popülizmin alternatifi ruhsuz bir teknokrasi değil, Amerikalı siyaset düşünürü Michael Lind'in "demokratik çoğulculuk" olarak adlandırdığı şey olabilir. Bu da devlet ve piyasa kurumlarının ailelerden mahallelere, işyerlerinden sendikalar ve inanç toplulukları gibi özgür derneklere kadar özerk, kendi kendini yöneten kurumsal yapılarda örgütlenmiş kişilerin çıkarlarına hizmet ettiği bir "topluluklar topluluğu"dur. Bu, devletin, örgütlü iş dünyası ile örgütlü emek arasında ücretler ve çalışma koşullarına ilişkin anlaşmalara aracılık ettiği, müzakere edilmiş bir çözümde birbirinden uzaklaşmış çıkarları uzlaştıran yeni bir korporatizmdir.

Ekonomik yerinden edilme ve kültürel bozulma karşısında çoğulcu bir demokrasi istikrar ve aidiyet duygusu sağlayabilir, insanları iktidara ortak edebilir ve "oyunda payı olanlara" söz hakkı verebilir. Çoğunluk siyasetinin geleceği, çalışan ve alt-orta sınıf seçmenlerin çıkarlarını gözeten bir ekonomi, faturaları ödeyen ve anlam sağlayan işler, düzgün ve uygun fiyatlı konutlar, toplumsal gruplar arasında ekonomik çıkarları ve kültürel değerleri bütünleştiren istikrarlı bir düzenle kurulabilir. Bizler, ilişkiler ve kurumlar arasında hem maddi ihtiyaçlarını karşılayan hem de anlam dünyasını kurmak zorunda olan varlıklarız. Ekonomiyi kültürle birleştiren bir siyaset, insan doğamıza ekonomik teknokrasi ve kültürel popülizmden daha fazla hitap eder.

Çoğu insanın kimlikleri ve bağlılıkları ile aile, cinsiyet ve ulusa yönelik geleneksel sayılabilecek tutumları göz ardı edilirse, demokrasi ve liberalizm, yollarını ayırma eğilimine girer. Bu gerilim, son yıllarda Doğu Avrupa'nın yanı sıra İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, İtalya ve şimdi de Hollanda'da liberal demokrasileri altüst etmişti. Bu tehlikeli durumun alternatifi, farklılıkların ötesinde birlikte takip edebileceğimiz insani gelişim hedeflerine odaklanan, ortak iyiye ulaşmak için sürekli müzakerelerin yapıldığı post-liberal bir siyasettir. Erdem, ekonomiye ve kültürel kimliklerimize geri verilmelidir. Elbette meşru anlaşmazlık alanları devam ettikçe başarı sınırlı olacak ve bazı alanlarda insanlar birbiriyle uyuşmayan ve hatta örtüşmeyen hedefler peşinde koşacaktır. Ancak hiçbir siyasi toplum, ortak bir anlatı ve aidiyet bağları olmadan gerçekten bir arada duramaz. Bunu yapmaya çalışırsa, sonuç ya liberal anarşi ya otoriter popülizm ya da ikisinin karışımı olacaktır.

Geçtiğimiz günlerde Başbakanlık Soru Önergeleri'nden birinin gösterdiği gibi Sunak, "bir başka Thatcher'cıya" karşı seçim kaybeden ilk Muhafazakar başbakan olabilir. Keir Starmer'in İşçi Partisi'nin kendi politikaları ile hükümet politikaları arasına mesafe koyması gerekiyor. İşçi Partisi, insanların güvenlik ve dayanışma özlemine dayanan sosyal ılımlılık ve ekonomik dönüşümü tutarlı bir şekilde savunmadığı sürece, seçimlerde ya da iktidarda daha kötü bir performans sergileyecektir. İşçi Partisi'nin kimlik politikalarını benimseme eğilimi ve kendi kendine dayattığı mali program, halkın çoğunluğunu yabancılaştırma ve sıkıntılı zamanlarımız için yeni bir siyasi uzlaşı inşa edememe riski taşıyor.


Bu yazı, The New Statesman’de 12 Aralık 2023 tarihinde “Labour is failing to build a new political consensus” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.