×
ARAP DÜNYASI

ANALİZ

İsrail-Filistin Sorunu: Hegemonik Güvenlik ve Küresel Trajedi

Onlarca yıldır İsrail'in güvenliği, Filistinlilerin hakları pahasına gerçekleşiyor. Dolayısıyla bölgedeki çatışmanın merkezinde “yaratıcılığa ihtiyaç duyan bir ikilem” değil, “adalete ihtiyaç duyan bir trajedi” yatıyor.
İSRAİL'İN GAZZE'DEKİ Baptist Hastanesini bombalayarak yüzlerce masum Filistinliyi öldürmesi Gazze savaşında bir dönüm noktası olabilir. 17 Ekim tarihli saldırıya karşı, Filistin ve Orta Doğu'da kitlesel protesto ve tepkiler yükseldi. Aynı zamanda Mısırlı, Ürdünlü ve Filistinli liderleri ertesi gün ABD Başkanı Biden ile yapılacak zirve toplantısını iptal etmeye zorladı.

Hastanenin ölümcül ve vahşi bir şekilde bombalanmasının ardından, aynı gün, BM tarafından işletilen bir okul da İsrail güçleri tarafından bombalandı, en az altı kişi hayatını kaybetti. Bu trajediler, İsrail'in Gazze'de “meşru müdafaa” bahanesiyle yürüttüğü soykırım savaşının insani sonuçlarını gözler önüne seriyor. Bu saldırılar, İsrail’in orantısız ve ayrım gözetmeyen askeri güç kullanımıyla Filistinlilerin hayatları pahasına maksimum güvenliği sağlama güdüsüne dayalı uzun geçmişini yansıtıyor.

İsrail, Şirin Ebu Akile suikastından sonra yaptığı gibi, hastane bombalama eyleminden Filistinlileri sorumlu tutarak uluslararası kamuoyunu yanıltmaya çalışıyor.

Kargaşanın, ölümün ve yıkımın ortasında … düzinelerce savaş, sayısız barış girişimi ve sayısız barış girişimi yaşandı. Sayısız “yaratıcı” çözüm, trajik çatışmayı çözmede başarısız oldu.

Bu kaotik ve trajik zamanlarda, çatışmayı yönlendiren / alevlendiren ana çelişkiye, yani İsrail'in "güvenlik" hamlesi olduğunu iddia ettiği şeyler ile Filistinlilerin uluslararası hukuka göre hak olarak talep ettiği şeyler arasındaki çatışmaya odaklanmak önemli.

İsrail, yıllardır Filistinlilerin temel insani hakları ve özgürlükleri pahasına maksimum “güvenlik” arayışına girdiği için bu temel çelişki sıfır toplamlı bir çatışmaya dönüştü.

İsrail, kuruluşundan bu yana güvenliğini hem askeri hem de askeri olmayan terimlerle çok geniş bir şekilde tanımladı. Bu noktada Filistinlilerin temel hak ve özgürlüklerini yok saydı. Terör ve şiddet yoluyla kurulduktan sonra, bitmeyen ve sürekli artan bir tehdit algısına yaslanarak müthiş bir güvenlik doktrini geliştirdi. Alaycı bir dünyadan, düşman bir bölgeden ve “zararlı” bir yerli halktan gelen sürekli bir tehdit altında olduğunu öne sürdü.

İsrail, başından beri amansız bir savaş hazırlığına ve savaşı sürdürmeye odaklandı. İçinde bulunduğu siyasal durum bunu gerektirmese bile sahip olduğu güvenlikçi ruh haliyle hep bu savaş halini haklı çıkarmaya çalıştı. İsrail, her şeyden önce, stratejik derinliğini ve küçük nüfusunu telafi edebilmek ve ülkenin tek bir savaşı bile kaybetmemesini sağlamak için askeri üstünlük, stratejik önleyicilik ve nükleer caydırıcılık peşinde koştu. Tek bir savaşı kaybetmenin tamamen yok oluş anlamına geleceğine inanarak.

Saldırgan bir askeri doktrinle silahlanan İsrail, 1948, 1956 ve 1967'de üç savaş kazandı. Bunun sonucunda, güvenliğini koruma bahanesi altında milyonlarca Filistinlinin daimi askeri kontrolü dahil olmak üzere tüm tarihi Filistin toprakları üzerinde kalıcı bir işgal sağladı.

İsrail, uluslararası hukuku sürekli olarak çiğneyerek Filistinlilere karşı adaletsizliklerini, baskılarını, katliamlarını sürdürdü. 1948'deki Nakba'dan sonra İsrail’in "güvenliği", milyonlarca Filistinli mültecinin ve onların soyundan gelenlerin (BM'nin 194 sayılı kararına aykırı olarak) evlerine ve anavatanlarına dönmelerinin engellenmesi anlamına geliyordu. Bu, aynı zamanda yeni Yahudi göçmenlerin yerleştirilmesi ve Yahudi demografik çoğunluğun sağlanması amacıyla Filistinlilerin topraklarına el konulmasına da yol açtı. 

Benzer şekilde, 1967 savaşı ve ardından gelen işgalden sonra İsrail, yüz binlerce Yahudi’yi yerleştirmek için Filistin topraklarına el koydu. Yahudi yerleşimcilerin yasadışı varlığı daha büyük, daha baskıcı bir İsrail askeri konuşlandırmasının gerekçesi haline geldi. Bu durum, İsrail'in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda geri çekilmesini daha da imkansız hale getirdi.

İsrail, 1993'te Filistinlilerle "tarihi barış anlaşmaları" imzaladıktan sonra bile, Yahudi göçmenleri işgal altındaki Filistin topraklarına yerleştirmeye devam etti. Yasadışı Yahudi yerleşimcilerin nüfusu bugün 700.000'e ulaştı.

Sonrasında İsrail, ulusal güvenlik hükümlerini bu yerleşim yerlerinin güvenliğini de kapsayacak şekilde genişletti. Bu, elbette Filistinlilerin yaşamı, toprağı, onuru ve refahı pahasına yapıldı.

İsrail, yasa dışı yerleşim yerlerini korumak için Filistin topraklarını 202 ayrı kantona böldü. Böylece bir apartheid sistemi kurdu ve Filistinlilerin istihdam, sağlık ve eğitime erişimini kısıtladı.

Diğer sömürgeci güçler gibi İsrail'in güvenlik konusuna ideolojik yaklaşımı, askeri doktrinine stratejik yaklaşımı kadar tehlikeli bir hal aldı. Güvenlik tüm diğer konuları gölgede bırakan, her şeyi açıklayan ve her şeyi haklı çıkaran sihirli bir kelime haline geldi. Bahsinin geçmesi, her türlü eleştiriyi veya muhalefeti susturmaya yeten sihirli bir kelime.

Bugün İsrail için güvenlik her sorunun cevabı: Neden oraya değil de buraya inşa edin – güvenlik; neden işgali sürdürüyorsun – güvenlik; Yahudi yerleşimlerini neden genişletelim – güvenlik; katliamları ve kan dökülmesini neden gerçekleştiriyorsun – güvenlik; Neden savaş ya da barışın olmadığı bir durumu sürdürelim – güvenlik.

Sonuçta İsrail için güvenlik bir devlet ideolojisi olarak ortaya çıktı. Bu, Siyonizmin sömürgeci karakterine ve gerçekliğine karşı, bunları örtmek üzere ürettiği bir yanıt. İsrail'in güvenlik dediği şeye Filistinlilerin hegemonya demesi tesadüf değil. Zira bu şekilde güvenlik, polisin, askeriyenin, istihbaratın ve gözetimin ötesine geçerek demografi, göç, yerleşim, toprak müsaderesinin yanı sıra teoloji, arkeoloji, beyin yıkama ve propagandayı da kapsayan hegemonik hatta ırkçı bir kavrama dönüştü. Bütün bunlar, İsrail'in askeri gücünün, caydırıcılığının, önleyiciliğinin temel ve tamamlayıcı unsurları haline geldi.

Ancak İsrail'in Filistin'in özgürlük mücadelesine karşı sergilediği orantısız saldırı, Filistin direnişini caydırmakta her zaman başarısız oldu. Filistin halkının çektiği acılar, bu ay Gazze'de gördüğümüz gibi, daha büyük hayal kırıklığı ve öfkeye yol açarak misilleme döngülerine yol açtı.

İsrail, 2005 yılında binlerce yasadışı yerleşimciyi geri çekip güçlerini Gazze dışına konuşlandırdığından beri, yoğun nüfuslu şeridi kuşatma altına aldı. Adaletsiz ve insanlık dışı bir abluka, çoğu bugünkü İsrail'in güneyinden gelen mültecilerden oluşan 2,3 milyondan fazla Filistinli için hayatı daha da dayanılmaz hale getirdi.

On sekiz yıl, beş savaş ve on binlerce can kaybının ardından İsrail, Hamas'ın 7 Ekim'de askerlerine ve sivillerine yönelik saldırısına misilleme olarak talihsiz Filistin topraklarını bombalamaya geri döndü. Gelinen noktada Gazze'yi, sakinlerine maliyetini hesaplamadan, tam bir kara işgaline hazırlanıyor. 

Esas olarak İsrail'in, Filistinlilerin askeri işgal ve kuşatma altındaki kendi sivillerini koruma hakkını inkar ederken, kendi vatandaşlarını savunma konusundaki münhasır hak iddiası uzun süredir geri tepiyor. Gelinen noktada İsrail'in güvenliği ve yenilmezliği efsanesi bir kez ve tamamen yerle bir oldu. Kanlı güvenlik yoluyla barışı aramak yerine, güvenliği adil barış yoluyla aramanın zamanı geldi.

Kasabanın kendi kendini atayan yeni şerifi Joe Biden'ın bölgeye yaptığı ziyaret sırasında İsrail'i Gazze'deki soykırım savaşında kışkırtmak yerine dikkate alması gereken gerçek bu.

Azmi Bishara'nın Filistin: Hakikat ve Adalet Meseleleri adlı son kitabında vurguladığı gibi, çatışmanın merkezinde “yaratıcılığa ihtiyaç duyan bir ikilem” değil, “şiddetle adalete ihtiyaç duyan bir trajedi” yatıyor.

İyi bir arabulucunun, İsrail işgaline ve çatışmayı yönlendiren sömürgeci zihniyete son vermekle başlayarak, ikisi arasındaki dengeyi bulması ve sürdürmesi gerekecek.

Bu, “iki tarafçılık” veya “Whataboutizm” değil. Aksine bu, ülkedeki gerçekliği yöneten tarihsel dinamiğin sağduyulu ve ayık okunması!


Bu yazı 18 Ekim 2023 tarihinde Al-Jazeera’da “Rethinking Palestine-Israel: Hegemonic security vs true justice” başlığıyla yayınlandı. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.