×
ABD

ANALİZ

Joe Biden Yeni Döneme Eski Sorunlar ve Sancılarla Başladı

Biden’ın toplumsal ayrışmayı azaltabilmek ve yeniden bir “toplumsal uzlaşıya” ulaşabilmek için yapması gereken çok şey olduğu açık; ancak bunları yapabileceği siyaset alanının varlığı tartışmalı.
3 KASIM’DAKİ TARTIŞMALI başkanlık seçimleri ve 6 Ocak’taki Kongre baskınının ardından 20 Ocak’ta yemin ederek görevine başlayan Joe Biden’ı uzun ve zorlu bir mücadele bekliyor. 4 yıllık “tantanalı” Donald Trump döneminin ardından Washington’da sular görece olarak durulmuş gibi gözükürken, ülkenin son yıllarda yüzleşmek zorunda olduğu tüm toplumsal, ekonomik ve Kovid-19 kaynaklı sorunlar aynı şekilde çözüm bekliyor. Ana akım liberal medyanın da bilinçli tercihiyle 20 Ocak öncesine dair hemen her şey halının altına süpürülürken, Biden yönetimini bekleyen iç ve dış politikaya dair bazı meydan okumalar, esasen yeni dönemin istikametini doğrudan etkileyecek unsurlar olarak ortaya çıkıyor. Biden’ın başarılı olabilmesi için “Trump’ın yaptıklarını tersine çevirme” yaklaşımının ötesinde vizyoner ve gerçekçi bir performans ortaya koyması gerekiyor.

İç politikada Kovid-19, ekonomi ve “yeniden” toplumsal uzlaşı arayışı

İç politikada ciddi bir “Kovid-19’la mücadele” sınavından geçecek olan Biden gerek aşı çalışmalarına verdiği önem gerekse salgının ekonomik faturasını minimize etmeye yönelik adımlarla Amerikan toplumuna “artık Beyaz Saray’da sorumluluk sahibi bir başkanınız var” mesajı vermeye çalışıyor. Biden’ın görevdeki ilk iki haftasında imzaladığı 45 kadar başkanlık kararnamesinde Kovid-19’la mücadele önemli bir ağırlık taşıyor. Aşı çalışmalarının istenilen düzeyde olmadığı ABD’de halen günlük 1,5 milyon seviyesi aşılabilmiş ve 2. doz aşılara başlanabilmiş değil. Oysa ki dünyada Kovid-19 aşısının kullanımına ilk onay veren Batılı ülke olan ABD’nin nüfusa oranla daha iyi bir performans göstermesi gerekiyor. Bunun farkında olan Biden yönetimi son olarak 1100 kadar askerin de aşı çalışmalarında doğrudan görev almasına onay verdi ve bu sayı artabilir.

Öte yandan Biden, salgının ekonomik faturasını azaltabilmek amacıyla hem işletmelere hem de doğrudan bireylere ekonomik destek sağlayacak 1,9 trilyon dolarlık ekonomi paketi için harekete geçti. Biden, Kongredeki Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında keskin ayrışmaya neden olan söz konusu paketi muhtemelen sadece Demokratlarla çıkaracak. Bireylere 1400’er dolar öngörülen pakete ilişkin çalışmalar sürerken, şubat sonuna doğru paketin kabul edilmesi bekleniyor. Söz konusu paket, Biden yönetiminin Kovid-19’la mücadeledeki en önemli ekonomik çıpası olacaktır. Öte yandan Hazine Bakanlığına eski FED Başkanı Janet Yellen’ın getirilmesi de piyasalara güven vermiş gibi gözüküyor.

Ancak Biden’ın henüz elini hiç atmadığı konu, Trump dönemine dair en büyük şikayeti olan “toplumsal ayrışma” konusu oldu. Seçim kampanya döneminde her cümlesinde “Trump’ın böldüğü toplumu yeniden birleştireceğim” diyen Biden, Beyaz Saray’daki ilk günlerinde birkaç konuşması dışında bu konuya henüz giriş yapmış değil. Önceliği Kovid-19 ve ekonomiye verdiği anlaşılan Biden’ın, Senatoda 9 Şubat’tan itibaren görülecek olan Trump’ın azil yargılaması sürecinden sonra ne yapacağı merak konusu. Bir yanda seçimlerin çalındığını düşünen ve halen yüzde 80’inden fazlası Trump’a destek veren muhafazakar Cumhuriyetçi kitleler, öte yandan Trump karşıtlığı üzerinde bir araya gelmiş olan ve farklı paydaları da olan Demokrat seçmenler. Biden’ın toplumsal ayrışmayı azaltabilmek ve yeniden bir “toplumsal uzlaşıya” ulaşabilmek için yapması gereken çok şey olduğu açık; ancak bunları yapabileceği siyaset alanının varlığı tartışmalı. Bu konuda Biden’ın başarılı olabileceğine inananların sayısı ise oldukça az. Biden’ın “söylem” dışında toplumsal uzlaşı için somut bir şey yapamayacağı ve Washington’daki tipik politika oyununun aynen devam edeceğini söylemek yanlış olmaz.

Dış politikada “kurumsal diplomasi” vurgusu

Kuşkusuz henüz yeni göreve gelmiş olması hasebiyle Biden yönetiminin dış politika yaklaşımına ilişkin çok net ifadeler kullanmak doğru olmaz. Ancak gerek Biden’ın 4 Şubat’ta başkan olarak Dışişleri Bakanlığında yaptığı ilk dış politikasına gerek ilgili açıklamalarına ve gerekse yeni bakan Antony Blinken’ın açıklamalarına bakıldığında güçlü bir fikir edinmek mümkün. Biden’ın Trump döneminden kendini ayrıştırdığı ve bundan sonra da ayrıştıracağını vurguladığı temel husus şu: Dünya politikasında ABD’nin yerini/rolünü belirleyen temel öncelik diplomasi, diplomatik kurumlar ve müttefiklerle artan iş birliği olacak. Biden bu durumu, “ABD geri döndü, diplomasi geri döndü” sözüyle özetlerken, aslında Trump döneminde zayıflayan kurumsal diplomasiye geri dönüş sözü veriyordu. Nitekim hem Blinken’ın hem de Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın açıklamalarında hep bu vurgu vardı. Bu durumda NATO gibi uluslararası ittifakların öneminin doğal olarak artması bekleniyor.

Biden yönetimi, Trump döneminde “tek kişilik şova dönüştüğü” savunulan dış politika yapım sürecinin yeniden kurumsal diplomasiye ve kurumlar arası koordinasyonun öne çıktığı ortak bir karar mekanizmasına dönüşeceğinin mesajını verdi. Kulağa hoş gelen bu söylemin pratikte Çin ve Rusya ile rekabet ve bölgesel müttefiklerle ilişkilerde nasıl somutlaşacağını ise hep birlikte takip edeceğiz.

Rusya daha yakın tehdit, Çin küresel rakip

Görevdeki 3 haftasını dolduran Biden, Trump döneminde odak noktası Çin’le mücadele olan dış politika yaklaşımını biraz daha “Rusya ile mücadeleye” kaydıracağının sinyallerini veriyor. Yeni yönetim her ne kadar Çin’i “en önemli küresel rakip” olarak tanımlamaya devam etse de Moskova’yı kısa vadede daha “yakın bir tehdit” olarak görüyor. Diğer yandan, Trump döneminin sonunda “Çin’in Uygur Türklerine soykırım yaptığı” şeklindeki pozisyonunun Biden yönetimi tarafından da korunuyor olması önemli. Zira bu ve bunun gibi adımlar Washington’ın tamamen Moskova’ya odaklanmayıp aynı zamanda Pekin’le de yüzleşmeye hazır olduğu mesajını veriyor. Ancak Trump döneminden farklı olarak ilk sıradaki Çin’in yerinde ağırlıklı olarak Rusya’yı göreceğimiz bir dönemin birçok emaresi bulunuyor. Bu süreçte Aleksey Navalnıy konusu ABD-Rusya ilişkileri için “demokrasi” temalı ilk sınav oluyor. Benzer şekilde Çin bağlamında da Hong Kong, Sincan ve Tibet’le ilgili tartışmalar ABD-Çin geriliminin önemli parçaları olabilir. Elbette ABD-Çin ticaret savaşlarında ve gümrük uygulamalarında yeni dönemde ne olacağı da iki ülke arasındaki ilişkilerin rengini ciddi şekilde etkileyecektir. İndo-Pasifik bölgesindeki halihazırda var olan askeri gerilimin yeni dönemde de aynı şekilde devam etmesi de kuvvetle muhtemel gözüküyor.

Yeni dönemde Türk-Amerikan ilişkilerini ne bekliyor?

İç ve dış politik süreçlerinde birçok adımı yakından takip edilecek olan Biden yönetiminin Türk-Amerikan ilişkilerine dair performansı kuşkusuz bizim açımızdan en önemli konu olacaktır. Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor: Trump döneminde var olan sorunlar aynı şekilde geçerliliklerini koruyor. Dolayısıyla sorunların mevcudiyetini gerçekçi bir yaklaşımla kabul etmek kadar, bu sorunların çözümü noktasında bir irade beyanında bulunmak da oldukça önemlidir. Bu “sorunları kabul-çözüme bağlılık için irade beyanı” dengesinin ilk emaresini, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan arasındaki telefon görüşmesinden sonra yapılan açıklamalarda gördüğümüzü düşünüyorum. İki taraf da mevcut sorunları ortaya koymuş, aynı zamanda sorunların diplomasi ve müzakere yoluyla çözümü noktasında iyi niyetlerini beyan etmişlerdir. Bu yazı kaleme alındığı gün itibariyle henüz Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Biden ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile Blinken arasında görüşmeler yapılmış değildir. Bu görüşmelerin içeriği de “yeni dönemde Türk-Amerikan ilişkileri nasıl olacak?” sorusuna cevap vermek için kuşkusuz önemli olacaktır.

Bu noktada yeni dönemde Türk-Amerikan ilişkilerine dair biri pozitif, diğeri daha gerçekçi iki yaklaşımdan bahsetmek mümkündür. Pozitif ve ümitvar yaklaşım, temelde Biden yönetiminin “sorunları kurumsal diplomasi ve diyalog yoluyla” çözme iradesine dayanıyor. Aynı şekilde NATO’ya ve ABD’nin ittifak ilişkilerine sürekli vurgu yapan yaklaşımına atıf yapıyor. Gerçekçi yaklaşım ise başta S-400 meselesi olmak üzere mevcut sorunların kısa vadede çözülemeyeceğini, dolayısıyla bu sorunların ilişkilere etkisinin azaltılmasına odaklanmak gerektiğini vurguluyor.

Türkiye gibi hem NATO ittifakı hem de bölgesel güvenlik denklemleri için en önemli ülkelerden biriyle ilişkiler elbette Washington için çok değerli olmalıdır. Bu noktadaki en önemli “sorun alanı”, S-400 meselesi olarak orta yerde durmaktadır. Türkiye’nin son derece haklı saiklerle aldığı S-400 sistemleri, Washington’da Trump döneminde olduğu gibi Biden döneminde de Türk-Amerikan ilişkilerinin üzerindeki en büyük gölge olarak değerlendirilmektedir. Beyaz Saray’ın yanı sıra Kongrede hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin S-400 konusundaki “abartılmış hassasiyeti”, gelecek dönemde ilişkileri tıkayacak bir tıkaç olabilir. Taraflar bu konuyu kameralar önünde değil de kapalı kapılar ardında masada müzakere ederek çözebilir. Biden yönetiminin sürekli geri döndü dediği “diplomasi” bakalım bu konuda işleyebilecek mi? Ankara bu konuda şeffaf bir şekilde bu çağrıyı zaten yapıyor fakat Washington bu konudaki “üstünlük kurma” takıntısından kurtulup yapıcı bir şekilde masaya oturabilecek mi?

Diğer yandan ABD’nin YPG/PKK meselesini canlandıracak adımlar atması, FETÖ elebaşı konusunda bugüne kadar olduğu gibi yine yerinde sayması, Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları karnesine ilişkin sürekli açıklamalar yapması gibi başlıklar da yeni dönemde muhtemel sorun alanları olacaktır. Bu gerçek sorunlarla yüzleşmek, ancak diplomasi ve karşılıklı iyi niyet temelindeki müzakerelerle mümkün olabilir. Bu da en başta samimiyet ve güven gerektirir; yani Türk-Amerikan ilişkilerinde son yıllarda giderek zayıflayan ve Washington’ın daha fazla çaba göstermesi gereken güven ve samimiyet…

HAKAN ÇOPUR

1981 yılında İstanbul’da doğdu. Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Halkla İlişkiler bölümlerinden mezun oldu. Marmara Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler yüksek lisansını yaptı. Bazı düşünce kuruluşlarında Türk dış politikası üzerine çalıştıktan sonra 5 yıl kamuda görev yaptı. 2015 yılından girdiği Anadolu Ajansı'nda 2018’den bu yana AA Amerika Haberleri Editörü olarak görevine devam ediyor. Evli ve 3 çocuk babasıdır.