×
ARAP DÜNYASI

ANALİZ

Mısır’da Otoriter Restorasyonu Anlamak: Devlet, Toplum ve Ekonomi

Mısır’da lider değişiklikleri daha derinde sistemi dönüştüren yapısal değişimleri ifade ediyor. Esas olarak rejim bu dönüşümü, bir "açılma ve kapanma döngüsü" içinde kontrollü biçimde gerçekleştirerek hayatta kalabiliyor.
BU YIL CUMHURBAŞKANI Abdülfettah El Sisi iktidara gelişinin 10. Yıldönümünü, giderek ağırlaşan ekonomik sorunların yarattığı toplumsal hoşnutsuzluğun ve siyasi sıkışmışlıkların gölgesinde kutladı. Bu yılın sonunda, Aralık ayında gerçekleşecek seçimler ise bu tablonun vahametini artırıyor. 
 
Cumhurbaşkanı El Sisi, üçüncü dönemini garanti altına almak istiyor ve bu nedenle de 2013 yılında inşa edilen yeni bürokratik otoriter sistemin çıkmazlarını gözden geçirmeye niyetli. Bu doğrultuda siyasal alanda kısmen bir genişleme sağlayabilmek için ülkede, Nisan 2022'de bir ulusal diyalog girişimi başlatıldı. Cumhurbaşkanı El Sisi tarafından ilan edilen bu diyalog, kendisine sunulabilecek ve anayasa, dış politika ve ulusal güvenlik konularının dışında kalan siyasi, ekonomik ve sosyal reform önerilerini kapsıyor. 

Bir süredir Mısır’da gündem, derinleşen ekonomik kriz ve bu krizin yarattığı toplumsal hoşnutsuzluk etrafında şekilleniyor ve bir diğer değişim alanının ekonomi olması da kaçınılmaz. Öte yandan Mısır, bu yılın Aralık ayında yeniden cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlandığı için de ekonomide vaatler dönemine girileceği ve yardım, hibe, sübvansiyon destekleri üzerinden devletin şefkatli elinin özellikle yoksullara uzanması beklentisi hakimdi. Fakat Kahire, kalkınma hedefleri kapsamında altyapı, ulaşım ve enerji alanlarında mega projelere yatırımlar yapıyor ve “Yeni Cumhuriyet”ini inşa etmeyi arzuluyor. Cumhurbaşkanı El Sisi’nin kapanış konuşmasında adaylığını açıkladığı "Bir Milletin Hikayesi" adlı üç günlük bir konferansın da ana teması bu kalkınmanın nasıl gerçekleştirilmesi gerektiği üzerineydi. El Sisi’nin buradaki açıklamaları, Mısırlıların, ülkenin kalkınması ve ilerlemesi için bugün yaşanılan açlığa ve yoksulluğa sabır göstermeleri gerektiği mesajını taşıyor. 

2011 yılındaki Arap Baharıyla başlayan Mısır’ın demokratikleşme hikayesi kısa sürmüş ve otoriter rejim, halkın da desteğini alarak kendini yeniden tesis edebilmişti. Öte yandan bu yeni siyasi ve ekonomik dengenin çıkmazlarını yönetmek için otoriter yönetimin Cumhurbaşkanı El Sisi’nin üçüncü dönemine de damga vuracağa benziyor. Otoriter restorasyon sürecini mümkün kılan tarihsel mirasları ve iktidarı koruma yeteneğini sağlayan stratejileri gözden geçirmek için çok uygun bir zamandayız.  Bu nedenle de Mısır’ın geleceğine odaklanmadan evvel, bu yazıda, Mısır'ın otoriter rejiminin iktidarda kalabilmek için kullandığı stratejilere ve toplumla geliştirdiği ilişkilenme biçimine panoramik bir bakış yapacağız.  

Devlet Desteği ve Rejime Bağımlılık

Mısır’da otoriterlikten bahsederken dikkatin ağırlığı rejimin faydalandığı cebire odaklanır. Bu aynı zamanda ekonomik ve toplumsal olarak devlete bağımlılığın yarattığı ve otoriter rejim lehine rıza üretilmesine yardım eden paradoksu gözden kaçırmamıza neden oluyor. Mısır’da bağımsızlık sonrasında, özellikle Nasır liderliğindeki devlet destekli sanayileşme, tarihsel olarak toplumun özellikle alt ve orta gelir gruplarıyla yeni sermayesini güçlendirmiştir. Ama bu durum aynı zamanda, devletle geliştirdikleri ekonomik bağımlılık ilişkileri yüzünden, toplumun ve sermayenin demokrasi hevesini baltalamıştır. En bariz haliyle bu iştahsızlığı iki şekilde gözlemliyoruz. Öncelikle, bu bağımlılık, ekonomik elitlerle toplumsal muhalefetin devlete meydan okumak için kitlelerle ittifak yapma konusunda daha az çıkara sahip olduğu bir toplumsal bağlam yaratıyor. Bu aynı zamanda değişim arzulayan farklı toplumsal kesimlerin bir kesişim kümesi oluşturmasına ya da 2011 sonrasında olduğu gibi zamansal devamlılık sağlamasına engel oluyor. İkinci olarak devlet, bu bölünmüşlüğün yanı sıra, kaynaklar üzerindeki kontrolü sayesinde, ekonomik rantın farklı şekillerde dağıtılmasını sağlayarak toplumsal rızayı inşa ediyor. 

Mısır’da Nasır’dan bugüne devlet, modernleşmenin, sanayileşmenin ve ekonomik kalkınmanın itici gücü konumunda. Örneğin, Nasır döneminde benimsenen arazi reformları, sanayileşme ve millileştirme ve kamu sektörünü genişleten politikalar devletin bu konumunu bağımsızlık döneminde yeniden inşa etmişti. İşçilere ve köylülere önemli kazançlar sağlayarak kitleleri, yeni kurulan cumhuriyetin ve rejimin yanına çekmesine olanak tanımıştı. Bu durum ayrıca yeni dönemde toplumla kurulan devlet himayesine dayalı bir ilişkinin ana hatlarını oluşturur. Benzer şekilde millileştirme ve arazi reformları da monarşi yanlısı olarak görülen kişilerin ekonomik güçlerini kısıtlarken, genel olarak da ekonomik elitlerin siyasi gücünü ve devletle olan ilişkisini dönüştürmüştür.

Bu bağımlılıklar farklı şekillerde Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek dönemlerinde rejimin ihtiyaçları çerçevesinde yeniden kurgulanmışsa da ana karakterinin korunmasına özen gösterildi. Enver Sedat’ın cumhurbaşkanlığı döneminde başlayan, teoride Mısır ekonomisinde devletin rolünü azaltarak özel sektörü geliştirmeyi ve yabancı yatırımı çekmeyi amaçlayan İnfitah politikaları, tam tersine Mısır sermayesinin devlete olan bağımlılık ilişkilerini derinleştirdi. Bu dönem devletin sosyal hizmet alanlarında küçülmeye gittiği dönemdi ve doğal olarak devletin sağlık, eğitim gibi alanlarda küçülmesi, toplumuyla yeni bir ilişki geliştirmesi anlamına geliyordu. Dolayısıyla dönem, devletin, hizmet sağlayıcı rolünden feragat ettiği alanları kısmen sivil topluma, toplumsal dayanışmaya ve yardımlaşma fonlarına terk etmeye başladığı bir dönüm noktası oldu. Nasır dönemindeki kitle desteğini önceleyen popülist ve karizmatik liderliğe dayalı meşruiyet söylemi de yerini Sedat ile birlikte, daralan kitle mobilizasyon kabiliyeti ve yetenekleri nedeniyle din ve geleneğe dayalı geleneksel bir söyleme bıraktı. 

Mübarek döneminde de bu eğilim güçlenerek devam etti. Liberalleşme ve özelleştirme ile ekonomide devletin “patron” konumu güçlendi. Fakat aynı zamanda devlet, arazi, üretim ve bankacılık alanlarında başat aktör olmaya devam etti. Dahası devlet, Mısır’ın en büyük arazi sahibi ve işvereni konumunu korudu. Ayrıca, 1970'lerin sonlarından itibaren Mısır Ordusunun ekonomideki ağırlığı da genişlemeye başladı. Gayrimenkul yatırımlarından hizmet sektörüne, gıda ve mamul üretiminden hayvancılığa geniş bir yelpazede faaliyet gösterdi. 

Rejim Hayatta Kalma Stratejisi Olarak "Açma ve Kapatma Döngüsü"

Görüldüğü gibi Mısır’da lider değişiklikleri daha derinde sistemi dönüştüren yapısal değişimleri ifade eder. O nedenle de lider değişiklikleri, Mısır’da rejimin hem içerde hem de dışarda bazı yapısal sorunlar ve krizlerin bertaraf edilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Esas olarak rejim bu dönüşümü, bir açılma ve kapanma döngüsü içinde kontrollü biçimde gerçekleştirerek hayatta kalabilmiştir. Örneğin, Nasır dönemindeki kapanma, Wafd başta olmak üzere Monarşi yanlısı olarak görülen siyasi hareket, dernek ve sınıfların kapanması, kontrol altına alınması veya törpülenmesi şeklinde gerçekleşti. Öte yandan açılma ise kitle örgütleri gibi destekleyici kurumların devlet eliyle kurulması veya teşvik edilmesi ve böylelikle rejimin toplumun geniş bir kısmına ulaşmasını sağlayan bir network inşası şeklinde tecrübe edildi. Sedat döneminde ise kapanma Nasır yanlılarını ve Mısır ordusunun giderek güçlenen askerini hedef alırken, açılma, yeni siyasi partilerin kurulmasına izin veren sınırlı bir siyasi çoğulculuk ve hızla büyüyen Mısır iş çevreleriyle biçimlendi. 

Bu örneklerden anlaşılacağı üzere, açılma ve kapanma döngüsü, rejimin hayatta kalma ve kontrolü elde tutma stratejisi. Açılma dönemlerinde, siyasi alan muhalefeti içerecek şekilde geçici olarak genişletilir. Ancak bu, kapanma dönemleri tarafından takip edilir, siyasi katılım sınırlanır, baskı artar ve muhalefet bastırılır. Öte yandan Arap Baharından sonra Mısır'daki otoriter restorasyon, açılma ve kapanma döngülerinin iç içe geçebileceğini ve aynı anda gerçekleşebileceğini gösterdi. 

2011'den sonra, kısmi siyasi liberalleşme, iktidar partisinin dağılması ve diğer siyasi partilerin seçimlere katılmasına izin verilmesiyle birlikte bir dönüşüm yanılsaması yarattı. Ancak Mısır'daki otoriter rejim, Sedat'tan bu yana ayakta kalabilmek için partili siyaseti araçsallaştırmıştı ve bu stratejiyi Mübarek de oldukça başarılı bir biçimde kullanmaya devam etmişti. Bu nedenle de partili siyaset, ülkede elitler düzeyine hapsolmuş bir şekilde göstermelik olarak kaldı. Partili siyasetin bu zayıflığı, 2011 sonrasında muhalefetin çok hızlı bir biçimde parçalanmasının en önemli nedeni oldu. Siyasi partiler, geçiş döneminde sokak mobilizasyonunu değişimin aşağıdan yukarıya taşınması için sağlıklı bir yöntem olarak görmekten çok, rejime karşı bir sopa olarak kullanabilecekleri sanrısıyla birbirleriyle mücadele içine girdiler. Bu sırada ise ordu liderliğindeki rejimse baskıcı stratejiler, siyasi katılımı sınırlamak, örgütlü işçiler, gençlik grupları ve sivil toplumun oluşturduğu demokratik baskıyı zayıflatmak için kullandı. Önce sokak mobilizasyonunu bastırdı. Öyle ki sadece 2011 yılı içinde çocuklarında yer aldığı 12.000'den fazla sivil, askeri mahkemelerde yargılandı. Bu sayede gençlik örgütlerinden taraftar gruplarına toplumsal muhalefetin örgütlenebileceği tüm alanlar kapatıldı.

Sonuç olarak, 2011 sonrası göstermelik partili siyaset, rejime karşı muhalefetin parçalanmasını tetiklerken, ordu muhalefeti bastırdı, siyasi aktivistleri tutukladı. Ayrıca ordu, rejimin bekası adına dönüşüm sürecini de yönetmekle kalmadı, yeni bir anayasal ve bürokratik yapılanma altında devlete bağımlı, rantiyer siyasi ve ekonomik seçkinleri yeniden disipline edebildi.

Mısır Ordusu’nun Engellenemez Genişlemesi

Mısır’da ordu bu süreçte kendini “siyaset üstü” bir konumda yeniden tanımladı. 2011 tarihine kadar rejimin ortaklarından ya da bir diğer deyişle hamilerinden sadece biri olan Mısır Ordusu, Mübarek sonrası dönemde siyasi alanda bir taraf olarak değil, siyasetin üstünde tek hami-patron olarak konumlandı. 1952’den beri, yani Hür Subaylar’ın Kralı devirip Mısır’da cumhuriyeti kurmalarından itibaren Mısır Ordusu doğrudan otoriter rejimin içerisindeydi. Bugüne kadar devlet başkanlığı yapan isimlerin tamamının asker olması bu ilişkiyi net bir şekilde gösteriyor. Ancak Mısır’daki otoriter rejim sadece askeri bürokrasi üzerinde duran klasik askeri rejimlerden de farklılaşmış durumda. Devletin hem patron hem de parti olduğu, askeri bürokrasinin yanı sıra oldukça güçlü sivil bürokrasinin bir araya gelmesinden oluşan bir rejim tarifi, 2011 öncesi Mısır’ı daha iyi ifade ediyor. Bugün ise Mısır’da ordu hiyerarşinin en tepesinde.  

Öncelikle, 2011 sonrası dönemde ise devlet-parti birliği ortadan kalktı. Özellikle patron devletin en önemli ayağı sayılabilecek parti aracılığıyla rantın dağıtılması ve tek partinin domine ettiği siyaset alanı sona erdi. Ortaya çıkan boşluğu ise ordunun doldurduğunu görüyoruz. İkincisi, 2012 yılında kabul edilen Mısır anayasasıyla ordu, Mübarek dönemindeki kazanımları korumakla kalmadı, şifahen tanınan ayrıcalıklarını da anayasal güvence altına alabildi. Sivillerin askeri mahkemede yargılanması gibi askeri bürokrasinin sivil alana doğru genişlemesini sağlayan güvencelerin yanı sıra, anayasa Mısır Ordusunun üç komisyon kurmasına olanak tanıyarak askeri etkiyi kurumsal bir yapıya kavuşturdu. Bu durum 2014 Anayasasında genişleyerek devam etti. 2014 Anayasası, Mısır ordusuna yasal ve mali özerklik dahil olmak üzere ilave bir özerklik alanı sağlıyor. Yeni düzenlemeler kapsamında sadece Milli Savunma Konseyi, askeri ve savunma bütçesini ayrıntılı olarak inceleme hakkına sahiptir. Parlamento ve diğer devlet bürokratları sadece milli bütçenin toplam maliyet rakamlarına erişebilir. Ayrıca, Madde 170 kapsamında Savunma Bakanının, bir askeri subay olması gerektiği belirtilmekte. Üçüncü olarak, ordu 2013 sonrasında sermaye, sivil bürokrasi ve toplumsal kesimlerin bir kısmı arasındaki uzlaşının da mimarı oldu. 14-15 Ocak 2014 tarihli referandumla kabul edilen yeni anayasa ile başta asker, polis ve yargı olmak üzere sivil ve askeri bürokrasinin yetkilerini artırılarak daha bürokratik bir yapıda yeni bir siyasi ve idari sistem inşa edildi. Böylelikle Ordu, ekonomi ve siyasetteki rolünü genişletti ve gücü anayasal güvenceler aracılığıyla kurumsallaştırdı. Böylece Ordu, siyasette üst-politik bir aktör olarak hem siyasette düzenleyici bir rol hem de otoriter yapı için koruyucu bir sorumluluk üstlendi.

NEBAHAT TANRIVERDİ YAŞAR

Tunus, Libya ve Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika ülkeleriyle ve Türkiye'nin Afrika ile ilişkileri üzerine çalışmalar yapan Nebahat Tanrıverdi Yaşar, Berlin ve Ankara merkezli serbest bir araştırmacıdır. 2015 yılından itibaren bağımsız araştırmacı olarak çalışmalarına devam eden Tanrıverdi Yaşar, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde (ORSAM) araştırmacı (2010-2015), Berlin'deki Alman düşünce kuruluşu SWP’nin Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Çalışmaları (CATS) Programında IPC-Stiftung Mercator misafir araştırmacı (2020-2021) ve CATS konuk araştırmacısı (2022-2023) olarak çok sayıda çalışmalar gerçekleştirmiştir.