×
ARAP DÜNYASI

ANALİZ

Seçim ve Savaş Arasında Mısır’ın Derinleşen Çıkmazları

Mısır’da 2013 sonrası inşa edilen otoriter rejimin en temel açmazlarından biri, siyasetin reddi ve siyasi alan daralmasının kurumsallaştırılmasına yaslanıyor olması. Mısır’da rejim genel olarak kendini destekleyen sivil güç merkezlerini bile ortadan kaldırmaya devam ediyor.
MISIRLILAR, 10-12 Aralık 2023 tarihleri arasında cumhurbaşkanlığı seçimi için sandığa gidecekler ve Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi’nin üçüncü kez seçim yarışını kazanacağına dair çok az şüphe bulunuyor. 2019 yılında ulusal bir referandumla onaylanan anayasa değişiklikleri, cumhurbaşkanlığı dönemini dört yıldan altı yıla uzattı ve cumhurbaşkanının görevde kalma sınırını kaldırdı. Böylece bu değişiklikler, Sisi'nin üçüncü altı yıllık dönemi için aday olmasının ve potansiyel olarak 2030'a kadar iktidarda kalabilmesinin yolunu açtı.

Gerçek rakipleri olmadan, Cumhurbaşkanı Sisi, üçüncü dönemine gün sayıyor. Ancak hem iktidardaki rejimi hem de Cumhurbaşkanı Sisi’yi seçimlerin ardından, ekonomik kriz, siyasi ve sosyal reform ihtiyacı ve ülkeyi çevreleyen zorlu jeopolitik meydan okumalardan oluşan çok çetin mücadeleler bekliyor. 2013 yılında askeri müdahalenin yolunu açan, 2014 yılında da Cumhurbaşkanı Sisi liderliğinde otoriter rejimin yeniden inşasını sağlayan ve iktidara giden yolu açan kitlesel destek, siyasi istikrar ve ekonomik refah vaadi karşılığında verilmişti. Aradan geçen yaklaşık on yılda Mısır’da iktidardaki rejim bu vaatleri karşılamaktan hala oldukça uzak. 

Öncelikle Mısır’da 2013 sonrası inşa edilen siyasi düzen istikrarlı görünüyor. Bu istikrar büyük oranda, ülkede otoriter devlet-toplum ilişkisini değiştirmeye kararlı ve muktedir toplumsal ve siyasi bir muhalefetin olmayışına dayanıyor. Ancak giderek ağırlaşan ekonomik sorunların yarattığı toplumsal hoşnutsuzluk ve siyasi sıkışmışlıklar, 2013 sonrası inşa edilen yeni bürokratik otoriter sistemin çıkmazlarını hem belirgin hale getiriyor hem de görmezden gelinmesini imkansızlaştırıyor. 

Öte yandan, bir yandan muhalefetin parçalı ve zayıf olması diğer yandan devletin her alanda ağırlaşan totaliter kontrolü, büyük ve yapısal bir reformu tetikleme ihtimalini bir hayli zayıflatıyor. Bu nedenle de itidalli bir öz-düzenlemeye dair kuvvetli emarelerden bahsetmek daha doğru olacaktır. Sisi’nin üçüncü dönemi, kurulan yeni düzenin çıkmazlarına odaklanması ve bu nedenle de ekonomide, iç siyasette ve dış politika yeni güçlü eğilimlerin ortaya çıkması çok muhtemel. Peki nedir bu çıkmazlar?

Mısır’ın Ekonomik Açmazları

Bugün iktidardaki rejimin en büyük çıkmazı, otoriter yeni nizam tesis edilirken kurgulanan iktisadi düzenin yarattığı çoklu krizlerdir. Öncelikle Mısır ekonomisi 2013 sonrasında büyük bir dönüşüm geçirdi. Ordu ve kamu sektörü, Mısır ekonomisi üzerindeki kontrolünü sıkılaştırdı ve bu süreçte özellikle Mısır Ordusu, ekonomideki geleneksel olarak faal olduğu sektörlerin dışına çıkarak ekonomik rolünü genişletti. Geçmişte rejim tarafından stratejik sektörler olarak tanımlanan iletişim, ulaşım, altyapı ve enerji gibi sektörlerde tekel konumuna ek olarak bugün Mısır ordusu hemen hemen tüm sektörlerde faaliyet gösterir hale geldi. 2013 sonrasında Mısır ordusu, vergi imtiyazları ile donatılarak özel sektörün yetersizliklerini ikame etmesi beklentisiyle ekonomik yeniden yapılanmanın ve kalkınmanın lokomotifi olarak konumlandırıldı. Örneğin 2016 yılında bebek maması tedarikinde sorunlar ortaya çıkınca, Mısır ordusu mama üretimine başladı ve o tarihten itibaren de sektörde faaliyet göstermeye devam ediyor. 

Ordunun Mısır ekonomisinin ne kadarında etkin olduğunu bilmek mümkün değil, çünkü yasal düzenlemeye göre ordunun tüm ticari faaliyetlerine dair gelirler, kar/zarar, vergi de dahil olmak üzere tüm veriler sektör farkı gözetmeksizin devlet sırrı olarak sınıflandırılmakta. Ayrıca Ordunun ticari faaliyetleri, 2018 yılında yasal düzenleme ile ulusal güvenliği koruma kapsamında sivil denetimden tamamen muaf hale geldi. 2014 yılında Washington Post, ordunun Mısır ekonomisini yüzde beş ila altmışı arasında bir oranda kontrol ettiğine dair bir analiz yayınlamıştı. Cumhurbaşkanı Sisi ise bu iddialara cevaben, 2016 yılında bu oranın ancak %1.5-2’lerde kaldığını söylemişti.

Aynı dönem, Mısır ekonomisinin dış borçlanması rekor seviyelere ulaştı. 2013 yılından itibaren Mısır ekonomisinde Körfez yardımlarının payı artarken aynı zamanda ülke Uluslararası Para Fonu (IMF) ile masaya oturmak zorunda kaldı. Arap Baharı ile güçlenen demokrasinin taleplerinin yaratacağı yapısal depremden kurtulmak isteyen Körfez monarşileri için Mısır’da otoriter restorasyonun başarılı olması büyük bir önem taşıyordu. Bu nedenle de 2013 yılında Suudi Arabistan, BAE ve Kuveyt, Mısır’da yeni rejime destek vermek adına büyük kapsamlı bir ekonomik yardım sağladı. İlk yıllarda bu Körfez ülkeleri, Mısır’da rejimin istikrarı sağlayabilmesi adına finans desteğini finans yardımı paketleri halinde sağlıyordu. Bu dönemde Mısır bankalarına milyarlarca dolar yatırıldı. 

Daha sonraki yıllarda, özellikle 2017 sonrasında Körfez ülkeleri arasındaki siyasi gerilimin yumuşamaya başlaması ve Mısır’da rejim güvenliği konusundaki endişelerin azalmasıyla birlikte, Körfez ülkelerinin Mısır ekonomisindeki çıkarları ve ekonomik ilişkileri de değişmeye başladı. Bu ekonomik ilişkilerin mantığı daha fazla ticari ve yatırım odaklı hale geldi. Katar ile ilişkilerin normalleşmesinin ardından Katar da benzer bir mantığı benimseyerek ortak yatırım fonları aracılığı ile ekonomik ilişkileri derinleştirmeye başladı. Suudi Arabistan'ın Kamu Yatırım Fonu ve Abu Dabi'nin Emirliklerin Egemen Servet Fonu, 2022 yılında çeşitli Mısırlı şirketlerden ticari hisse satın alarak yalnızca 2022 yılında 4 milyar dolar harcadılar. Kahire ve Doha arasında Mart 2022'de Katar Dışişleri Bakanı'nın Mısır'ı ziyaretinden sonra imzalanan 5 milyar dolarlık bir yatırım anlaşması bulunuyor. 2013 sonrası dönemde Mısır, toplamda 3 kere IMF desteğine başvurdu ve 2016 yılında 12 milyar dolar, Mayıs 2020’de 2,8 milyar dolar ve Haziran 2020’de 5,2 milyar dolar kredi desteği aldı. 

Bu iki dinamik son yıllarda birbiri ile çatışan ekonomik çıkarlar ve gerilimler yaratmakta. En basit haliyle, Mısır ekonomisinin büyük bir bölümü Mısır ordusu başta olmak üzere devlet mülkiyetine dönüşmesi hem yabancı yatırımcılar hem de Mısır’a son yıllarda kredi sağlayan IMF için giderek daha büyük bir sorun haline geldi. IMF ile imzalanan ekonomik program kapsamında Mısır bir dizi iktisadi reformu hayata geçirdi ancak yasal düzenlemeler ile ordunun ekonomik faaliyetlerini bu reformlardan muaf tutmayı başardı. Örneğin 2016 yılındaki reform paketinin parçası olarak yürürlüğe giren yeni bir katma değer vergisi (KDV) yasasında, askeriye ve diğer güvenlik kurumlarına muafiyetler verildi. Eylül 2017 değerlendirmesinde ise IMF, Mısır’da özel sektörün istihdam yaratma potansiyelinin "Savunma Bakanlığı'na bağlı kuruluşların katılımı nedeniyle engellenebileceği" konusunda uyarmış ve sonraki yıllarda reform taleplerini yinelemeye devam etmişti. 

Hem Körfez ülkeleri hem de Uluslararası Para Fonu (IMF) dahil olmak üzere Mısır’da yatırımları bulunan aktörler, Mısır ordusunun ekonomideki bu imtiyazlı ve genişleyen rolüne dayanan ekonomik modeli sürdürülemez buluyor ve ordunun ekonomik rolünün ve faaliyetlerinin daralmasını sağlayacak yapısal reformları talep ediyorlar. 

Bugüne kadar dikkatli bir biçimde bu baskılara direnen Cumhurbaşkanı Sisi, IMF ile yapılan son müzakerelerde 3 milyar dolarlık kurtarma paketinin bir parçası olarak Mısır ordusunun ekonomideki rolünü azaltmayı taahhüt etti. IMF müzakereler sonrasında yaptığı açıklamada Kahire'nin kabul ettiği kritik yapısal reformların, kamu ve özel sektör arasındaki oyun sahasını dengelemeyi hedeflediğini ve Mısır Ordusu da dahil olmak üzere tüm devlete ait işletmeleri kapsayacağını ve Cumhurbaşkanı Sisi’nin bu reform paketini desteklemeyi kabul ettiğini açıkladı. 

Yine de bu Mısır’da ordunun ekonomik rolünün arzu edildiği şekilde hızlı bir biçimde daralması anlamına gelmeyebilir. Reform paketi uygularken izleyeceği prosedür, arzu edilen sonuçları ortaya çıkarmayabilir. Anlaşmaya göre, Mısır’da hükümet stratejik ve stratejik olmayan sektörleri sınıflandıracak ve stratejik olmayan sektörlerdeki varlıklarında özelleştirmelerle yavaşça çekilecek. Ayrıca devlete ait kuruluşlar, ekonomi bakanlığına yılda iki kez mali hesaplarını tebliğ edecekler ve böylece mali şeffaflık için adımlar atılabilecek. Yine de stratejik sektör tanımlamasının olduğunca geniş tutularak, Mısır ordusunu mali denetimden ve vergilendirmeden koruyan yasal düzenleme ve uygulamaların kısa vadede korunması kuvvetle muhtemel. Daha önce de benzer taahhütlerde bulunan Cumhurbaşkanı Sisi’nin yerli özel sektörünü güçlendirecek ve yabancı yatırımcıyı ikna edecek adımları Mısır Ordusunun ekonomideki dominant rolüne halel getirmeden atmaya çalışacağını tahmin etmek zor değil, ama bunu nasıl yapacağı büyük bir soru işareti. 

Mısırlıları zor günlerin beklediği çok açık. Çünkü Sisi, üçüncü döneminde kendisini iktidara taşıyan kitleleri acı reçeteye ikna etmeye çalışıyor ve uzun vadede Mısır’ın kalkınması için Mısırlıların ağır bedeller ödemeleri gerektiğini seçim kampanyasının odak noktası haline getirdi bile. 

Siyasetin Reddi ve Çıkmazları

2013 sonrası inşa edilen otoriter nizamın bir diğer çıkmazı ise siyaseti büyük oranda siyasetsizlik, bir diğer ifade ile siyasetin reddi üzerine inşa etmesinden kaynaklanıyor. Bir önceki yazıda tarihsel olarak otoriter rejimin, toplumda ilişkisini ve kitle mobilizasyonun nasıl inşa ettiğinden bahsetmiştik. Cemal Abdülnasır, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek dönemlerinin otoriter liderlikleri ve yönetimleri, güçlü bir ordu gölgesinde olsa bile kitle örgütleriyle donatılmış bir partili siyaset tarzına dayanıyordu. Cumhurbaşkanı Nasır’ın Arap Sosyalist Birliği, çok partili sisteme geçilmesinin ardından Sedat döneminde Ulusal Demokrat Parti adını almıştı ve Mübarek döneminde de ülkenin yönetici partisi olmaya devam etmişti. 2011 yılında Mısır Devriminin ardından parti kapandı ancak yerine bir parti de kurulmadı. Dahası, önceki dönemlerde olduğu gibi, devletin desteklediği hükümet kontrolünde sivil toplum örgütleri de kurulmadı. Bu açıdan 2013 sonrası inşa edilen otoriter rejim, demobilizasyonun da ötesinde Mısır toplumunun depolitizasyonunu hedefler bir hale büründü.

Bu siyasi tercihin Mısır siyasi hayatına yönelik biz dizi yapısal etkisi bulunuyor. Öncelikle siyasetin reddi, seçim sandığına önceki dönemlerde atfedilen meşruiyet sağlama işlevini de dönüştürmekte ve seçimleri yeni sistemin belli aralıklarla seçim sandığıyla onaylanmasına dönüşmektedir. İkincisi ise, otoriter restorasyon dönemindeki bu siyasi alan daralmasının -geçici bir önlem olmaktan ziyade- kurumsallaştırılmasına dayalı bir totaliter siyaset kurgusunun hedefleniyor olması. Önceki dönemlerde kontrollü bir siyasi alan, rejime hem meşruiyet sağlıyordu hem de kısmen de olsa tabanın siyasi taleplerini yukarıya taşımasına ve çoğu zaman toplumsal hoşnutsuzluğu ve muhalefeti sönümlendirmesine yardımcı oluyordu. Bu nedenle de Cumhurbaşkanı Sisi’nin ve desteğini aldığı ordunun bu totaliter siyaset kurgusunu nasıl inşa edeceği de bir diğer çıkmaz olarak karşımıza çıkıyor.

Mevcut haliyle askeri unsurları ağır basan bürokratik otoriter rejimin siyasette sivil yüzünü güçlendirebilecek bazı adımları önümüzdeki dönemde atması öngörülebilir, ancak yukarda tarif edilen çıkmazı aşmak kolay görünmüyor. Rejimin daha teknokrat bir yöne itilmesi için sivil siyasetin otonom bazı alanlara ve kitle mobilizasyonuna ihtiyacı bulunuyorken, Mısır’da rejim genel olarak kendini destekleyen sivil güç merkezlerini bile ortadan kaldırmaya devam ediyor. Bu durum, olası bir reform sürecini talep edebilecek ılımlı bir muhalefetin zayıflığı nedeniyle daha da çetrefilli hale gelmekte. Örneğin Ulusal diyalog süreci mütevazi bir siyasi serbestliği ya da bazı siyasi mahkumların serbest bırakılmasını sağlayacak bir düzenlemeyi bile başaramadı. 

Dahası, cumhurbaşkanlığı seçim yarışı zayıf bile olsa muhalifler üzerindeki baskıyı artırdı. 2018 seçimlerinde cumhurbaşkanlığı yarışına katılmak isteyen eski Genelkurmay Başkanı Sami Anan tutuklanmış ve Ahmet Şefik ev hapsinde tutulmuştu. 2024 başkanlık seçimi yaklaştıkça benzer bir baskı dalgası yeniden yükseldi. Örneğin, Ahmet Tantavi’ye yakın isimler Nisan ayından bu yana tutuklanıyor. 

Öte yandan hem Arap Baharı sonrası siyasi başarısızlıkların ortaya çıkardığı hayal kırıklığı hem de Sisi döneminde damga vuran bıkkınlık ve yorgunluk ülkede güçlü bir siyasi nostalji yaratma potansiyeli ortaya çıkarmışa benziyor. Bu durumun oluşmasında, devrik cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in iki oğlundan biri olan Cemal Mübarek ve eski Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın yeğeni Muhammed Enver Sedat’ın önümüzdeki seçimlerde muhalif adaylar olarak öne çıkmasının payı var. 

Gazze ile Yeni Çıkmazlar

Gazze’deki savaş Mısır’ın aşması gereken içerdeki çıkmazlarını daha da zorlu hale getiriyor. Mısır tarafından şimdiye kadar yapılan açıklamalardan, Mısır’ın içerdeki sorunlarının Filistinli mültecileri kabul etmesiyle daha da derinleşeceği ve ülkenin istikrarsızlaştırabileceği endişesinin çok kuvvetli olduğu anlaşılıyor. Seçimlere bu kadar az zaman kalmışken, Cumhurbaşkanı Sisi’nin önüne gelen bu zorlu siyasi sınavın olası maliyetleri çok yüksek. Mısır ne Filistinlilerin Gazze’deki askeri operasyonlarda sıkışmışlığına ve giderek ağırlaşan insani dramlarına gözünü kapayabilir ne de İsrail ile anlaşarak Gazze’de yaşayan Filistinlilerin Sina’ya sürülmesine müsaade edebilir. Her ikisinde de içerdeki toplumsal öfkeyi kontrol edebilmesi zor görünüyor. 

Cumhurbaşkanı Sisi ayrıca, Filistinlilerin Sina’ya yerleşmesi durumunda, İsrail-Hamas savaşının Mısır topraklarına taşınmasından endişe ettiklerini dile getirdi. Hamas’a yönelik olası İsrail operasyonlarının Mısır topraklarına taşınması senaryosu, 1978 Camp David Anlaşmasıyla elde edilen Mısır-İsrail barışını da tehdit etme riskini de gündeme getiriyor. İsrail ile karşı karşıya gelme riskine ek olarak böyle bir gelişme, Mısır’ın uzun yıllardır uyguladığı, Hamas başta olmak üzere Gazze’deki Filistinli grupları Sina’dan uzak tutmak politikasının da sonu demek.

Öte yandan Mısır hem Gazze Şeridi'nin hem de İsrail'in sınır komşusu olarak, insani yardımların iletilmesi, Filistin mültecilerin ağırlanması ve olası ateşkes müzakereleri adına gerçekleştirilecek diplomatik girişimlerin merkezinde. Son yıllar, bölgesel güç dengesinin Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere Körfez ülkeleri lehine dönüşmesine şahit oldu. Örneğin, Suriye’nin Arap Ligi’ne geri dönüşünde, Suudi Arabistan-İran uzlaşısında, Körfez ülkeleri arasındaki uzlaşı da veyahut İsrail ile normalleşmeyi hedefleyen İbrahim Anlaşması’nın imzalanmasına kadar son yılların önemli bölgesel gelişmelerinde Mısır kritik bir rol oynamadı. Bu son gelişmeler, Kahire’nin geri planda kalan bölgesel rolünü yeniden güçlendirmekle beraber ekonomik ve siyasi çıkmazlarını daha da derinleştirecek gibi görünüyor.

NEBAHAT TANRIVERDİ YAŞAR

Tunus, Libya ve Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika ülkeleriyle ve Türkiye'nin Afrika ile ilişkileri üzerine çalışmalar yapan Nebahat Tanrıverdi Yaşar, Berlin ve Ankara merkezli serbest bir araştırmacıdır. 2015 yılından itibaren bağımsız araştırmacı olarak çalışmalarına devam eden Tanrıverdi Yaşar, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde (ORSAM) araştırmacı (2010-2015), Berlin'deki Alman düşünce kuruluşu SWP’nin Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Çalışmaları (CATS) Programında IPC-Stiftung Mercator misafir araştırmacı (2020-2021) ve CATS konuk araştırmacısı (2022-2023) olarak çok sayıda çalışmalar gerçekleştirmiştir.