×
İNGİLTERE

ANALİZ

Teknokratlar ve Popülistler: Anti-Politik Çağın Simgeleri!

Anti-politik bir çağa doğru ilerliyoruz. Siyaset pratiğinin içi “uzman bilgisi” ve “halk iradesi” söylemleriyle boşaltılıyor. Siyaset, teknokratlar ve popülistlerin elinde bir halkla ilişkiler oyununa dönüşüyor. İnsanlar siyasetten uzaklaşıyor.
DEVRİMDEN SONRA restorasyon gelir. Önce Boris Johnson’ın kayıtsız siyaseti kaos ve çelişki ortamında çöktü. Ardından Liz Truss’un özgürlükçü roketi gerçeklikle temas edince patladı. Bir yıl sonra da yeni bir konsensüs, Brexit öncesi yirmi yıl boyunca hüküm sürmüş olan eski ortodoksiyi, diğer bir ifadeyle Londra’nın hizmetindeki Westminster teknokrasisini restore etti.

Bugün hem Rishi Sunak hem de Keir Starmer, teknokratik pragmatizme dayalı değişim önerilerini savunuyor. Fakat her iki öneri de aslında “düşüşü yönetmek”ten farksız. Her ikisi de şu ana kadar cesur bir siyasi vizyon ya da ulusal çapta yenilenmeyi sağlayacak dönüştürücü bir politika programı ortaya koymuş değil. Görünen o ki yetkinlik ve ihtiyat diğer faktörlerin önüne geçerek siyasi cesaret ve yaratıcılığı zayıf düşürüyor

Diğer taraftan, teknokratlar “yeni fikirlerden” yoksun olma konusunda yalnız değiller. Farklı kesimlerden popülistler, milyonlarca insanın yaşadığı ekonomik güvensizliğin üstünü örten kültür savaşlarının ötesinde bir siyasi pozisyonu benimsemekte oldukça zorlanıyorlar. Sağ popülizm en fazla, küresel ekonomik krizlere karşı sınırlı koruma sağlayan bir devlet kapitalizmi biçimini öneriyor. Bu öneri, düşük ücretli güvencesizlik ve yüksek refah bağımlılığı üzerine kurulu hakim modeli olduğu gibi bırakıyor.

Öte yandan, teknokrasi ve popülizm giderek birbirlerinin kopyası haline geliyor. Teknokratlar için siyaset, hukuk ve uzmanlık bilgisinden ibaret. Popülistler içinse siyaset, parlamentonun egemenliğinin üstünde bir “halk iradesi” anlamına geliyor. Siyasetin yerine hukuku koyan teknokratlar, siyasi muhakeme yoluyla çözülemeyen bireysel haklar veya algıya dayalı yetkiler çatışması yaratıyor. Dolayısıyla anlaşmazlıklar giderek daha fazla siyasallaşan yargı tarafından ele alınıyor. Yüzde 52’ye yüzde 48’lik bir kıl payı zaferle sonuçlanan ayrılıkçı Brexit referandumu sonrasında defalarca kez Yüksek Mahkeme’den sonucu bozması istendi. Bu da demokrasi açısından hayati sonuçlar doğurmuş durumda.

Ancak popülist alternatif de daha iyi görünmüyor. Popülistler iktidara geldiklerinde, doğrudan kitlelere ulaşmak için parlamenter ve hatta anayasal düzenlemeleri devre dışı bırakma eğilimindeler. Üstelik, istediklerini elde etmek için kalabalık kitlelere işaret ederek çoğunlukçu yönetim taktiğine başvuruyorlar. Böylece, popülist siyasete karşı çıkan herkes “halk düşmanı” olarak damgalanıyor. Hem teknokratlar hem de popülistler siyasi tartışmayı kazanmakla ilgilenmiyor ve bu nedenle de demokratik tartışma ortamını zayıflatıyor. Bu da bizlere siyasal hayatın her türlü önemli ve yeni fikirden arındırıldığı anti-politik çağımızın başladığını haber veriyor.

Rakip çıkarlar ve ideolojiler arasındaki mücadeleyi ifade eden siyaset, teknokratların ve popülistlerin elinde bir halkla ilişkiler oyununa dönüşmüş durumda. Önemli yasa tasarıları parlamentoya sunulmadan önce rutin olarak yandaş basına sızdırılıyor. Milletvekillerinin önerilen yasaları inceleme süreleri kısıtlanırken, ön sıralar arasındaki bireysel şovlar ve bağırıp çağırma kavgaları gündeme oturuyor. Dolayısıyla, demokrasimiz günbegün inançtan yoksun bir siyasete doğru kaymakta. Buradan anlaşılıyor ki Winston Churchill’in “gürültü ve vızıltı, boş konuşma ve böbürlenme” çağı tanımı hala geçerliliğini koruyor.

Bu şartlar altında halkın siyasete yabancılaşmış hissetmesine şaşmamak gerek. Özellikle de ülkenin yeniden inşasında üstlenilmesi gereken görevin büyüklüğü ile kıyaslandığında, mevcut teklifler çok yetersiz kalıyor. Teknokratlar ve popülistler insanları oy vermekten ya da siyasete katılmaktan uzaklaştırıyor. İşin kötüsü, demokrasi ve temsili yönetimler için, siyasetten uzaklaşmak, kutuplaşmadan daha az tehlikeli değil. İngiltere’nin her zamankinden fazla dayanışmaya ihtiyaç duyduğu bir dönemde, “politikacılardan bıktık” hissinin artması hiç de iyi sonuçlar doğurmaz. Bunun yanı sıra, ekonomik güvensizlik ve ekolojik felaketle başa çıkmak için önümüzde duran zorlu tercihler şartları daha fazla zorlaştırıyor.

Sonuç olarak ne popülist devrim ne de teknokratik restorasyon işe yarayacak. Bu durumda hem başarısız ideolojileri hem de yerleşik çıkarları aşan ve toplumdaki ortak yaşamın nasıl organize edileceğine odaklanan kapsayıcı bir siyaset anlayışına ihtiyacımız var. Çoğulcu toplumlarda birlikte yaşamak ve toplumun parçaları olarak bizi birbirimize neyin bağlayacağına dair ortak bir kavrayışı gerektirir. Bunun yolu da emeğin saygınlığı, iyi ücretli işler, düzgün konutlar ve güvenli mahalleler gibi ortak çıkar ve değerleri elde etmenin bir yolu olarak siyaseti yeniden düşünmekten geçer. Tam da bu nedenle teknokrasi ve popülizmin başarısız deneylerini geride bırakmanın zamanı gelmiş görünüyor.


Bu yazı, The New Statesman web sitesinde 19 Eylül 2023 tarihinde “Technocrats and populists symbolise our anti-political age” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.